Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - ERZİNCAN CEPHESİNDE DURUM

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => DERSİM ve DERSİM SOYKIRIMI => ERZİNCAN CEPHESİNDE DURUM

<-Geri

 1 

Devam->


Z.Dersim (Ziyaretçi)
29.05.2009 23:33 (UTC)[alıntı yap]


KILIÇKAYA'NIN (SURBAHAN) GEÇMİŞİNE
BİR BAKIŞ


Cansa Düzgünkaya'nın anılarından derlenmiştir
(Resim: http://www.geocities.com/PicketFence/9325/cansa.jpg)
--------------------------------------------------------------------------------



Başlarken

Birinci Dünya Savaşı Dönemi

Rus işgal kuvvetleri Erzincan’a doğru ilerlerken

Erzurum cephesinde olan kılıçkayalılar

Erzincan'ın Kurtuluşu Öncesinde Erzincan’da Yaşananlar

Erzincan'ın Kurtuluşu

Kıtlık Dönemi

Yüzyılın Başlarında Amerika’daki Kılıçkayalılar

KEMOLAR OLAYLARI


--------------------------------------------------------------------------------


Başlarken
Bu bölüm Cansa Düzgünkaya'nın Surbahan’ın (Kılıçkaya) geçmişine dair anlattığı olaylardan derlenerek sunulmuştur. Sunu elde edilen bilgilerin bazı yorumlarını da içerir. Anlatım sırasında, dönemin yaşam şartlarını da yansıtmak için, bazı kişiler zaman zaman mercek altına alınarak, ayrıntılar verilmiştir. Yazılanların amacı hiç kimseyi, milleti, zümreyi, grubu, inancı veya herhangi bir kurumu vb. yargılamak değil, olabildiğince gerçeği, olduğu gibi yansıtmaktır.

Cansa Düzgünkaya’nın iyi bir hafızaya sahip olduğunu, anlattığı olaylarda, yer, zaman ve kişi isimleri ile geniş detay verebilmesinden çıkarabilirsiniz. Olayların ilk 1914-1930 arasında geçen bölümü, kendisine başkaları tarafından anlatılmış olaylardır ki, bunlar yaşayanların kendileri tarafından anlatılmıştır. Bilgi aldığı önemli iki kişiden biri, babası İsmail Düzgünkaya (İsmail ağa) diğeri komşusu Halil Aslandır (Halil ağa). Cansa Düzgünkaya'nın, çoğu konuşarak edindiği bilgilerin, şu ana kadar yazılı hale dönüştürülmemiş olmasından ve olayların üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasından dolayı şüphesiz bazı eksik ve yanılgıları olacaktır, ama Kılıçkayanın geçmişine azda olsa ışık tutan bir ilk olması sanırım önemlidir. Bu sunuda eldeki bilgilerle 1900 öncesine kadar gidilememiş, bu tarihten sonrası anlatılmaya çalışılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı Dönemi

1900 öncesinde muhtemelen dağlardan gelen ve köylerini talan eden eşkıyadan bıktıkları için yayla hayvancılığını tamamen bırakan Ermeniler Erzincan ovasının daha verimli iyi tarım yapılabilen diğer yerleşim birimlerine geçerler. Daha önceden ova çevresinde bazı mezralara yerleşmiş olan eski Kılıçkayalılar (Surbahan), yani dedelerimiz, muhtemelen aşamalı bir şekilde Ermenilerin terk ettikleri bu köye yerleşmeye başlarlar.

1914 yılına gelindiğinde (Surbahan) Kılıçkaya sınırları içinde Ermeniler sadece Alican'ın mezrası, Haraba (Koskar) ve Vank diye bilinen yerlerde yaşamakta olup, yakın çevredeki Ergan, Mığısı, Dacirek, Cırzını tamamen, Zekkığ, Ekirek, Urumekirek kısmen, ermeni asıllıdır. Erzincan’ın sanatkarlık işleri ve ticareti onların elindedir. Alevi kökenli köylerle iyi ilişkiler içerisinde yaşamaktadırlar. Kılıçkayadaki yaşam o dönemde bugünküne benzer bir şekil almaya başlar, tarımı öğrenip yaylacılıkla beraber yürütmeye çalışırlar.

1914 yılında başlıyan birinci dünya savaşına Kılıçkayadan 16-17 kişi katılır. Bunlar Erzurum cephesine götürülürler. İsimlerini verebileceğimiz kişiler Halil Aslan (Halil ağa), İsmail ve Memiştir (Karadağlardan). Bunlardan Halil Aslan hariç diğerlerinden bir daha haber alınamaz.

1916 yılında yazın Ruslar Tercan'a kadar ilerlediğinde, ovada bulunan alevi köyleri Ovacık ve Pülümür’ün köylerine sığınırlar, bazıları Tunceli hatta Elazığ’a kadar kaçarlar. Diğerleri Sivas’a doğru kaçarak Erzincan’ı boşaltırlar, Erzincan da sadece Ermeniler ve az olarak kaçmaktan son anda vaz geçmiş bir kısım halk kalır.

Rus işgal kuvvetleri Erzincan’a doğru ilerlerken Kılıçkayalılar da diğer Erzincanlılar gibi kaçma planları yapar, götürebilecekleri eşyalarını, o sırada Uzunçayırda yaylada bulunan çadırlarına taşırlar, köy tamamen boşaltılır. Bu arada Rusların yerleşik halka iyi davrandığına dair söylentiler yayılır, bazı aileler madem bize iyi davranıyorlar niye evimizi ekinimizi terk edelim diye kaçmaktan vaz geçerler. Kaçmaktan vaz geçenler bir kısım eşyalarını geri köye taşıyıp, aşağı yaylalardan Mağaranın önüne göçerler. Geri dönen aileler şunlar Gökdemirlerden İbrahim ağa, Düzgünkayalardan İsmail ağa ve Karadağlardan Aziz ağa. Bu üç aile köye dönerken diğer bütün Kılıçkayalılar Uzunçayırdan Ovacığın köyleri olan Mollaliler ve Şaverdi’ye geldikleri eski köylerine akrabalarının yanlarına taşınırlar. Bu üç aile ile birlikte Kılıçkayadan ayrılmayan bazı kişiler de vardır, bunlar; Şavo (İsmail Billor), Siletemir (Süleyman Beğendi) ve Fındıkların İdristir.

Erzincan'ın işgalinden sonra gelişmeler, köye dönenlerin beklediği gibi olmaz. Ruslar zaman zaman onlardan zorla yiyecek alır, bazen de eziyet eder, yerleşik Ermenilerden bazılarının Ruslara asılsız ihbarları sonucunda ise hakarete tacize hatta ellerindeki eşyaların alınmasına kadar gelişen bazı olaylar meydana gelir.

Mağaranın önünde yaylada bulunan bahsi geçen üç ailenin çadırlarına gelen Rus işgal kuvvetleri onlardan zor kullanarak un ve yağlarını alır, o sırada Gedikte bulunan karargahlarına taşırlar. Bu arada köyde şöyle bir olay meydana gelir; bir grup Ermeni Rus komutanlarından birine köyde kalanlar için, "evlerindeki eşyalar bizlerden çalınan eşyalardır" şeklinde şikayette bulunurlar ve Ruslarla beraber evleri basarlar, evlerde ne var ne yoksa, buda bizim, buda bizim denerek ellerinden alınır. Burada küçük bir detay daha anlatılıyor onu ayrıca vermek sanırım oradaki mevcut olan atmosferi yansıtması açısından önemlidir. Ermeni grup İsmail ağanın evindeki her şeyi aldıktan sonra bir dolabın en son bölümünden nakışlı bir çift çorap bulunur ve Ermeniler buda bizim diye Rus askerlerden onunda kendilerine verilmesini isterler. Çoraplar Mehmet Düzgünkaya'nın (Mehmet ağa) çoraplarıdır, Mehmet o zaman bir çocuk, atlar askerin elindeki çoraba yapışır onlar benim diye çekip alır, bu arada babası İsmail ağa oğluna bir zarar gelmesin diye çorabı oğlundan alıp askere geri vermek isterken, bir asker kendisine süngü ile arkadan saldırır, bir diğer asker İsmail ağayı itip süngünün, İsmail ağaya değmeden sıyırıp dolabın tahtasına saplanmasını sağlar.

Bu olaylardan sonra çok korkan üç ailenin köyde kalan erkekleri hemen o gün toplanıp kaçma planı yaparlar. Bunlardan İbrahim ağa ailesini alıp Erzincan’ın merkezine taşınır, İsmail ağanın annesi Nazife yaşlı olduğu için onlarla beraber Erzincan’a gönderilir. Diğerleri Sürbahan dan Brastik’e oradan da yaylaya Mağaranın önündeki hanımlarının çocuklarının yanına giderler. Cephe gerisinde olan bu iki aile cepheden aşıp, diğer köylülerin gittikleri Ovacık köylerine geçmek için, cephenin Gediğe göre daha zayıf olduğu Zini Gediğinden aşmayı planlarlar. Zini gediğine geçmek için Kılıçkaya üzerinden, önce Kortabayramın üstündeki çukurlardan, sonra Ağbabanın eteğinden aşmaları gerekmektedir. Çok sarp olan bu bölgeden sığırın geçmesinin mümkün olmadığı bilindiğinden, bir gece sığırlarını obada bırakarak, koyun ve keçileri ile taşıyabileceği kadar eşyalarını yanlarına alıp sırtla taşıyarak, bahsi geçen bölümden Dılava geçerler, buradan aynı gece içinde Zini Gediğine yönelir Rus askerlerine fark ettirmeden, oldukça zayıf olduğunu bildikleri cephe içinden arkaya Ovacık sınırlarına geçerek, daha sonra diğer Kılıçkayalıların yanlarına varırlar.

Üç ailenin de Kılıçkayayı terk etmelerinden sonra köyde sadece Şavo (İsmail Billor), Siletemir (Süleyman Beğendi) ve Fındıkların İdris. kalmış. Son kalanlara Ruslar çok iyi davranırlar çünkü yanlarında yöreyi iyi bilen sadece üç kişi kalmıştır, onları kaçırmak istemezler. Rus yüzbaşısı Siletemir'e Rusça öğretmeye kendisi de ondan Türkçe öğrenmeye başlar. Çevre ile ilgili bazı bilgiler alıp bazen kılavuz olarak sağa sola götürür, bazen de getir, götür işlerinde çalıştırırlar. Siletemir sonradan Zekkığda ki dedesinin yanına oradan, Tileğe ve nihayet Mercan köylerindeki önceden kaçmış olan annesinin yanına kaçar. Kılıçkayada artık iki Kılıçkayalı kalmıştır. Kalanlardan Şavo ile ilgili bir olay daha anlatılmaktadır. Şavo genç bir delikanlıdır. Rus askerlerine getir götür işlerinde yardımcı olmakta onlarla beraber yiyip içip onlarla birlikte kalmaktadır. Bir gün köyün içindeki yokuşlardan birinin başında, Rus askerlerden birisi şakayla onu iterek yere düşürmeye çalışır, mevsim kış yollar buzla örtülüdür, kendini toparlayan Şavo askere bir çelme takıp yuvarlar, asker yokuşun başından (Karadağların evinin yanı kayarak yaklaşık 50 m yokuşun sonuna kadar sürüklenir (Hargın kenarı. Silahı bir yana kendi bir yana savrulur. Yuvarlanan Rus askere oradakilerle birlikte hepsi uzun uzun gülerler.

Ruslar 1916 yazından sonraki bir yıl içerisinde, işgal sırasında posta yolu diye bilinen , Sürbahandan Zini gediğine kadar olan yol inşasını başlıyarak tamamlarlar. Muhtemelen bu yolu yapmalarındaki amaç cepheye erzak sevkıyatı yapmanın yanında Dersim içlerine doğru ilerlemekti. Bölgenin erişilmez yüksek dağlarla çevrili olması ve bölge halkının mukavemeti sonucu bir miktar gecikme olması büyük ihtimaldir, ancak 1917 de Rus devriminden sonra, Rus askerlerinin geri çekilmesi bu amacın gerçekleşmemesinde başlıca neden olmalıdır . O zamanki Rus işgal sınırı Zini gediği, Uzunçayır ve Cafarlı yaylalarından ,Kemah boğazına geçerken Osmanlı mukavemeti sadece Kemah boğazında vardır. Söz konusu diğer yerlerde ise Dersimli ve Erzincanlı olup ta Dersime sığınan kişilerden oluşma, milisler zaman zaman cepheye baskınlar yaparlar.

Erzurum cephesinde olan kılıçkayalılardan hiç haber alınamaz, Ruslar Erzurum cephesini aşıp Erzincan’a kadar geldiklerine göre onların yaşadığına dair umutları kesilmiştir, ancak Halil Aslan Allahu Ekber dağlarında bir baskın sırasında Ruslara esir düşmüş. Bu bölgeden yakalanan diğer 3000 esirle birlikte Baküye götürülmüştür. Onunda öldüğü sanılır.

Bir müddet sonra, Halil ağanın da içinde bulunduğu 2000 kişilik bir grup esir Alman cephesinde geri hizmetlerde kullanılmak üzere gemi ile nakil edilmek üzere Batum'a götürülür, ancak sonradan bundan vaz geçilir, esir grubu geldikleri Baküye geri gönderilir. Ruslar geri dönen gruptan bazılarını Bakü limanında yük taşıma işlerinde kullanmak üzere alırlar ki bu grubun içinde Halil Çavuş, Elazığlı Veli Çavuş ve Gümüşhaneli bir arkadaşları daha vardır. Karadeniz sahilinde Rus geri cephesine mühumat taşıyan yük gemilerinde çalıştırılmaya başlarlar. Bir sefer Tırabzon’a, sonrakini Rize'ye yaparlar. Bu üç esir askerin Erzurum cephesinden bir arkadaşları tebdili-hava için memleketi olan Rize’ye dönmüş işgalden sonra bir daha geri dönememiş, kayığı ile gemilere yük taşımaktadır. Rize açıklarına yanaşan gemiden eşyalar, Rize’ye kayıklarla taşınmaktadır. Halil çavuş muhtemelen o da esir olan bir vinç operatörüne Türkçe bağırarak talimat verirken, yük almaya gelen arkadaşları onu sesinden tanımış. kendisine seslenmiş, arkadaşlar birbirini görünce sevinmişler, onlara isterlerse kendilerini kaçırabileceğini söylemiş. Nasıl olacağını onlara anlatmış, son seferi götürürken, geceden yararlanıp onları da kayığa alarak, önce Rize’deki başka bir iskeleye bırakıp yükünü teslim ettikten sonra onların yanına dönmüş. Rize’deki evine götürdüğü eski arkadaşlarına ikinci gün yörenin kıyafetlerinden tedarik edip giydirir. Üç gün misafir ettikten sonra bunları yolu ve yöreyi iyi bilen bir arkadaşı ile Gümüşhane’ye gönderir. Gümüşhaneli arkadaşlarının evine gidip 4-5 gün kadar da orada misafir olurlar. Gümüşhaneli esir arkadaşları Kendisinden sonraki iki arkadaşını Erzincan’a Ermenilere erzak götüren kafileye katarak gönderiyor. Kafilede eşeklerle elma taşıyan Halil çavuş ve Veli çavuş Erzincan’a geldiklerinde gidecek yer olarak bir başka Sürbahanlı olan İbrahim ağanın (Gökdemirlerden) evini bulup orada bir hafta kalırlar. Burada olaylar herhangi bir tarih içermemekle beraber anlatılanlardan bu dönüş olaylarının, elma taşınmasına dayandırılarak 1917 sonbaharında olduğunu söylenebilir.

Halil çavuş ve Veli çavuşun ailelerinin yanına dönebilmeleri için cephe gerisine aşmaları gerekmektedir. O sırada Ruslar çekilmiş ama ucu Kazankayaya kadar uzanan mevcut cephe Ermeniler tarafından korunmaktadır. Ovacığa aşabilmek için önce Caferli köyüne gidip konaklayıp ertesi gün Deyran gediğinden kimseye görünmeden aşarak cephe gerisine geçmeyi başarırlar. Halil Çavuş 9 yıl önce askerlik için Kılıçkayada bıraktığı ailesine uzun bir aradan sonra burada Şaverdi köyünde kavuşur. Arkadaşı Veli çavuşu birkaç gün misafir ettikten sonra memleketi olan Elazığ’a gönderirler.

Erzincan'ın Kurtuluşu Öncesinde Erzincan’da Yaşananlar

Rusların geri dönüşünden sonra onlara destek veren Ermeni halk, çekilen Rusların bıraktıkları bir kısım silahları da alarak, mevcut cepheleri devralırlar. Rusların aldıkları bölgeleri, Osmanlıya karşı savunmaya devam ederler. Bundan sonra savaş cephe savaşından çok vur kaç olaylarının yaşandığı baskınlarla devam eder. Herhalde Ermeniler Ruslar çekilmeden önce Osmanlının sonunun geldiğine inanmışlardı. Ermeniler Rusların çekilişi ile bir anda yalnız kaldıklarında kendilerine destek gerektiğini düşünmüş olmalılar ki Dersim ileri gelenlerine şöyle bir öneri yaparlar: "Fırat’ın güneyine kadar olan bölge Dersim eyaletini, Güneyi ise Karadeniz'e kadar Ermeni eyaletini oluşturacak şekilde paylaşıp bir Rus Muhtariyeti oluşturalım". Yine bu konu ile ilgili olarak Dersim ileri gelenleri ile yapılan görüşmelerde bunun Dersimliler tarafından dini nedenlere dayandırılarak red edildiği söylenir.

24.01.1918 tarihinde Plümürden Çolak adlı biri 20 adamı ile birlikte Üzümlü'ye (Cimin) gelip Ermeni Valisine Erzincan’ı boşaltmaları için haber yollar. Erzincan valisi Mırtat onu kabul eder görünüp boşaltacakları haberini yollar ve onları konağına davet eder. Çolağı evinde misafir eder, gece herkes uyurken adamlarının silahlarını toplatıp, mekanizmalarını sökerek geri bırakır. Ertesi gün bunları Fırat köprüsünden karşıya bırakarak, köprünün Erzincan ayağını havaya uçururlar. Çolağın adamlarından kurtulmuşlardır ancak, durumun aleyhlerinde geliştiğinin de farkına varırlar, yani sonu görürler. Ermeniler o güne kadar dokunmadıkları halkı kıyıma başlarlar. Yolda gördüklerini, camide gördüklerini artık öldürmektedirler. Alevi ve Sünni ayırmadan kıyım başlamıştır. Ermenilerin dışındaki insanlar 18 gün hiç sokağa çıkamazlar, evlerin duvarlarında açmış oldukları oyuklardan, birbirlerine gidip gelerek ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Bu sıralarda öldürülüp kuyulara doldurulan insanlar çok olur.

Erzincan'ın Kurtuluşu

Halkın Halit Paşa diye çağırdığı Teşkilatı Mahsusa üyesi Deli Halit Ovacıkta Ermenilere karşı bir saldırı başlatmak için milis kuvvetleri oluşturmaktadır. Sürbahanlılar önceleri Rus işgalinde, onlar çekilince de Ermeni işgalinde kalan köylerine dönebilmek için, hemen hepsi gönüllü milis olurlar. 1917 yılında özellikle Sürbahanlı ve Mağacurlulardan oluşan milisler tarafından Ruslara birkaç da baskın yapılmıştır. Bu baskınlardan ilki 40-50 kişi ile Uzunçayır civarındaki Rus cephesine yapılır, baskın sırasında Mehmet ve Hasan Kılıçkaya kardeşler tarafından iki Rus askeri de esir alınır. Milisler ele geçirdikleri silah ve mühumat ile geri dönerek, Rus esirleri Hozat’a teslim ederler, sonraki baskınlarını Ağbabaya yaparlar, Zini gediği tarafından yapılan baskın sırasında Rusların bir miktar geri çekilmeleri sağlanır, ancak Gülabi ağalardan biri burada açılan havan topu ateşi sırasında vurularak ölür. Kendisinin mezarı hala oradadır. Sonraki gelişmelerle Ruslar çekilince, yerini Ermeni Taşnak çeteleri alır.

Esirlikten kaçarak ailesinin yanına dönen Halil ağa gönüllüler arasına katılır, Halit paşa tarafından, kendisine milis yüzbaşısı unvanını verilir. Mahiyetinde ise eski Sürbahanlılardan Mehmet Kılıçkaya, Seydali Kılıçkaya, Hasan Kılıçkaya (üç kardeş, İsmail Düzgünkaya, Gencali Düzgünkaya (iki kardeş, Sadık Çetinkaya, Ali Çetinkaya (Halil ağanın kardeşleri), Halil İnce, İsmail İnce (iki kardeş ve diğer Sürbahanlılardan oluşma 30 kişi vardır. Halit paşa daha kapsamlı hareketler için milis kuvvetlerine katılmak üzere Dersim ileri gelenlerinden, aşiret reislerinden güç ister bunun üzerine yaklaşık 300 kişilik bir milis kuvveti grubu oluşturulur. Yukarıdakilere ilaveten Milis kuvvetleri içerisinde yer alanlardan bazıları Tatlısu köyünden Baki oğlu Halil ve mahiyetindeki kendi köylü ve akrabalarından oluşan 20 kişi, Seyit Rıza ve 30 adamı, Kahramanlardan Mehmet ağa ve 20 adamı, Baluşağı aşiretinden 20 kişi, Pirhasanlardan 25 kişi, Laçinuşağından 20 kişi, Küçük ağa ve mahiyeti ve Diyab ağanın 40 adamı.

Erzincanın Tatlısu, Kılıçkaya, Tepecik ve diğer bazı köylüleri ile Ovacıklılardan oluşma 300 kişilik milis kuvveti Halit bey (Halk kendisine paşa diye hitap etmektedir). komutasında Erzincan’ı geri almak için harekete geçer. İlk olarak 10.02.1918 de Ovacıkta Dersim ileri gelenleri ile toplanılıp baskın planı tartışılarak hazırlanılır. Milis kuvvetleri aynı gün Şaverdi köyüne geçip orada konaklar. Bu arada 50 kişilik bir gruba Zini gediğine kadar, kalınlığı çoğu yerde 1 metreyi geçen karda, gidip geri dönmek sureti ile iz açtırılır. 12.02.1918 tarihinde erkenden Günbağı (Kismikor) köyüne gitmek üzere harekete geçilir. Halit bey kızakla çekilerek diğerleri yayan olarak yolda ilerlerken kötü kış şartları nedeni ile cephane taşıyan Nuri isimli köylü ile . bir milis donarak ölürler. O gün Günbağı köyüne varılır ve konaklanır, ertesi gün ise Ortayurt ( Pulur) köyüne doğru harekete geçilir, buradan Yaylabaşı (Kiy) köyüne varılarak dinlenilir, sonra gidilecek olan köy Kilimli (Tılhas ) köyüdür. Burada köylerin akıbeti ile ilgili bilgi olmamakla beraber bu köyler boşaltılmış köyler olmalılar. Tılhasta o gece konaklanır. Fırat köprüsü Ermeniler tarafından herhangi bir baskına karşı imha edilmiş olduğundan, 13.02.1918 tarihinde sabah erkenden Erzincan’a geçilmek üzere Tılhas geçidine yönelinir. Fırat nehrinin buz kaplı olduğu , akıntı olan yerlerde ise buz tabakalarının yüzdüğü görülür. Karşıya geçilecek fakat derinlik bilinememektedir, bu şaşkınlık arasında iki milis geri dönüp kaçmaya çalışır. Halit bey kaçanları vurdurur, bunun üzerine milislerle arasında büyük bir gerginlik yaşanır. Çıkan karmaşa ve sertleşmeler sonuçta tatlıya bağlanır.

Karşıya ilk geçen kişi Baki oğlu Halil olmuştur. Halit beyin atına binip karşıya sürmüş, bu arada suyun derinliği de belirlenmiştir. Milislerin hepsi soyunarak, beline kadar gelen suyun içerisinden, yürüyerek karşıya geçerler. Karşıya geçildiğinde operasyon için milisler değişik bölgelere hareket etmek üzere bazı gruplara ayırt edilip, başlarına milis yüzbaşıları verilir. Eski tabakhane muhitinde Ermeniler tarafından karşı ateş açılmış ancak geri çekilmek zorunda bırakılırlar. Kısa süren çatışmalardan sonra Ermeniler şehri terk etmek zorunda kalarak, Erzurum’a doğru bütün Ermeni halk ve milisleri kaçmaya başlar.

Kaçanların peşinden gidilmez, günlerden beri yarı aç, yorgun yollarda olan milisler, Ermenilerin bırakıp kaçtıkları ganimetlerin peşine düşerler. O gün öğleden sonra saat 2 sıralarında Kemah bölgesinden Osmanlı birlikleri Erzincan’a gelerek asayişi sağlar.

Erzincan’da üç gün dinlenen askerler Erzurum’a harekat kararı almışlardır. Bu arada Halit bey milislerini toplayarak onlara isteyenlerin kendileri ile birlikte harekata katılabileceklerini, istemeyenlerin onlardan ayrılıp evlerine dönebileceğini söyler. Harekata katılmaya karar verenler; Seyit Rıza ve mahiyeti, Halil Aslan ve mahiyeti, Mehmet ağa (Mehmet Kılıçkaya) ve mahiyeti ile Baki oğlu Halil mahiyeti ve diğer bazı katılanlardır.

Erzurum’a 24 Mart günü varılır. Erzurum’a kadar Ermenilerle her hangi bir sıcak çatışma yaşanmaz ancak, Ermenilerin kaçarken yolda yerli halktan önüne çıkanı yok ettiklerine şahit olurlar. Erzurum'a varıldığında bazı ufak çatışmalar meydana gelmektedir. Erzurum’da Kazım Karabekir komutasındaki birliklere katılan milisler, yer yer çatışmalara da girmiş Kars kapıda bir ahırda meydana gelen çatışmada Baki oğlu Halil hayatını kaybetmiştir.

Ertesi gün Kazım Karabekir tüm milisleri toplayarak siz görevinizi yaptınız, bundan sonrası bizim işimizdir diyip, hepsine teşekkür eder ve geri dönebileceklerini söyler. Harekata katılan milislerin görevi artık bitmiştir. kalanlar Dersimdeki ailelerinin yanına dönerler.

Kıtlık Dönemi

1918 baharında dersime kaçmış olan tüm Erzincanlılar gibi Kılıçkayalılar da büyük bir özlem ve sevinç içinde köylerine geri dönerler. Ermenilerin terk etmesi ile boşalmış bazı köylere Dersimden bazı göçler olduğu gibi, Kılıçkayalılardan da dönüşte farklı yerlere yerleşenler olur..

Dönülmeye dönülmüş ama ne yiyecek ne tohum ekecek öküz, ne mal, ne de kalacak ev. hiçbir şeyleri yok olan Kılıçkayalılar, yakacak dahi bulamazlar, çünkü tüm ağaçlar işgal sırasında kesilmiş, evler yıkılmış harap halde imiş. O yıl ekim yapamazlar, kışın kıtlık diye bilinen dönem başlar. Buğday, arpa un ve ekmek yapmak için bulunamaz, hayvanların çoğu telef olmuş, bir şeyleri kalmamıştır. Erzincan genelinde insanlar yiyecek bulamaz birçoğu açlıktan hayatını kaybeder. Bununla ilgili olarak yiyecek bulamayıp kemerini yiyen, çarığını yiyen, mısır koçanını kemiren insanlarla ilgili öyküler surbahanda hala anlatılır. Kıtlık dönemi Surbahanlıların hafızalarında yer etmiş iki büyük olaydan biridir. Dedelerimiz bizlere kıtlıktan önce idi diye başlayan birçok olay anlatmıştır ki bu anlatım biçimi o dönemde meydana gelen olayların bir dönüm noktası olduğunu, en azından insanların yaşam biçiminin çok derinden etkilediğinin göstergesidir.

İkinci önemli dönem ise Dersim olaylarının başladığı 1938 yılıdır. Bugün o dönemi yaşamış çok sayıda Kılıçkayalı hala hayattadır ve 38 de, 38 den önce ve 38 den sonra diye başlayan, o zamanki başlarına gelenleri anlatan hepsinin ayrı ayrı öyküleri mevcuttur. Bunların üzerinde daha sonraki bölümlerde durulacaktır.

Yüzyılın Başlarında Amerika’daki Kılıçkayalılar

O zamanki yaşam şartlarından bunalan bazı Kılıçkayalılar Amerika’ya çalışmağa gitmiş bunların çoğu bir müddet çalışıp Kurtuluş savaşından sonra tekrar geri dönmüşlerdir. Bunlar Alican, Sadık Billor (Gartik), Hüseyin İnce (İnço Hüseyin), İbrahim İnce (İnço İbrahim), Hüseyin Paça (Kımpıni), Mehmet Koç (Fındıkların Memet), Gozzer Hüseyin, Siletemir’in (Süleyman Beğendi) bir daha geri dönmeyen amcası Hassan ve bazıları. Amerika da çalışmış oldukları sırada aralarında toplamış oldukları 2000 lira parayı yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetine yardım amacı ile kendilerini temsilen Alican adına düzenlenen makbuz karşılığı göndererek destek vermişlerdir.


KEMOLAR OLAYLARI

1930 yılı ile başlayan bu dönem 1938 yılına kadar; işlenmiş cinayetler ve çalkantılar arasında geçen bir dönemdir. Olayların yoğunlaştığı günlerin genelde yaz aylarına denk düşmesi, yazın artan sulama suyu sorunundandır.

Yıl 1930 Kemolardan Halil, İbrahim Ağdaş’ın hanımını evin yanında orak biçerken birkaç yerinden kılıçla yaralar. Olayın neden meydana geldiği ile ilgili bilgi olmamakla beraber, sonuçta konu mahkemeye intikal ettirilmez ve tatlıya bağlanır.

Sonraki yıl aynı dönemlerde Alişerler ve Kemolar arasında sulama suyu yüzünden bazı sürtüşmeler olur. Murat Çetinkaya aşağı Pulur köyünün hakkı olan suyu keserek, susuzmuş tarlalarını sulamak için götürür. Genelde Pulur’un suyunun kesilmesi nedense Pulurlularla değilde Sürbahanlıların Kendi aralarında bazı kavga olaylarına neden olmuştur. Bugün hala ekinlerin fazla susaması durumunda, başkasının su hakkını kullanmak isteyenler çıkmaktadır ve bu yüzden bazı kavgalar da olmaktadır. Pulur’un suyu ile sulama yapmakta olan Murat Çetinkaya’nın suyu Kemolardan mehmet tarafından kesilir kendi tarlasına yönlendirilir. Suyun kesilmesine sinirlenen Murat Çetinkaya silahını alır gelir suyu yeniden aşağı döndürüp giderken Kemolardan üç kardeş tarafından kovalanır. Murat kovalanırken, durumu öğrenen Sadık Çetinkaya duruma müdahale etmek için koşar Murat Çetinkaya'ya yetişir elindeki silahı alır arkadan gelmekte olan Halil'e yaklaşma vururum der, kendisine yalvarır. Yaklaşmakta olan Halil ona da küfür etmeye başlar, kendisine edilen küfürlere sinirlenip silahı ona doğrultur, Halil bir taşın arkasına saklanır ama taş küçüktür ve omuzu dışarıda kalır, nişan alan Sadık silahı ateşler. Halil omuzundan yaralanır. Daha sonra bu yaralama olayı nedeni ile Sadık Çetinkaya 10 yıl hapis cezası çekecektir.

1933 yılında Pulur’un suyu bu kez Munzurlardan İsmail Billor (Şavo) tarafından kesilip tarlasına yönlendirilmiştir. Kemolardan Mehmet ve Halil Delice kardeşler, daha önceki gibi suyu kesip kendi tarlalarına çevirirler. Bunun üzerine büyük bir karmaşa çıkar. İsmail kesilen suyunu tarlasına tekrar çevirir, köyün önündeki kuyunun yanında Halil, Hüseyin ve Mehmet kardeşlerin saldırısına uğrar. Şavo’yu kötü bir şekilde döverler. Kavga sırasında bir an Hüseyin şavo’ya elindeki orağı sallayıp saplamak isterken Şavo orağı eliyle tutar. Tutulan orak sertçe çekilince Şavo'nun parmakları yüzülür ve bu olay onun sakatlanmasına neden olur. Tepenin altında horum yapmakta olan ismail Billor'a (Kardeşi Hemogul), yeğeni Saray tarafından biraz da abartılarak haber yetiştirilir. Bunu duyan Hemogul elinde horum yaparken kullandığı dirgen ile Tepenin altından koşa koşa gelir, köyde olay sona ermiş, suyu Halil, Mahmut ağa'nın kapısında ki tarlaya çevirmiş orada su sulamaktadır. Hemogul’un küfrederek çok sinirli geldiğini görünce önüne çıkar, bir şey yok biraz itiştik, sakin ol, az bir şey eli kanadı kavga ettik geçti, biz eşeklik ettik, istersen sen de bana bir tokat vur der. Olayın kendisine anlatılış biçiminin vermiş olduğu öfke ile olsa gerek, elindeki Dirgeni Halil'in boynuna, bütün gücü ile kıyarak vurur Halil yere düşer, yerde bıçağını çeker ayağa kalkmaya çalışırken, Billor ailesinin kadınları yetişip yere düşmüş olan Halil'e vurmaya başlarlar. Halil önceki yıllarda meydana gelen olaylardan da sorumlu tutulduğu için olay bir linç olayına dönüşür. Bu arada Süleyman Billor da (Süleymanali) olayı duyup gelir, yerde bir kürek de o vurur. Diğer insanların araya girmesi ile linç olayı durdurulur. Halil kaldırılıp evine götürülür ancak o gece fenalaşır, gece sedye ile yayan olarak Erzincan’a götürülmek üzere köyden yola çıkarılır, yolda hayatını kaybeder.

Olay sonunda Süleyman Billor (Süleymanali) küçük kardeş olduğu için abilerinin öngörüsü ile suçu üslenir, uzun yıllar hapiste yatar Sadık Çetinkaya ve Süleyman Billor aynı kişiyi yani Kemoların Halil’i biri öldürmekten diğeri yaralamaktan bir müddet birlikte de yatarlar.

Halil'in kırkının çıktığı ertesi gün, kardeşi Mehmet, olaya hiç bulaşmamış olduğu halde Hemogul'un oğlu Mustafa'yı, tarlasındaki harmanda harara saman basarken, sabaha karşı, silahla vurarak öldürür. Son olay ile gelişmeler bir kan davası görünümüne bürünür.

Mehmet ve Hüseyin kardeşler yakalanmadan Dersime kaçarlar, Bu arada diğer köylüler araya girip Kemolar ve Munzurları barıştırmak ister, iki ailenin fertleri arasında görüşme sağlanır. Kan bedeli olarak Munzurlar Kemolardan Lar tarlasını isterler. Herhangi bir sonuç alınamaz anlaşma olmadan dağılırlar. İki kardeş geldikleri yere geri dönerler, orada yaşarken bazı köylerde meydana gelen çapul ve talan işlerine de adları karışır. Bir gün köye gelip gittikleri ihbarı üzerine Raştede iki kardeş için askerler tarafından bir pusu kurulur. Pusu sırasında o sabaha karşı Dersimden gelmekte olan, Dursun balın hanımı yanlışlıkla vurularak öldürülür, bu arada Koce Ali diye biri de yaralanmıştır. Olayın gizlenmesi ile kim vurduya giden bu kadın için Surbahanlılar suçlanır. Meydana gelen son olayların daha sonra gelişen dersim olaylarında Surbahan üzerinde çok büyük olumsuz etkileri olmuştur.

Kemoların Mehmet ve Hüseyin söz konusu olaylardan 6 yıl sonra, 1939 yılında Dersim olayları sırasında, Gölderesi mevkisinde, jandarma ile girdikleri bir çatışmada vurularak öldürülürler





http://www.geocities.com/PicketFence/9325/cansa.html
____________________________________________________________________________________

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 242
Bütün postalar: 602
Bütün kullanıcılar: 695
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden