Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  Dersim 94-95
 


 

Dersim 1994-1995 Köylerimizin Yakılması, İmha  ve Sürgün


 

Dersimi Unutma

Aştı, yeryüzünün kızartısı, günbatımı rengini…
Akan kandır: oluk oluk bebelerden, yaşlılardan…

Aştı, dağların uğultusu, gök gürültüsünü…
Döven top mermileridir: göğüsleri, alınları.
Akan kandır; döven top mermileri
O mazlum halkı, o öksüz vatanı…

Derinleşti Laç Deresi, Harçik Çayı, Zilan…
Yükseldi Halis Dağı, Haydaran, Munzur…
Akan kandır, döven top sesleri, mahzun vatanı…

Aksakallar, ölü canlar, kundak bezleri
İnim inim kan içinde kaynadı;
Günlerce yaraları yaladı zulüm rüzgarı;
Analar yavrular için, yavrular bacılar için
Gökyüzünün yıldızınca ağladı…

Akan kandır, Dersim’i unutma yoldaş;
Bin kat daha akıtılsa, savun nazlı vatanı…

Nihat Behram

 

 

 

21/9/2009 – Hasan Sesoğlu (Kozluca Köyü Muhtarı)

1994′te köylerimize askeri operasyonlar başladı. Karakol komutanı bizi çağırdı; “Köyleri boşaltın, mezralar ile birleştirip köy-kent yapacağız” dedi. Sonra Ali Boğaz mıntıkasını jetlerle bombaladılar. O günlerde beni alıp helikoptere bindirdiler, yarbayın yanına götürdüler. Yarbay:
“Muhtar, Başbağlar Köyü’nü neden bastınız?” dedi.
O günlerde bizden de beş kişi yargılanıyordu. Cevap veremedim, tekrar sordu:
“Senden cevap istiyorum” dedi.
Aramızda karşılıklı bir diyalog gelişti, bana sordu:
“Alevi misin, Sünni misin?”
“Aleviyim!”
“Ayrı bir dilin var mı?”
“Var!”
“O ana dil ile, ‘Mühür kimde ise, Sultan Süleyman odur’ de.”
“Mor ke kami dero, Sultan Suleyman owo!”
“Muhtar konuştuğun dil Türkçedir!” dedi…
Sonra köyde çatışma çıktı… ‘Üç asker vurulmuş! bahanesi ile bizi karakola götürdüler, falakaya yatırıp bizi meşe sopaları ile dövdüler. “Köyleri boşaltın” diye baskı yapıp tehditler savurdular. 20 yaşındaki oğlumu da askere yollamıştım, devlete vatandaşlık görevimizi yapıyoruz, yine de bize reva görülenlere bakın… Köylerimiz boşaltılınca Hozat’a sığındık. Belediye’nin bir düğün salonu var, 18 haneye göre hasırlarla bölümlere ayırarak içine yerleştik, her bölüm 3-4 metrekare. Her ailede var en az 5-6 kişi… Yatak sermeye bile yer yok… Hava soğuk, ısınma yok, banyo yok, tuvalet yok… Ayrıca yokluk ve sefalet içindeyiz…

 

 

 

 

Köy Boşaltmadan Kaynaklanan Zararlar – Sorunlar

Çatışma ve şiddet ortamı ortadan kalkmadıkça, bölgedeki mayınlar temizlenmedikçe, “güvenlik kaygıları” da “mülkiyet hakkı ihlalleri” de sürecek. Her koşulda, yerinden edilmiş kişilere ekmekleri ve özgürlükleri artık geri verilmeli.

 
Tunceli – BİA Haber Merkezi
05 Nisan 2008, Cumartesi
 

Tunceli’de Temmuz 1987′de Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi ve OHAL resmi olarak Temmuz 2002′de kaldırıldı.

OHAL sürecinde ulusal ve uluslararası hukuka aykırı olarak 285 sayılı Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile OHAL Bölge Valiliği kuruldu ve yine hukuksal normlara aykırı olarak OHAL Valisi’ne sınırsız, “padişah yetkileri” verildi.

Bu yetkilerden biri de Kararnamenin 4. maddesindeki, “Olağanüstü Hal Bölge Valisi güvenlik yönünden gerekli düzenlemeleri yapabilmek için geçici veya sürekli olarak görev alanı içinde bulunan köy, mezra, kom ve benzeri yerleşim birimlerini boşalttırabilir, yerlerini değiştirebilir, birleştirebilir ve bu maksatla gereken kamulaştırma ve diğer işlemleri re’sen ve ivedilikle yapabilir” yetkisi.

Bu yetkiye rağmen Tunceli ilinde Güneydoğu’nun bir kısım illerinde olduğu gibi köy boşaltma uygulamaları 90’ların ortalarında güvenlik görevlilerince fiili olarak yapıldı.

(Bir not düşelim: Tunceli’de, büyük acıların, yıkımların yaşandığı Tunceli Kanunu,1937-38 sürecinde zorla yurtlarından edilen kişiler bile batının çeşitli vilayet ve kazalarında iskan edildi. Yani aradan geçen onca zamana rağmen yerinden yurdundan etme anlayışı devam etti ve 90’larda yerinden yurdundan etme pratiği herhangi bir politika üretilmeksizin ekonomik ve sosyal tedbirler alınmaksızın keyfi olarak yapıldı.)

90’larda köylülerin bir kısmıysa “güvenlik kaygıları” ile köylerini boşaltmak zorunda kaldılar. Şöyle ki, faili meçhul(!) cinayetler, “hukukdışı, keyfi ve kısayoldan infazlar” ve kayıplar “güvenlik kaygıları”nın temel sebeplerindendi.

(Bu olaylardan sadece biri: Tunceli, Gökçek Köyü’nde 1994′ün Eylül sonlarında Hıdır, Hatun, Elif, Yeter Işık ile Düzali, Gülizar, Dilek Serin (üç yaşında) isimli yedi kişi askeri bir operasyon sürecinde kayboldu(!). Ailesinin akıbetini öğrenmek için köye giden Ali Işık’ın ise çıplak ve başı ezilmiş vaziyetteki cesedi bir süre sonra köy civarında bulundu. Bu olay hâlâ dehşetini koruyor.)

Tunceli’de 40 bin 933 kişi tahliye edildi

Güneydoğuda yerinden edilenlerin sorunlarını ve alınacak tedbirleri araştırmak için kurulan “Doğu ve Güneydoğu Anadoluda Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu”nun 14 Ocak 1998 tarihli raporuna göre Tunceli’de 183 Köy 823 mezradan tahliye edilenlerin sayısı yaklaşık 40 bin 933 kişi.

Tabii ki gerek boşaltılan/boşalan köy ve mezra sayısı ve gerek göç eden kişilerin sayısı ile mal varlıklarına ulaşamayan kişilerin sayısının daha fazla olduğu açık. O süreçlerde ilgili mercilere başvuru halinde “misilleme”yle karşılaşılabileceği yönündeki yoğun endişe, “etkili iç hukuk” yollarının bulunmayışı v.s. sebeplerle köy boşaltma pratiğinden kaynaklı hukuki -cezai sonuç alınamadı.

Diyarbakır’da da benzer durumların yaşanması sonrasında zarar görenler direkt olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdular. AİHM köy yakma/boşaltma pratiği, malvarlıklarına ulaşamama olgusu sonucunda oluşan zararların tazmini açısından Türkiye aleyhine karar verdiği ilk dava olan Akdıvar ile Selçuk ve Asker kararlarında sorumlu hükümete, ihlali sona erdirmek ve ihlalin neden olduğu sonuçları ortadan kaldırarak, ihlalden önceki durumu yeniden sağlamak borcunu yüklediğini belirtti.

Eş anlatımla köy yakma/boşaltma pratiğinin doğrudan ve dolaylı sonucu olan tüm zararların karşılanması gerekliliğine karar verildi. Bu zarar kalemleri içerisinde konutlar ve  bunların müştemilatlarına dair zararlar, bağ, bahçe, ağaçların, tarlaların v.s. tahrip olması, ürün elde edilememesi olgularını kapsayan zararlar mütalaa edildi.

AİHM’ binlerle ifade edilecek başvuru yapıldı

Sonraki süreçte AİHM’ce verilen birçok karar gereğince, Türkiye, “köy boşaltma/yakma pratiği” nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Özel hayatın ve aile hayatının korunması”, “Etkili başvuru hakkı”, “Mülkiyetin korunması” gibi hükümlerini ihlal ettiğinden zarar görenlere ağır tazminatlar ödemek zorunda kaldı.

O tarihlerde AİHM’e yapılan başvurular binlerle ifade edilmeye başlanmıştı.

Türkiye’nin Avrupa Birliğine (AB) Katılım Sürecine İlişkin 2003 İlerleme Raporu’nda, “Yerleri değiştirilmiş kişilerin durumu hâlâ hassas. Bu kişilerin büyük bir kısmı şehirlerin civarlarında ve büyük köylerde aşırı derecede kötü koşullarda yaşıyorlar. Sosyal ve ekonomik sorunlar şiddetini koruyor, işsizlik oranı çok yüksek” deniyor.

Gerek Türkiye aleyhine AİHM’e yapılan başvuruların fazlalığı ve gerekse de Avrupa Konseyi’nin ülke içinde yerinden edilmiş kişilere dair yaptığı tespitler sonrasında kamuoyunda “Zarar Tazmin Yasası” olarak bilinen yasa  27 Temmuz 2004′te yürürlüğe girdi.

Bundan sonra AİHM, Tunceli – Eğrikavak Köyü’nden Aydın İçyer‘in yaptığı başvuruyu pilot dava olarak inceledi. Bu davada hükümet 5233 sayılı yasa kapsamında özellikle Tunceli – Boydaş Köyü’nden olan bir kısım şahsa yapılan ödemeleri delil olarak sundu.

Netice olarak, AİHM “tazminat yasası”nın “mal ve mülküne ulaşamayanlar bakımından etkili bir iç hukuk yolu olduğunu” ileri sürerek başvuruyu kabul edilemez buldu.

Fakat  5233 sayılı yasa ihlalden önceki durumu yeniden sağlamak borcunu karşılayıcı değil. Tazminat miktarları zararları tam karşılamadığı gibi kira-hayvancılık gibi zarar kalemleri de 5233 sayılı yasanın 7. maddesine rağmen karşılanamamakta.

Türkiye’nin AB’ye Katılım Sürecine İlişkin 2004 Yılı İlerleme Raporu’nda, “Başvuruların kabul edilmesi ve değerlendirilmesine ilişkin kriterler Kanunun kapsamının oldukça daraltılmasına yol açabilecek” tespitinde bulunuldu.

Yerinden edilmişlere özgürlükleri geri verilmeli 

Sorun şu ki Tunceli’de süregelen çatışma ve şiddet ortamı, Ottowa Sözleşmesi ile yasaklanan kara mayınları, serbest patlayıcılar sebebiyle kişiler hala malvarlıklarına ulaşmada “güvenlik kaygıları” sebebiyle ciddi sıkıntılar yaşıyor.

Sonuç olarak, çatışma ve şiddet ortamı ortadan kalkmadıkça, bölgedeki anti- personel mayınları temizlenmedikçe, serbest patlayıcılar imha edilmedikçe “güvenlik kaygıları” da “mülkiyet hakkı ihlalleri” de devam edecek.

Çatışma ve şiddet ortamı ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik olarak ağır maddi manevi zararları süreklileştirecek.
Her koşulda, yerinden edilmiş kişilere ekmekleri ve özgürlükleri artık geri verilmeli. (BY/GG)

* Avukat Barış Yıldırım, İnsan Hakları Derneği Tunceli Temsilcisi

http://bianet.org/biamag/insan-haklari/106010-koy-bosaltmadan-kaynaklanan-zararlar—sorunlar

 

 

 

 

 

Tuncelililer köylerine geri dönmek istiyor

Tuncelililer yıllar önce yakılan köylerine geri dönmek istiyor. Köylüler, devletin adım atmasını bekliyor.

Bir gecenin sabahına kül olmuş evleri, bağları bahçeleri ile uyanan Tuncelili köylüler, yıllardır özlem çektikleri köylerine geri dönmek istiyorlar. Yıllardır, köylerinin havası, suyunun hayalini kuran Tuncelililer, devletin ödeyeceği tazminatlara ihtiyaçlarının olduğunu dile getiriyorlar.Köylerinin yakılmasını, nasıl baskı gördüklerini gazetemize anlatan Tuncelililer, baskılarla mücadele etmek ve birlik olmak için dernekleştiklerini ifade ettiler. Karataş, Avşar, Mercan Vadisi, Yarımvadi, Cevizlidere, Yenikonak, Ziyaret ve Kozluca köy dernekleri ile Munzur Çevre Derneği yöneticileri, hem kötü anıları andılar hem de taleplerini anlattılar.Baskı gördük’Köyleri yakılmadan önce sürekli baskı gördüklerini söyleyen Karataş Köy Derneği Başkan Yardımcısı Yusuf Kul, Yeşil kod adlı ‘Mahmut Yıldırım’ın sürekli köylerine gelmesini buna örnek olarak gösterdi. Köy yakmaları sırasında birçok vatandaşın ateşler içinde kaldığını belirten Kul, köyler yakılmadan önce Karataş köyüne devlet tarafından 9 tane ‘havan topu’ atıldığını iddia etti. Atılan bu havan topları nedeniyle 7 yaşındaki bir kızın yaşamını yitirdiğini, 7 kişinin de çeşitli yerlerinden yaralandığını söyleyen Kul, devletin ise ‘bu havan toplarının PKK tarafından atıldığını’ açıkladığını anlattı. Savcının Karataş köyüne gelerek yaptığı araştırmalar sonucunda havan toplarının ‘askere’ ait olduğunun ortaya çıktığını ifade eden Kul, küçük kızın ailesinin AHİM’e başvurduğunu ve hükümetin aileye tazminat ödediğini söyledi.

 

 

 

‘10 dakika süre verdiler’

 

Aynı yıl köylerinin yakıldığını belirten Kul, üstelik bu konuda açılan davalarda geçim kaynakları olan ‘hayvancılığın’ kabul edilmediğini vurguladı. “Yani hayvancılıkla biz geçinmiyormuşuz. Ben o köyün aynı zamanda muhtarı olduğum için biliyorum. Hayvancılık kredisi çektiğimize dair Ovacık Ziraat Bankası’nda köye ait hayvan sayısal cetveli mevcuttur. Her hanenin kaç hayvanı olduğu o kayıtlarda yer alıyor” diyerek tepki gösteren Kul, sözlerine şöyle devam etti: “Geçim kaynağımız kesinlikle hayvancılıktır. Devlet bunu bile bile inkar ediyor.” Köyleri yakıldığında, Bolu İndirme Tugayı, Kayseri Hava İndirme Tugayı ve kendi köylerinde bulunan karakoldaki askerlerin köylerine geldiğini anlatan Kul, askerlerin kendilerine “10 dakika size süre veriyoruz. Köyleri boşaltın, evleri yakıcağız” dediğini iddia etti.

 

 

Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in valiliklere gizli bir genelge gönderdiğini iddia eden Yusuf Kul, bu genelgede ‘Terörü bitirmek için ne yaparsanız yapın. Köyleri mi yakıyorsunuz, yoksa insanları mı öldürüyorsunuz; ne yapıyorsanız yapın” yazdığını savundu.

‘Terörden değil devletten zarar gördük’

Evleri yakıldıktan sonra bazı köylülerin Ovacık’taki çığ mağdurları için yapılan ‘sosyal konutlara’ ve yakın okullara sığındığını dile getiren Kul, daha sonra da İstanbul’a göç etmek zorunda kaldıklarını anlattı. “Bu devlet o bölgeye yönelik 1926 ve 1994’te de aynı katliamları, yakıp yıkmaları gerçekleştirdi. ‘Dersim Olayı’nda da köyler yakılmış, yıkılmış ve insanlar sürgün edilmişti. En azından 7 sene sürgünde kalmışlar. Devlet sürgünde kalanlara yer vermiş, geri dönmek isteyenlere de hayvan almak ve yer edinmek için belli para vermiştir” diye konuşan Yusuf Kul, davalarını AİHM’e taşıdıklarını ve AHİM’in de Türkiye’yi haksız bulduğunu söyledi. Devletin örnek köy olarak gösterilen Boydaş köyüne 150 milyar tazminat ödediğini, ancak kendilerine henüz ödeme yapılmadığını açıklayan Kul, “Devlet oralara para ödedi. Devlet bu paraları ödedikten sonra peşinden ne yaptı? Bu süreyi uzattı. Bununla ilgili ‘terörden zarar görenler’ diye terör yasası çıkarttı. Sözde bunları kapsama alacak. Şimdi terörden çıkması gereken yasa süresini uzattı ve 5230 sayılı bir yasa çıkarttı. Terörden dolayı zarar görenler…” dedi.

 

 

Terörden zarar görmediklerine dikkat çeken Kul, kendilerine devletin zarar verdiğini, devletin askerlerinin köylerini yaktığını ileri sürdü. Köy yakmalardan hemen sonra ‘Ovacık Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını kaydeden Kul, “O dönemin başbakanı Tansu Çiller, PKK helikopterlerinin köyleri yaktığını söyledi” diye konuştu. Kendilerine para vereceklerini buna karşılık olarak da ‘PKK’nin köyleri yaktığını söyleyin’ dendiğini anlatan Kul, “Kendi köyümün karakol komutanımı tanıdım, o da olayın içinde. Biz bu yasadan dolayı mağdur olduk. Köy olarak yakarak zarar görmek dışında da sorunlar yaşanmıştır. Ovacık’ın merkezini, 76 muhtarlığın 35 muhtarlık olduğunu düşünün. Boşaltma sonucu esnaf da zarara uğramıştır. Sonuçta, insanlar köyünü terk ediyor. Alım gücü düşmüştür, eskisi gibi çok insan da yok. Ondan dolayı herkes bir şekilde bu olaydan zarar görmüştür. Devlet tarafından 17 köy yakılmıştır” diyerek köy yakmalarını anlattı.

‘4 gün aç kaldım’

Mercan bölgesine bağlı Yarımkaya köyünden Fatma Demir ise yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarına hakim olamadı. Düşündükçe ağlamak istediğini anlatan Demir, 9 çocuk annesi.

Köyleri yakıldıktan sonra İstanbul’a göç etmek zorunda kaldıklarını belirten Demir, “Sorun çoktur. Devletten para da almadık. kaldık, susuz kaldık. Evde 4 gün ekmeksiz kaldığımız zaman da oldu. Ağlamam geliyor bunları düşündükçe. Daha neler gördük bizler. Ama devletten çöp dahi alamadık” diye konuştu.

 

Askerlerin evini boşaltmasına izin vermediğini dile getiren Yarımkaya köyünden Hüseyin Demir ise “Bizi harmana topladılar, kimliklerimizi aldılar. Bizim oranın askerleriyle köyün muhtarı Rıza Çubuk, Şahin Kınıklı, Yazıalan köyünden Kenan Konuk’u asker beraberinde getirdi. Bizi ormanlık alanda uzaklara götürdüler. Burada 2 saat oturacaksınız dediler. Onlarla gelen Şahin Kınıklı, Rıza Çubuk ve Kenan Konuk’u ise asker tekrar beraberinde götürdü. Onları götürdükten sonra çayırlıkta, çıplak şekilde dövdüler. Giysilerini giydirmeden köylüler ‘onları görsün’ diye ‘O şekilde gidin’ dediler” şeklinde konuştu.

 

Köye döndüklerinde sadece dumanla karşılaştıklarını ifade eden Demir, askerlerin kendilerine, ‘24 saat içinde burayı boşaltın, burada canlı varlık görmeyeceğiz’ dediğini iddia etti. (İstanbul/EVRENSEL)

‘Çok zorluk çektik’

Askerin terörden daha beter olduğunu anlatan Karataş köyünden Halil Kırmızı, Osman Üstteğmen adında bir askerin köye gelerek kendilerinden davar kesmelerini istediğini belirtti. Askerin köye geldiğinde telefon tellerini kestiğini söyleyen Kırmızı, bu nedenle köyleri yanarken kimseden yardım isteyemediklerini kaydetti. Evi yakılırken eşyalarının bir kısmını kurtarabildiklerini, onların da yolda kaybolduğunu dile getiren Kırmızı, devletten ise yardım alamadıklarını vurguladı. Halil Kırmızı ve ailesi de Ovacık’taki camı ve kapısı olmayan ‘sosyal konutlara’ sığınmışlar. Burada bir hafta kaldıktan sonra İstanbul’a göç etmek zorunda kaldıklarını vurgulayan Kırmızı, İstanbul’da çok zorluk çektiklerini ifade etti.

 

 

‘Hakkımızı arayacağız’

Yakılan ilk köylerin Mercan Vadisi’nde bulunan köyler olduğunu belirten Mercan Vadisi Yarımkaya Köy Derneği Başkanı Seyfi Çaresiz ise bu köylerin yakıldıktan sonra ‘tekrar dönmemek üzere’ boşaltıldığını vurguladı. Tunceli’de yakılan köylerde hâlâ bitki yetişmediğine dikkat çeken Çaresiz, o dönemde köylerinde kimyasal maddeler yakıldığının iddia edildiğini söyledi. Bu konuda hiçbir araştırma yapılmadığını belirten Çaresiz, ancak az da olsa yetişen meyve ve sebzelerde şekil bozukluğu olduğunu kaydetti.

Tunceli’de yakılan ve yıkılan köylerin devlet tarafından mutlaka onarılması gerektiğini belirten Çaresiz, insanların köylerinde yaşamaya devam etmeleri için sonuna kadar haklarını arayacaklarını söyledi.

Devlet ayıbını görmeli

1994’teki köy yakmaları ve köy boşaltmaları Tunceli’nin muhalif kimliğinin yok edilmek istenmesi olarak anlamlandıran Karataş Köyü Dernek Başkanı Ercan Kırmızıtaş, köyleri-evleri yakılan köylünün canlarını bile zor kurtardığını ifade etti. İnsanların zorunlu göçe zorlanarak Tunceli’nin insansızlaştırıldığını vurgulayan Kırmızıtaş, yaşanan bu adaletsizliğe karşı bütün köylüler bir araya gelerek dernekleşme yolunu seçtiklerini söyledi. Devletin bu ayıbı temizlemesini istediklerini kaydeden Kırmızıtaş, Türkiye’de iç hukuk yolunu tükettikten sonra AHİM’e başvurduklarını aktardı. Ancak bir süre sonra AHİM’in davanın dostane bir şekilde sonlandırılması için dosyaları tekrar Türkiye’ye iade ettiğini anlatan Kırmızıtaş, bu süreçte ise devletin keyfi bir tutum takındığını dile getirdi.

Tunceli Valiliği tarafından dosya sahipleri ile birebir ilişkiye geçilmeye başlandığını anlatan Kırmızıtaş, emsal teşkil eden Boydaş köyüne verilen tazminatların dörtte birinin köylülere verilmek istendiğini belirtti. İnsanların zor durumlarından yararlanarak tazminat taleplerinin yok denecek meblağlara dönüştürülmeye çalışıldığını vurgulayan Kırmızıtaş, köylerine dönerek köylerini imara açmak istediklerine dikkat çekti. Bunun için de devletin ödeyeceği tazminatlara ihtiyaçları olduğunu söyleyen Kırmızıtaş, “Biz kesinlikle 9-10 milyar gibi tazminatları kabul etmiyoruz, bu süreçte insanlarımızın tek tek aranmasını da istemiyoruz. Zaten biz hızlı bir şekilde köylülerimize ulaşıyoruz. Dernek yöneticileri olarak devletin bizi muhatap almasını ve insanların mağduriyetlerinin bir şekilde kabul edilmesini istiyoruz. Zaten devlet, tazminat taleplerini kabul etmesiyle yaptığı ayıbı üstleniyor” dedi.

Karataş, Avşar, Mercan Vadisi Yarımvadi Köyü, Cevizlidere, Yenikonak, Kozluca, Ziyaret Köy’ün de aralarında bulunduğu köy dernekleri ve Munzur Çevre Derneği’nin de katılımıyla kitlesel basın açıklaması düzenleyen ‘Munzur Köy Dernekleri’ kamuoyuna seslerini duyurmak istiyor. Bu nedenle Ankara’ya giderek burada da kitlesel basın açıklaması düzenleyecek olan köy dernekleri, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dan randevu talebinde bulunacak.

Eylem Lodos

http://www.tumgazeteler.com/?a=2664864

AYIN TARİHİ (EKİM 1994)

6 EKİM 1994

5- SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, Tunceli’deki güvenlik güçlerinin, PKK’ya karşı yürüttüğü operasyonlar sırasında bazı vatandaşların evlerini yaktığı ve göçe zorlandığı iddiaları üzerine Devlet Bakanı Esat Kıratlıoğlu ile birlikte bölgeye giderek inceleme kararı alırken; İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, “Operasyonlarda sıkışan PKK’li töröristler, evleri yaktı” dedi.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nce de, çıkan çatışmalarda sadece teröristlerin bulunduğu bazı evlerin yandığı bildirildi.

 8 EKİM 1994

3- SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, güvenlik güçlerinin PKK’ya yönelik operasyonlar sırasında bazı köylerin boşaltılması ve yakılması iddiaları üzerine Tunceli’nin Ovacık ilçesine yaptığı ziyarette, PKK’ya karşı girişilen operasyonlardan yöre halkının da etkilenmesinden üzüntü duyduklarını belirterek, bu konuda yapılabilecek her türlü yardıma hazır olduklarını bildirdi.

9 EKİM 1994

3- SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın’ın yakılan köylerle ilgili incelemeler yapmak üzere gittiği Tunceli gezisi sona erdi.
SHP Genel Sekreteri Fikri Sağlar, bölgede yapılan operasyonlar sonucu 218 evin yakıldığını 1034 yurttaşın evsiz kaldığını belirterek, bu yurttaşların can ve mal güvenliklerinin bulunmadığını bildirdi.
10 EKİM 1994

 

5- İnsan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu Tunceli’ye bağlı köylerin boşaltılması ve yakılması ile ilgili Cumhuriyet gazetesine değerlendirmelerde bulundu.

8- CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin Parti Genel Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenleyerek, Tunceli’de bazı köylerin devlet güçleri tarafından yakılması ile ilgili olarak İçişleri Bakanı’nın olayları saptırma gayreti içinde olduğunu savundu.

11- Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’ nden yapılan açıklamaya göre, güvenlik kuvvetlerinin bölgede yaptığı operasyonlar sırasında Tunceli, Batman, Elazığ ve Van’da toplam 25 PKK’lı terörist öldürüldü. Çatışmalarda 9 güvenlik görevlisi de şehit oldu.

11 EKİM 1994

3- ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Tunceli’deki köylerin devlet tarafından yakıldığını açıklayan insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu’nu eleştirerek, “Bunu söyleyen bir bakanın mensup olduğu partinin, demokratikleşmeden yana olduğundan söz edilebilir mi?” dedi.

4-

SHP Grup Başkanı Seyfi Oktay da konuşmasında Tunceli’deki olayları, “devlet içindeki gizli bir elin” yarattığını söyledi

7- DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit Ankara’da yaptığı açıklamada, devletin Tunceli’de can ve mal güvenliğini sağlayamaz durumda olduğunu iddia etti.

12 EKİM 1994

3- İçişleri Bakanı Nahit Menteşe TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Tunceli’nin Ovacık ilçesine bağlı çok sayıda köyün yakılması ve Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu’nun Cumhuriyet gazetesine yaptığı “Devlet yaktı” açıklaması ile ilgili olarak, “Devlet’in masum insanları korumak için bölgede bulunduğunu, ev ve orman yakmasının söz konusu olamayacağını” söyledi.

8- Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nden yapılan açıklamaya göre, Diyarbakır, Hakkari, Bingöl, Siirt, Van, Tunceli ve Elazığ’ın kırsal kesimlerinde güvenlik kuvvetleriyle çatışmaya giren 5′i kadın 34 terörist öldürüldü.

14 EKİM 1994

5- İçişleri Bakanı Nahit Menteşe yaptığı yazılı açıklamada, Tunceli’de yakıldığı iddia edilen köylerden bazılarına hiçbir güvenlik kuvvetinin girmediğini vurgulayarak, iddiaları “Bölgede güç durumda kalan teröristleri korumaya yönelik girişimler” olarak değerlendirdi.

Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada da, köylerin teröristler tarafından yakıldığı belirtilerek, yanan bazı köylerde operasyon yapılmadığı bildirildi.

Öte yandan insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu yaptığı yazılı açıklamada, ‘Tunceli’nin Ovacık ilçesinde güvenlik güçlerince yapılan operasyonlar sırasında 15 köyün tamamen yakıldığı yönünde bir faks dilekçesi aldım” dedi.

15 EKİM 1994

8-

Güvenlik kuvvetlerince Tunceli, Siirt ve Şırnak’ta gerçekleştirilen operasyonlar sırasında çıkan çatışmalarda 8 terörist öldürüldü. 

 16 EKİM 1994

2- İçişleri Bakanı Nahit Menteşe Tekirdağ’da yaptığı açıklamada, Tunceli’deki köylerin PKK tarafından yakıldığını belirterek, devletin bu olaylarda sorumluluğunun kesinlikle bulunmadığını söyledi.

18 EKİM 1994

9- Olağanüstü Hal Bölge Valiliği tarafından yapılan açıklamada, Şırnak’ın Dereler ve Silopi ilçelerinde biri kadın 4, Tunceli’de 2, Bitlis’in Hizan ve Muş’un Hasköy ilçesi kırsal kesimlerinde birer olmak üzere toplam 8 teröristin öldürüldüğü bildirildi.

 19 EKİM 1994

3- Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın, SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın’a yaptığı ziyaretinde, Tunceli’deki köylerin yakılması olayları değerlendirildi.

Karadayı, Tuceli’de bazı köylerin askerler tarafından yakıldığı iddialarının araştırıldığını, savların doğru çıkması durumunda suçluların yargıya sevk edilmesinden endişe duyulmamasını istedi. Karayalçın’ın isteği üzerine görüşmeye katılan Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya yurttaşların anlatımlarına dayanarak, “köylerin askerler tarafından yakıldığı” yönünde açıklamalar yapıldığını söyledi. Karayalçın da köy yakma olaylarında “kuşkulu noktalar” bulunduğunu belirterek, amaçlarının bunları aydınlatmak olduğunu söyledi.

 20 EKİM 1994

6- TBMM İnsan Haklarını inceleme Komisyonu, TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un istemi üzerine toplandı. Komisyonun toplantısında, köy yakma olayları ile ilgili olarak Tunceli’de inceleme yapılması ilke olarak benimsenirken, olayları araştıracak heyetin oluşumu salı günkü toplantıya bırakıldı.

Bu arada Tunceli’nin Ovacık ilçesine bağlı köylerde, PKK’ya karşı yürütülen operasyonlar sırasında güvenlik güçlerince evlerinin yakıldığını öne süren yurttaşların yaptığı suç duyurusu üzerine, Ovacık Cumhuriyet Savcılığı’nca soruşturma başlatıldı.

25 EKİM 1994

2- Başbakan Tansu Çiller DYP grup toplantısında yaptığı konuşmada, Tunceli’de köylerin askerlerce yakıldığı söylentilerinin “çok tehlikeli” olduğunu belirtti. Çiller, ayrıca, başlatılan yatırım hamlelerinin süreceğini söyleyerek “Hedefimiz her vilayete bir havaalanı ve üniversite, kıyısı olan kentlere de liman” dedi.

5- İçişleri Bakanı Nahit Menteşe TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun toplantısında, yakılan köylerle ilgili olarak yaptığı açıklamada, köylerin PKK tarafından yakıldığını bildirerek, güvenlik güçleri tarafından yakıldığı iddia edilen köylerin bazılarının operasyon bölgesi dışında olması nedeniyle bu köylere güvenlik güçlerinin hiç girmediğini belirtti.

Bu arada İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu tarafından, Tunceli’deki köy yakma olaylarını yerinde incelemek üzere 5 kişilik bir heyetin bölgeye gitmesi kararlaştırıldı.

27 EKİM 1994  

2- Başbakan Tansu Çiller Tunceli’nin Ovacık ilçesinden gelen ve köyleri yakılan 10 muhtarı TBMM’de kabul etti. İnsan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu ve SHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya’nın da bulunduğu kabulden sonra Yerlikaya, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

30 EKİM 1994 

2- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın, Milliyet gazetesinin çeşitli konulardaki sorularını yanıtladı. Karayalçın Tunceli’de köylerin yakılması konusundaki bir soruya karşılık, “Köyleri devlet yakmaz deyip kenara çekilmek bizi sorumluluktan kurtarmaz. Olayı Milli Güvenlik Kurulu’na götüreceğim” dedi. 

10- ANAP Genel Başkan Yardımcısı Rüştü Kazım Yücelen Ankara’da düzenlediği basın toplantısında, Başbakan Tansu Çiller’in ‘Tunceli’de köy yakma olaylarına karışan helikopterlerin bir başka güce ait olduğu” şeklindeki açıklamasını eleştirerek, “Başbakan bu konuda daha doyurucu bir açıklama yapmalıdır. Eğer Türkiye’de üslenmiş bir gücün helikopteri varsa Türk milletine açıklanmalıdır, yoksa Başbakan istifa ederek Türkiye’den ayrılmalıdır” dedi.

31 EKİM 1994

- Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nden yapılan açıklamada, Tunceli’nin Pülümür ilçesinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada 24 kişi öldürüldü. 

http://www.byegm.gov.tr/ayintarihidetay.aspx?Id=185&Yil=1994&Ay=10

 

 

 http://dersimzaza.wordpress.com/dersim-1994-95/

 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden