Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - Dersim, Tedip ve Tenkil

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => DERSİM ve DERSİM SOYKIRIMI => Dersim, Tedip ve Tenkil

<-Geri

 1 

Devam->


Hüseyin Aygün (Ziyaretçi)
25.06.2009 16:11 (UTC)[alıntı yap]


Dersim ve Zorunlu İskân

Doç Dr. Mustafa Kemal Coşkun
(Dil Tarih Coğrafya Fakültesi)



(Radikal İki, 21 Haziran 2009)

Dersim harekâtının ardından başlatılan zorunlu iskân uygulamasının üzerinden 70 yılı aşkın bir zaman geçti. Zorunlu iskân, bir devletin herhangi bir topluluğu dini, milli ya da olmadı etnik sebeplerle doğal yerleşim alanından uzaklaştırarak başka bir yere nakletmesinden ibarettir. Ve yaşadığımız ülkenin insanları, ister sürgün edilenlerden isterse onları evlerinde ağırlayanlardan olsun bu türden devlet politikalarına hiç de yabancı değil. Hatta öyle ki, bunun sadece Cumhuriyet döneminde uygulanan bir politika olduğunu düşünenler baştan aşağıya yanılır. Zira Dersim ve çevre bölge halkına uygulanan zorunlu iskân politikalarıyla, yine aynı bölgedeki insanlara Osmanlı döneminde uygulananlar pek bir örtüşüyor. 1938’de bölge halkından bir kısmı katledilir, kalanlarsa batı Anadolu’ya daha önceden saptanmış yerlere nakledilir. Yapılan uygulamalar, 1937’de Dersim tenkil (uzaklaştırma) harekâtına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının sonuç bölümünde yazılanlara pek uygundur: “Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.” Ancak Dersimliler köylerinin tahrip edilmesine ve oradan oraya sürülmeye pek alışıktır, hem de Osmanlıdan beri. Zira 1787’de Divan-ı Humayun’a sunulan bir raporda “Dersimlilerin inançları şeriata aykırı olup, bunlar Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halifeliğini tanımazlar, ne yapıp edip haklarından gelinmesi lazımdır” deniyor. Ayrıca Osmanlı Mühimme Defterlerinde Dersimliler için “…çoluk-çocuklarının bir daha dönmemek üzere sürgün edilmeleri”, “… başlarını kesmedikçe ol Kızılbaş şakilerin haklarından gelinmez…” hükümlerini veriyor.

Aslında Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi arasında hem bir takım süreklilikler, hem de bir takım kesintiler olduğunu söylemek pek de bilinmeyen bir şey olmayacaktır. Lakin ortaya çıkarılması gereken şey, bizim süreklilik olarak gördüğümüzün gerçekten bir süreklilik ya da kesinti olarak gördüğümüzün gerçekte bir kesinti olup olmadığıdır. Tıpkı tek bir hareket ve süreklilikten ibaret olan dünyanın dönüşünün gece ve gündüz gibi kesintili bir hareket olarak algılanması gibi. Ancak mesele doğal değil de toplumsal olaylar olduğunda süreklilik ve kesintinin nerede başlayıp nerede bittiğini anlamak bu kadar basit değildir. Zira toplumsal gerçeklik, doğaya ait olandan bütünüyle farklı olarak insanlar tarafından yaratılmış ve yine insanlar tarafından değiştirilebilen bir gerçeklik olduğu ölçüde, –insanlar arasındaki eşitsiz güç ve sömürü ilişkileri de verili olduğuna göre- içeriği egemenler tarafından belirlenme olasılığı daha ağır basan bir gerçekliktir. Bu anlamda özellikle sosyal bilim, herhangi bir toplumsal gerçekliği veriler aracılığıyla sadece tasvir etmekle yetinmeyip, bu gerçekliği belirleyen güç ve etkenleri de anlamaya çalışmak demektir. Bu nedenledir ki, toplumsal gerçekliği anlamaya yönelen bir sosyal bilimci, egemenlik ve güç ilişkilerinin uzağında duramadığı müddetçe her zaman egemenlerce doldurulmuş bir plağı çalmak durumuna düşebilir. Bu durumda da aslında bir süreklilik olan toplumsal gerçeğe kesiklilik atfederken, kesikliliğin yarattığı farklılıkları da açıklamakta güçlük çeker. Ve maalesef bugüne kadar Dersim olaylarına ilişkin yapılan açıklamalar aynı plağı çalmaktan öteye pek gidemedi.

Cumhuriyet Öncesi-Sonrası

Yukarıda verdiğimiz örnekler ve bu örnekler aracılığıyla bütün bunlardan bahsetmemize neden olan şey, Hüseyin Aygün’ün Dipnot Yayınlarından çıkan Dersim 1938 ve Zorunlu İskân başlıklı kitabından başkası değil. Aygün, Cumhuriyet öncesi ve sonrası Dersim ile çevresine yönelik uygulanan zorunlu iskân politikalarına ilişkin yeni bir takım belgeler ortaya koyuyor. Hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet döneminde “Kızılbaş”lara uygulanan politikaların birbiriyle nasıl örtüştüğünü öğreniyoruz böylece. Kitaba yazdığı önsözde Mesut Yeğen bu gerçeği şu cümlelerle vurguluyor: “Dersim (ve belki Kürt) meselesinin hallinde Osmanlı ve Cumhuriyet devirleri arasında bariz bir süreklilik mevcuttur. Dersim ıslahat raporları ve Tanyeri belgeleri, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri arasında mantık, terminoloji, enstrümanlar ve failler açısından açık bir devamlılığa işaret ediyor.” 1938’e gelene kadar Dersimli Kırmanclar büyük baskılara uğrar, ileri gelenler katledilir, toplu sürgünler yaşanır. Anlaşılacağı üzere yok etme ve sürgün Cumhuriyet’le başlamaz.

Kitaptaki belgelerden 1938’de Dersim’den batı illerine, 7-12 bin arasında kişinin sürüldüğünü öğreniyoruz. Böylece Türk köylerine serpiştirilen Dersimlilerin hem dillerini hem de inanç ve kültürlerini unutmaları sağlanmaya çalışılıyor. Kitabın sayfalarında ilerledikçe, dönemin başbakanı, 1945’li yıllarda sonra ise kimileri tarafından güya “merkez”e karşı “çevre”nin temsilcisi sayılacak Celal Bayar’ın katliamdan sadece 2 ay önce Dersim için yazdığı raporu okuruz: Dayanılacak en büyük kuvvetin ordu olduğunu belirten Celal Bayar, “bölge halkını hükümete bağlayabilmenin bir yolu olarak nüfuz sahibi zorba takımı ve derebeylerin aileleriyle birlikte iç vatana nakledilmesini” önerir. Celal Bayar’ın bu önerisi, 1733 yılında Osmanlı Padişahının Diyarbekir Valisine gönderdiği “Dersim taifesinin inanç bakımından İran’daki Şia mezhebindekilere benzediği, …, Şeyhülislam’ın bunların idam edilmelerine ilişkin fetva verdiği, bunların haklarından gelinmesi için Diyarbekir ilinde olan yöneticilere emir verilmesi…” biçiminde devam eden hükmüne ne kadar da benziyor!

Hüseyin Aygün’ün çalışması Osmanlı’dan günümüze Dersim katliam ve sürgün politikalarının örneklerini veriyor. 1938 zorunlu iskânına ilişkin ortaya koyduğu yeni belgeler, Osmanlı ve Cumhuriyet arasındaki sürekliliğin/kesintinin nerede başlayıp nerede bittiğini apaçık gösteriyor, üstelik egemenliğin doldurduğu plağı çalmadan.

Hüseyin Aygün, “Dersim 1938 ve Zorunlu İskân”, Telgraflar, Dilekçeler, Mektuplar, Fotoğraflar, Dipnot Yayınları, 2. Baskı, Haziran 2009, 240 sayfa.



http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=941651&Date=23.06.2009&CategoryID=42

Z.Dersim (Ziyaretçi)
25.06.2009 20:07 (UTC)[alıntı yap]


"Dersim 1938 ve Zorunlu İskan"


Tarihe ’1938 Dersim İsyanı’ olarak geçen olayların ardından İsmet İnönü Hükümeti’nce başlatılan ’zorunlu iskán’ uygulamasının tarihi belgeleri ilk kez yayımlandı.

Yazar Hüseyin Aygün’ün kaleme aldığı "Dersim 1938 ve Zorunlu İskán" adlı kitapta yayımlanan ve dönemin İskan Müdürü Dr. Reşat Tanyeri’nin kişisel arşivinden alınan belgelere göre Batı’ya yaklaşık 12 bin kişinin göç ettirildiği görülüyor.

BUGÜNE kadar tarihi belgeleri bulunamayan ’1938 Dersim İsyanı’ ile ilgili bir kitap, dönemin İsmet İnönü Hükümeti’nin aldığı ’zorunlu iskán’ uygulamasıyla ilgili bilgileri günışığına çıkardı. Kitap, İsmet İnönü, Celal Bayar, 1938 Dersim Askeri Harekátı’nın Komutanı General Abdullah Alpdoğan’ın yanı sıra, diğer tüm Dersim raporlarına da yer veriyor. Kitapta yer verilen, dönemin İskan Müdürü Dr. Reşat Tanyeri’nin kişisel arşivinden çıkan 80 ayrı belge, ’zorunlu iskán’ uygulamasının nasıl yaşama geçirildiğini gözler önüne seriyor.

Sürgünden sayılar

Belgelere göre, 1935 yılında adı Tunceli olarak değiştirilen Dersim’den ilk etapta 5 bin kişi, Denizli, Aydın, Bilecik, Bursa, Balıkesir, Isparta, Zonguldak, Kütahya, Burdur, Muğla, Eskişehir, Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ illerine gönderilerek iskánları sağlandı. Sürgün cetveline göre, Elazığ Tren İstasyonu’nda Dersimli bin 246 evden, adı geçen illerin 50 kazasına bağlı 922 köye yerleştirme yapıldı.

Seydo kurtuldu mu

Belgeler arasında yer alan ve Tanyeri imzasıyla Şişli Çocuk Hastanesi Başhekimliği’ne yollanan bir yazı ise, yürek burkan bir akıbeti gözler önüne seriyor. Tanyeri’nin, 3 yaşındaki Mehmet oğlu Seydo, 8 yaşındaki Ali oğlu Veli ve 5 yaşındaki İsmail oğlu Kamerin’in hastanede tedavisini talep eden yazısına, bir gün sonra, "Veli ve Kamerin vefat etmiş; Mehmet oğlu Seydo hastaneye yatırılmıştır" yanıtı geliyor.

Şükrü’nün yalvarışı

Yine kitapta, ’İsmail oğlu Şükrü’nün İstanbul Valiliği’ne yazdığı bir arzu hale de yer veriliyor. Şükrü, bu dilekçesinde, ’terhisinin ardından yol inşaatlarında çalışa çalışa Pülümür’e geldiğini, ancak ailesinin sürgün edildiğini, kendisinin de Tekirdağ’a sürgün kararının çıkarıldığını’ vurguluyor. Dilekçe, "Ailem Araca’da. Bu fakir halimle aile yuvama hasret kalarak mahvolacağımdan, kardeşimin bulunduğu Araca’ya benim de gönderilmekliğim hususuna yüksek müsaade ve delaletinizi derin saygı ile yalvararak dilerim. 4/10/938. Sirkeci’de iskán misafirhanesinde. İsmail oğlu Şükrü" cümleleriyle son buluyor.

Cemal Süreya ve sürgün

YAZAR Hüseyin Aygün’ün kaleme aldığı "Dersim 1938 ve Zorunlu İskán" adlı kitapta, 1931 Tunceli- Pülümür doğumlu ünlü şair Cemal Süreya’nın ailesinin sürgününü anlattığı, "Bizi kamyona doldurdular/Tüfekli iki erin nezaretinde/Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular/Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar/Tarih öncesi köpekler havlıyordu..." dizeleri de epigraf olarak yer alıyor.


...



http://www.kenthaber.com/Haber/kitap/Normal/-dersim-1938-ve-zorunlu-iskan-/0bbca0c7-d791-43ee-a270-315dbe64230e


Resim: http://www.kenthaber.com/Resimler/2009/05/23/fab2473b-5f9b-47bc-b318-77d66bc928ab.jpg



Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
25.06.2009 20:12 (UTC)[alıntı yap]

EROL ÖNDEROĞLU'dan

Hüseyin Aygün'ün "Dersim 1938 ve Zorunlu İskân" Kitabı Çıktı

Dersim Komutanı Alpdoğan, sertlikle yaklaştığı Koçgiri olayları henüz yaşanırken “Dersim’e askeri operasyonu" savunuyordu. Yazar Hüseyin Aygün, kitabında General Alpdoğan’ın raporları ve Dersim hakkındaki düşünceleri topladı.

Erol ÖNDEROĞLU hukuk@bianet.org Tunceli - BİA Haber Merkezi09 Mayıs 2009, Cumartesi

General Abdullah Alpdoğan, 1938 Dersim Askeri Harekâtının komutanlığını yapar. Tunceli Vali-Komutanı ve Dördüncü Müfettiş Abdullah Alpdoğan’ın Dersim ve Kırmanclar hakkındaki düşünceleri çok önemlidir. Zira Alpdoğan’ın düşünceleri, devletin Dersim’e bakış açısını da ortaya koyar.



Dersim’e dönük 1938 katliamının ilk ipuçlarını Koçgiri harekâtı sırasında görmek mümkündür. Harekâtı yöneten Nurettin Paşa ve akrabası Abdullah Alpdoğan, tenkilin Dersim’e doğru genişletilmesi gerektiğini savunur. Ancak o dönemde Dersim’e askeri harekât koşulları henüz yoktur. (Bahadır, 81)



Halkta kanı: Bizi Ermeniler gibi kırıp imha edecekler


7-22 Aralık 1936 tarihinde “Umumi Müfettişler Toplantısı” yapılır. Toplantıya katılan Dördüncü Umumi Müfettiş ve Dersim Komutanı Abdullah Alpdoğan da bir konuşma yapar. Toplantıda diğer şeylerin yanı sıra, dil, ırklar, iskân siyaseti de değerlendirilir.



Abdullah Alpdoğan konuşmasında, 2 Şubat 1936 günü Elaziz’e vararak görevine başladığını, işe başladığı zaman can ve mal emniyeti olmadığını, silahlı çapul kollarının halkı ve köyleri vurduğunu, yol kesip insan öldürdüğünü, karakol bastığını, dışarıdan gelen bazı insanların halkı devlet aleyhine silah kullanmaya ve ayaklanmaya teşvik ettiklerini, göreve başladıkları dönemde halk içindeki duygulardan bazılarının “bizleri Ermeniler gibi kırıp imha edecekler”, “öldürücü havalı yerlere göndermek suretiyle öldürecekler” şeklinde olduğunu söyler.



Toplantıdaki konuşmasında Alpdoğan, Türk kültürünü geliştirmek için “muhacir iskân işini” de değerlendirir. Bölgedeki ovalarda Türk kitleleri meydana getirmek gerektiğini belirten Alpdoğan, mektepler açılmasının önemine de değinir.



Alpdoğan "zorunlu iskan" istedi


Tunceli’deki insanların kasaba ve nahiyelere ve civarına iskânının düşünüldüğünü söyleyen Alpdoğan, “Tunceli’de kalması caiz görülmeyecek insanların Umumi Müfettişlik mıntıkası dışına çıkarılması gerektiğini” belirtir. Böylece Alpdoğan “zorunlu iskân” uygulamasının gerekliliğine dikkati çeker. Konuşmada verilen çok önemli bilgilerden birisi de, henüz Aralık 1936’da Tunceli’de 1.326 talebeli, 37 öğretmenli, 21 mektebin varlığıdır. (Koçak, 256-257)



Dördüncü Genel Müfettiş, Tunceli Vali-Komutanı Abdullah Alpdoğan, 13 Aralık 1937 tarihinde doğrudan Başbakanlığa yazdığı bir raporda, Tunceli’de sürmekte olan inşaatların durumuna ilişkin bilgiler verir.



Rapora göre, “Pülümür’deki kışlaya askeri tabur yerleşmiştir. Danzik’teki karakolun duvar ve betonarme inşaatı tamamlanmıştır. Kızılkilise (Nazımiye) kışlasının inşaatı hâlâ sürmektedir. Mameki’de yapılan kışlalardan birisinin birinci katı tamamlanmış, diğerinin temeli atılmıştır”.



Rapor devamla, pek çok alanda yapımı süren yolların, beton köprülerin, tünellerin yapımı ile ilgili ayrıntılı bilgi verir. Rapor, 11 köy okulunun yapıldığını bildirir. “Elazığ hastanesinin temeli atılmış, müfettişlik binasının projesi hazırlanmıştır”.



Karayolun birleştirilmesi, harekatın habercisi...


Alpdoğan, 1 Haziran 1938’de Tunceli’den Başbakanlığa yazdığı başka bir raporda ise Elazığ-Erzincan karayolunun birleştirilmesi için gereken para ihtiyacına dikkat çekerek “Üçüncü Ordunun önümüzdeki sonbaharda yapılacak harekâtından evvel konuyu halletmek gerektiğini” bildirir. Alpdoğan, gereken tahsisatın bir an evvel gönderilmesi gerektiğini belirtir. (Cemil Koçak, 2003, 249, 250, 251)



Abdullah Alpdoğan’ın raporları askeri hazırlıklara, inşa edilen yol, karakol, kışla, okul, müfettişlik binaları, hastane vb. hakkında bilgiler içerir. Harekâtların başarısı için gereken tahsisatları sıralar.



Dersim Komutanı ve Dördüncü Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan, 1938 askeri harekâtından sonra, Bingöl’ün Kiğı ilçesinde yaptığı bir konuşmasında “daha önce Tunceli’ye yerleşen gizli Hıristiyan Ermeniler vardı, bunlar adlarını değiştirmiş ve sanki Türkmüş gibi yaşamışlardı, Dersim İsyanı’nda bunların parmağı vardı, bunlar her türlü anarşinin, kargaşanın, pisliğin içindeydi” sözlerini sarf eder. (Bahadır, age, 81)



Dördüncü Genel Müfettiş ve Dersim Komutanı-Valisi Abdullah Alpdoğan, henüz çok erken bir dönemde meydana gelen Koçgiri olaylarında dahi Ordunun sert uygulamalarına imza atar. Yukarıda belirtildiği gibi henüz Koçgiri askeri harekâtı devam ederken, “Dersim’e askeri operasyon gerekliliği” tezini savunur.



Aygün'ün "Dersim 1938 ve Zorunlu İskân" Kitabı çıktı


Bingöl’deki konuşmasında “1938’de Ermenilerin kışkırtmasından” söz eden Alpdoğan, Dersimlilerin “bizi Ermeniler gibi öldürecekler” kaygılarının yersiz olmadığını ortaya koyar. Alpdoğan, öte taraftan Dersimlilerin “Umumi Müfettişlik mıntıkası dışındaki nahiyelere ve kasabalara sürgün ve zorunlu iskânını” da gerekli görür.



Hukukçu-yazar Hüseyin Aygün'ün Dipnot Yayınları'ndan henüz çıkan "Dersim 1938 ve Zorunlu İskân" Kitabı, 1938'de Tunceli ve bölgesindeki halkının karşı karşıya kaldıkları "kirli hazırlıkları" ilk kez yayımlanan onlarca fotoğraf ve belgeyle gün ışığına çıkarıyor. (EÖ





http://bianet.org/bianet/biamag/114400-huseyin-aygunun-dersim-1938-ve-zorunlu-iskan-kitabi-cikti

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 242
Bütün postalar: 600
Bütün kullanıcılar: 695
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden