Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - Hasan Cemal-M.Karayılan Ropörtaji

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => GÜNCEL KONULAR => Hasan Cemal-M.Karayılan Ropörtaji

<-Geri

 1  2 Devam -> 

Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
14.05.2009 20:53 (UTC)[alıntı yap]


Hasan Cemal

h.cemal@milliyet.com.trKuzey Irak notları - 1

‘PKK için en doğru yol önşartsız silah bırakması’

1 Mayıs Cuma 2009

Eski DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya, “Bugün gelinen noktada ABD de, AB de, Irak da, Irak Kürdistan Yönetimi de kararlı. Mutfakta bir plan pişiyor. PKK meselesi tezgâhta, yürüyor. Bu iş artık bitecek. Kürt silahlı ayaklanmasının miadı doldu. Önşartsız silah bırakması en doğru yoldur PKK için” diyor...

ERBİL
Atatürk Havalimanı, çarşamba gece yarısı. Uçağımız pistte hareketlendi, hızlandı. Türkçe, İngilizce anonslar yapılıyor, elektronik aletlerin, cep telefonlarının kapatılması için.
Yan koltukta oturan vatandaşın umurunda değil. Telefon hâlâ elinde ve kulağında, galiba konuşuyor. Etraftan yükselen homurtularla birlikte hostesin uyarıları geliyor, önce İngilizce sonra Türkçe.
Yanımdan kafasını uzatıyor:
“İyi de anlamıyor adamcağız. Ne olur, Erbil uçağında anonslar Kürtçe de yapılsa...”
Medikalci imiş, İstanbul’dan Erbil’e gidiyor, tıbbi malzeme, ilaç satmak için... Bir diğeri, ticarette şansını denemek için hayatında ilk kez Kuzey Irak’a ayak basacağını söylüyor. Türk işadamları dolu uçakta, iş yapmak için Kuzey Irak’a giden...
Pasaport kontrolünden çabuk geçiyoruz. Kadın memurlardan ikisi türbanlı, ikisinin başı açık...
Duvarda İngilizce iki billboard:
“Kürdistan’a hoş geldiniz! Byblos Bank.”
“Amerikan köyü! Kürdistan’daki en özel villalar...”
Otelimizin adı:
“Rotterdam City Hotel.”
Namık Durukan’ın dikkatini sabahın köründe resepsiyondaki genç adam çekiyor.
Bangladeşliymiş!
Üstelik Kürtçe konuşuyor. Havalimanında bavul taşıyıcı olarak çalışan Afrikalı siyahlardan sonra bu kez Kürtçeyi sökmüş bir Bangladeşli... Kuzey Irak zenginleşiyor mu?.. Yoksa geçimini ya da sırtını daha çok devlete dayayıp bu tür işlerden kaçan Iraklı Kürtler mi çoğalıyor?..

‘Acayip değişiyor her şey’
Erbil’e ilk kez 1974’te gelmiştim. Bağdat’ta o zaman Baas diktası vardı. Aradan yıllar geçip Körfez Savaşı’nı izleyen dönemde Kuzey Irak Amerikan himayesine girdikten sonra 1992’de Erbil’e geldiğim vakit her yer dökülüyordu. Hâlâ açık olan Şirin Palas Oteli’nde havlu isteyince, “Havlu yok, çarşaf verelim” demişlerdi.
Sabaha karşı odama çıkarken, internet için şifreyi veriyor resepsiyondaki genç Bangladeşli... Güneydoğu’da Silopi, Şırnak taraflarından yıllar önce gelip Erbil’e yerleşmiş şoförümüz Azad memnun halinden:
“Abi, acayip değişiyor her şey.”
Sabahın köründe televizyonu açtım. Kürdistan TV, Zagros TV, Roj TV, Kürt 1, Komala, Kürtsat... Yirmi civarında Kürtçe televizyon, bizim Güneydoğu’da da rahatça izlenebilen...
Haber geliyor:
Türk savaş uçakları perşembe günü sabaha karşı, Çukurca’nın karşı tarafında, Irak sınırına bitişik Zap-Avasin-Basyan bölgesinde, PKK kamplarının bulunduğu bazı yerleri bombalamış...
NTV’nin Irak temsilcisi Çetiner Çetin, “1 Ocak’tan beri ikinci hava harekâtı” diyor. Çarşamba sabaha karşı Lice-Kulp-Genç üçgeninde ve Şemdinli’de verilen 10 şehit askerle ilgili bir operasyon herhalde...
Karadan ‘sıcak takip’ olabilir mi?
Oluyor mu?

PKK ile ilgili af süreci
Başbakan Erdoğan’la geçen yaz Bağdat’a gelmiştik. Bu ziyaret sırasında Irak’la Stratejik İşbirliği Anlaşması imzalanmıştı. Ama bu anlaşma henüz onaylanmamış Bağdat’ta. Kuzey Irak’a yönelik ‘sıcak takip’le ilgili hükümleri nedeniyle takılmış, Irak parlamentosunda bekliyor.
PKK dağdan indirilecek mi?
Kulağıma eğilip diyor ki:
“Erbil’de şu sıralar Türkiye’den bir general var.”
Devam ediyor:
“MİT Müsteşarı Emre Taner son bir buçuk yılda dört kez geldi Erbil’e, her seferinde Mesud Barzani’yle de görüştü.”
PKK ne olacak Kuzey Irak’ta?..
PKK ile ilgili af süreci...
Ankara ne yapmalı?..
Şöyle diyor:
“Kuzey Irak’ta dağdan inmiş PKK’lı sayısı 3822... Bu PKK’lılar Erbil’e, Süleymaniye’ye, Dohuk’a yerleştirildiler, çalışıyorlar. Af süreci bunlarla başlayabilir.”
Erbil’deki ilk sohbetlerimde söz hemen PKK’nın dağdan indirilmesi konusuna geliyor. Bu konuda ilgili taraflar ne yapmalı, Kürt sorununu silah ve şiddetten arındırmak için öncelikle ne gibi adımlar atılmalı gibi sorular tartışma gündemine oturuyor.
En eski, en köklü Kürt ailelerinden biri olan Cemil Paşa sülalesinden -ya da Cemiloğlu ailesinden- gelen ve Türkiyeli bir işkadını olan, son beş yıldır Erbil’de yaşayan Ferda Cemiloğlu’yla konuşuyoruz dün sabah.
“Artık insanlar birbirlerini kırmak istemiyor, barış istiyor” dedikten sonra ekliyor:
“Türkiye tarafında kabaca her Kürt ailesinden birinin, şöyle ya da böyle dağla, PKK ile ilgisi oldu. Her anne çocuğunu kucaklamak ister. Adına ister af deyin, ister eve dönüş, önemli değil. Önemli olan, dağdakileri indirmektir, bunun için Kürtlerin dillerine, kültürlerine sahip olmalarını sağlamaktır. Dağdan insin insanlar, memleketlerine gelsin, ailelerine katılsın. Kaç yaşındayım, neredeyse her beş yılda bir savaş gördüm, yetti artık.”

Bu kaos bitecek mi?
Yaşar Kaya 15 yıldır sürgünde.
1990’ların ilk yarısında DEP Genel Başkanlığı yaptı. İstanbul’da Özgür Gündem gazetesinin sahibi ve başyazarı olarak çalıştı. ‘Sürgünde Kürdistan Parlamentosu’nun başkanlığında bulundu. 1994’te Türkiye’den kaçmak zorunda kaldı Almanya’ya... Şimdi hayatı Köln’le Erbil arasında geçiyor.
Yaşar Kaya’yla dün öğle vakti Erbil’deki evinde sohbet ederken, “Özgür Gündem 18 ay yayında kaldı. O süre içinde 24 cenaze kaldırdık, muhabirlerin, yazarların cenazesi...” dedi. Musa Anter’i, ‘faili meçhul cinayetleri’ andı.
Sonra malum konuya geldik:
Silah bırakma...
Yaşar Kaya, PKK’yı eleştiriyor ve PKK’nın bugün artık önkoşulsuz silah bırakmasını savunuyor.
Şöyle dedi:
“Bugün gelinen noktada ABD de, AB de, Irak da, Irak Kürdistan Yönetimi de kararlı. Mutfakta bir plan pişiyor. PKK meselesi tezgâhta, yürüyor. Bu iş artık bitecek. Gizli örgütler, silahlı mücadeleler devri kapandı. Kürt silahlı ayaklanmasının miadı doldu. Önşartsız silah bırakması en doğru yoldur PKK için...”
Şöyle devam ediyor Yaşar Kaya:
“Mutfakta bir şeyler pişiyor, sorunu şiddet ve silahtan arındırmak için... Bir bakıyorsunuz dokuz asker şehit... Bir bakıyorsunuz, Bostancı’da bir şey oluyor. Artık silah bırakmak lazım. Kim kimin taşeronu, kim kimin isteğini yerine getiriyor? Bu bir kaostur.”
Bu kaos bitebilecek mi?
Kuzey Irak notlarının ikincisi yarın Erbil’den...

15 yıldır sürgünde
Yaşar Kaya 15 yıldır sürgünde. Şimdi hayatı Köln ile Erbil arasında geçiyor.
Yaşar Kaya, PKK’yı eleştiriyor ve PKK’nın bugün artık önkoşulsuz silah bırakmasını savunuyor.

Fotoğraflar: NAMIK DURUKAN
Köklü Kürt ailelerinden Cemil Paşa sülalesinden gelen Ferda Cemiloğlu, ‘’Adına ister af deyin, ister eve dönüş, önemli değil, önemli olan dağdakileri indirmek’ diyor. Mesud Barzani, ilk derslerini Ferda Cemiloğlu’nun amcasından aldı (sağda).
http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=20&pid=LDY7/ulAZyI8M
________________________________________________________________________________

Kuzey Irak notları - 2

Osman Öcalan: Artık dağdan inme zamanı

2 Mayıs Cumartesi 2009

Osman Öcalan da Kürt sorunuyla silah ve şiddet arasındaki bağın koparılmasından yana...Ama diyor ki: “İşin püf noktası aftır. Ayrım yapmadan ilan edilecek bir af. Deniyor ki, 200-250 kişi, lider kadrosu dışındakileri bırakalım. Olmaz. Ancak yüzde 1-2 çıkar, lideri, lider kadrosunu dinlemeyen. Diğerleri yine dağda kalır, inmez”

KÖYSANCAK, Kuzey Irak
Yıllar çabuk geçiyor, 1994 olmalı. Yine aynı yoldan, Madam Mitterrand adını taşıyan bu caddeden geçerek Heybe Sultan Dağı’na doğru vurmuştuk kendimizi. Biraz yukarısında iki taraf da İran sınırına gidiyordu.
Sol taraf Kandil.

PKK’nın üslendiği dağlar...
Biz o tarihte sağa kıvrılmış, PKK’lıların 1992 sonrasında sığındığı Zeli Kampı’na gitmiştik. Yağmurlu, fırtınalı berbat bir havaydı.
Kaçakçı arabalarının bir zincirin halkaları gibi yavaş yavaş indiği dağa yılan gibi kıvrıla kıvrıla tırmanmıştık, “Allah akıl versin” diyerek...
Dün sabah hava çok güzeldi.
Her yanda bahar patlamıştı.
Cumaydı, yani tatil günüydü. 1 Mayıs’a da rastladığı için aileler çoluk çocuk kırlara yayılmış, piknik yapıyorlardı.
Köysancak, Celal Talabani’nin memleketi. Şimdi Irak Cumhurbaşkanı olanı Kürt lider burada doğmuş, büyümüş. Talabani’nin memleketine yaptırdığı Köysancak Üniversitesi’nin yanından geçiyoruz.
Sokağın başında bizi bekleyen aracı takip ederek Osman Öcalan’ın duvarla çevrili, bahçe içindeki küçük evine varıyoruz. Ayakkabıları çıkarıp öyle giriyoruz salona.
Televizyon açık.
CNN Türk ekranında Taksim’den 1 Mayıs görüntüleri... Futbol muhabbeti başlatıyorum. Abdullah Öcalan’la da böyle yapmıştım, 1993 yılı nisan ayında Bekaa Vadisi’nde, Bar Elias’ta bütün gece süren sohbetimizde...
Osman Öcalan da Galatasaraylı.
“Çocuklukta ağabeyinin etkisi mi?..”
“Ondan değil. Kürtler arasında Galatasaray’ın en çok tutulmasının nedeni renkleri. Sarı-kırmızı forma, saha da yeşil. Kürt renkleri değil mi, sarı, kırmızı, yeşil...”
1958 doğumlu Osman Öcalan.
İki erkek çocuğu, Felat’la Fırat, ortalıkta atom çekirge gibi koşturuyor. Biri dört, biri iki buçuk yaşında.
“Çok geç baba olmuşsun.”
Gülüyor:
“PKK’da evlenmek büyük suç ve günahtır. 2003’te PKK’dan koptum. Evlilik ve çocuk sonra geldi.”
Soruyorum:
“Kopuş nasıl oldu PKK’dan?”

‘Üç nedenle PKK’dan koptum’
Tane tane, noktasıyla virgülüyle konuşuyor ve gayet iyi özetliyor:
“Üç nedenle... Birincisi, PKK’nın artık ABD ile AB’nin dostluğunu kazanması gerektiğini savundum. İran ve Suriye’ye mesafe konmasından yanaydım. İkinci olarak, genel Kürt siyasal hareketi içinde Barzani’nin KDP’si ve Talabani’nin KYP’si ile çatışma değil, uzlaşma aranması gerektiğini düşünüyordum. Son olarak da evlenme, özel mülkiyet gibi bireysel hakların PKK içinde de kabul edilmesini istiyordum.”
“Bu noktaya ne zaman geldin?”
“1991 yılında diyebilirim. Ama örgütün gündemine 1993’te getirdim.”
“Ne oldu?”
“Kıyamet koptu. Haindir, satılmıştır, Amerikan ajanıdır, KDP ve KYP ajanıdır.”
Karar, ‘şartlı idam.’
Üç yıl hapis...
Üç yıl boyunca eğer görüşlerinde ısrar etmez, görüşlerini yaymaya kalkışmazsa, darağacından kurtulacaktı. Nitekim, 1997’de hakkındaki idam cezası kaldırılır, Osman Öcalan tekrar PKK’nın zirvesine döner, yine kafasındaki ‘reform’ düşüncesiyle birlikte...
1999’da Apo yakalanır, PKK’da İmralı süreci başlar, 1999 ile 2003 arasında. Osman Öcalan bu süreçte örgütü fiilen yöneten adamdır.
Anlatıyor:
“İmralı sürecinde de savaş sürecinin bitmesinden yanaydım. Savaş değil siyaset diyordum yine... PKK dağ kadrosundan 800 kişiyi sağlık sorunları, yaş sorunları, dağa intibak sorunları nedeniyle ‘sivilleştirelim, dağdan indirelim’ demiştim. Milis şeklinde halkın içine yerleştirilmelerini istemiştim. Apo ve kurucu üyeler o zaman bu teklifimi bile reddetmişlerdi, PKK’nın tasfiyesidir bu diyerek... Reform düşüncesi kabul görmedi.”

‘PKK bitirilemez’
“PKK değişmez mi?”
“Hayır değişmez. Bunu Türkiye’de en iyi devlet biliyor. Ayrıca, bugün Kürt siyasal ulusal birikiminin yüzde 95’i PKK’dan yanadır. Kürt halkı, bütün Kürtler biliyor, Kürtlerin haklarını sahneye çıkaran PKK’dır, lideri Apo’dur. Bunun içindir yüzde 95’lik bir destek... Bir gerçek daha var: PKK bitirilemez! PKK’yı bu yıl bitireceğiz, gelecek yıl bitireceğiz gibi resmi söylemler de gerçeği yansıtmıyor.”
“Neden öyle?”
“PKK kendini üretebilen bir güçtür. Türkiye’de sıkıntı doğarsa İran’da, İran’da sıkıntı doğarsa Irak’ta, Irak’ta bir şey olursa Suriye’de, orası da olmazsa Avrupa’da kendine her zaman militan bulur, buluyor da. Ayrıca alanı da çok geniştir PKK’nın, Kürdistan’ın coğrafyası da dağlıktır.”
“Ne olacak o zaman?”
“Evet, savaşın, silahın zamanı çoktan doldu. Artık dağdan inme zamanı! PKK bu haliyle gidemez. Ancak, PKK’ya siyaseten bir alternatif oluşturulmadığı sürece de PKK tasfiye edilemez.”
“Peki bu yol nasıl açılır?”
“Başlangıç noktası aftan geçiyor, başka yol yoktur. İşin püf noktası aftır. Ayrım yapmadan ilan edilecek bir af. Şimdi deniyor ki, 200-250 kişi, lider kadrosu dışındakileri bırakalım. Olmaz. Ancak yüzde 1-2 çıkar lideri, lider kadrosunu dinlemeyen. Diğerleri yine dağda kalır, inmez. Başlangıç noktası olarak af, işin püf noktasıdır. Ama Türkiye’de devlet buna direniyor.”
Osman Öcalan’la sohbet uzun...
Başka ilginç bölümlerini daha sonraki yazılarımda kullanacağım. Kürt sorunuyla silah ve şiddet arasındaki bağı koparmaktan yana Osman Öcalan. Türkiye’ye dönmek ve siyaset yapmak istiyor.
Üçüncü yazı da yarın Kuzey Irak’tan..
http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=21&pid=LDY7/ulAZyI8M
________________________________________________________________________________

Kuzey Irak notları - 3

PKK dağdan iner mi? Bu konuda iyimser olana rastlamadım

3 Mayıs Pazar 2009

“PKK’nın dağdan inmesi bence zayıf ihtimal. Silah bırakmazlar. 30 yıl dağda kalan bir örgüt... Çok şey garanti edeceksin ki, gururuna bir şey olmayacak diyeceksin ki, onları buna inandıracaksın ki inecek, yoksa zor. Hasan abi, dağa piknik yapmak için çıkmadılar ki...”

ERBİL
Sabah vakti yola koyulduk 1 Mayıs günü. Dere tepe yeşillenmiş, bahar patlamış her yanda. Süleymaniye yönüne doğru gidiyoruz.
Sağımızda Enfal Anıtı.
İnşaatı bitmek üzere. Enfal Şehitliği de deniyor. Yüksek bir tepenin üstünde, görkemli bir anıt.
Baasçı Saddam diktası 1988 yılında 182 bin Kürdün öldürülmesine yol açan büyük bir etnik temizlik gerçekleştiriyor Kuzey Irak’ta. Büyük bir kısmının mezarı bile hâlâ bilinmiyor. Köyler yakılıyor, yerle bir ediliyor, insanlar zorla göç ettiriliyor.
Barzan aşiretinden 8 bin kişi bir gecede öldürülüyor. Bu korkunç katliamdan beri Mesut Barzani’nin memleketi olan Barzan’da kadınlar bugün bile simsiyah giyiniyor.
Peki, neden Enfal? “Kuran’da Enfal suresi vardır, yok oluşu anlatan...” diyorlar.
Yavaşlıyoruz.
Yolun biraz ötesinde hareketli bir hazırlık var. Bir iki küçük çadır, bir de derme çatma sahne kurulmuş. Sahnenin üstünde, iki tahta direğin arasına sarı-kırmızı-yeşil renklerin hâkim olduğu bezden bir Abdullah Öcalan posteri çekilmiş.
İki teknisyen ses düzenini kurmakla meşgul. Bu arada marş benzeri gümbür gümbür bir müzikle küçük kızlar neşe içinde halay çekiyor.
Arabadan iniyoruz.
Farkında bile değiller, eğleniyorlar. Bir delikanlı geliyor, düzgün bir Türkçeyle selamlıyor bizi. Güneydoğu’dan dört yıl önce gelmiş Erbil’e, üniversitede sosyoloji okuyormuş.
Anlatıyor:
“Daha çok Mahmur Kampı’ndan gelenler var burada. 1990’lı yıllarda Güneydoğu’dan kaçan binlerce Türkiyeli Kürt yaşıyor iki kampta. Ayrıca Türkiye’den gelip Erbil Üniversitesi’nde okuyan Kürt gençleri var burada. Bir de tabii Irak’lı Kürtler...

Kürt yönetimi sıkıştırıyor
Eğlenceyi düzenleyen kim?
PÇDK.
Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi... PKK’nın Irak’taki legal partisiymiş. Kuzey Irak’ta gelecek ay yapılacak seçimlere katılmak istiyormuş, ama Kürt yönetimi buna pek sıcak bakmıyormuş...
PÇDK da sert çıkmış:
“Bizim adayları onaylamazsanız, biz de bağımsız olarak katılırız.”
Öyle anlaşılıyor ki:
PKK’ya da, onun legal yan kuruluşlarına da hayatı git gide zorlaştırıyor Kürt yönetimi...
Dedi ki:
“Fazla uzun sürmez, KDP’nin peşmergeleri gelip burayı dağıtır, ya da en azından Apo posterini falan indirirler.”
Peki, PKK dağdan iner mi?
PKK silah bırakır mı?
Kürt sorunuyla silah ve şiddet arasındaki bağ koparılabilir mi?
Üç gündür Kuzey Irak’tayım.
Benim gündemimde bu sorular var.
Azad’ın söyledikleri ilginç:
“PKK’nın dağdan inmesi bence zayıf ihtimal Hasan Abi. Silah bırakmazlar. 30 yıl dağda kalan bir örgüt... Çok şey garanti edeceksin, gururuna bir şey olmayacak diyeceksin ve onları buna inandıracaksın ki inecek, yoksa zor. Piknik yapmaya çıkmadı ki dağa...”
Bir başkası:
“Bak abi, tamam bu işin sonuna gelindi, artık silahla başka bir yere gidilemez. Ama gelin şu silahı bırakın demek yetmez. Bir daha hapse düşmeyeceğine dair garanti vereceksin; kimliğiyle, kültürüyle ilgili taleplerine cevap vereceksin.”
Yandan kafayı uzatıyor:
“Bak abi, PKK içinde de dağdan inmek isteyenler elbette var. Gerçeği görüyorlar. Ama öyle kolay değil bu iş. PKK hâlâ güçlü bir örgüt. Sadece DTP’nin iki küsur milyon oyundan ibaret değil PKK desteği... PKK’nın Türkiye Kürtleri içindeki etki alanı bunun çok daha ötesinde...”
Şunu da ekliyor:
“PKK için silah ve dağda yaşamak bir hayat tarzı haline geldi. Şimdi bundan vazgeçip ovaya inmesi çok zor. Ayrıca TC de (Türkiye Cumhuriyeti devleti, HC) güven vermiyor.”

‘PKK zengin bir holding’
Bir başkasının yorumu ilginç:
“PKK’nın silah bırakması ihtimali mi? Zayıf! Çok zengin bir holding PKK... Belki de 10 milyar dolarlık... Irak’tan Türkiye’ye geçiş noktaları, Hacıumran, Gelereş, Hınare... Buralardan gecede 1.5 milyon dolar haraç topluyor. İran’a geçişler ayrı... Bu arada uyuşturucudan kilo başına rahat 1000 euro alır.”
Yaşar Kaya’nın söyledikleri:
“Bir genel af gerekli. Lider kadrosundan dağdaki 100-150 kişi İskandinav ülkelerine gönderilebilir. Onur kırıcı olmayan bir af düzenlemesi yapılır. Şunu unutmayın, dağa piknik yapmak için çıkmadılar. Ayaklandılar, çünkü ulusal kültürel talepleri vardı. Afla birlikte sivil siyasetin önü açılmalı. Ancak PKK da önşartsız silah bırakmalı, silah bırakmadan bir şey konuşulmaz çünkü. Dağdaki problemi halletmeden de, af olmadan da bir yere gidilemez.”
Yumurta civciv hikâyesi gibi...
Yanık bir kadın sesi radyodan. Açıklama da Azad’dan: “Abi, aşkını anlatıyor. Gencim ama ihtiyar gibi ölüyorum diyor.”

‘Zor dostum zor’
Dağdan inmek kolay mı?
Bir yanda PKK’nın hayat tarzı... Diğer yanda Türk devletinin tarzı... Hani derler ya, boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor! Üç gündür kaç kişiyle sohbet ettim. İyimser olabilene rastlamadım.
Geçen gün Talabani’nin memleketi Köysancak’ta sohbet ettiğim Osman Öcalan da iyimser gözükmüyordu. PKK’nın silah bırakma sürecine girebilmesi için, başlangıç noktası olarak Türkiye’de dağdaki lider kadrosunu da kapsayan köklü bir affı savunurken kendisine sordum:
“İyimser misin? Ankara böyle bir affı çıkarabilir mi? Hükümette böyle bir niyet, böyle siyasi irade var mı, olabilir mi?”
Sorumu açıkça yanıtlamadı.
Yüzüme zor gibisinden baktı.
Ama bu sırada gözüm, yeğenine takıldı, bana bakıp kıs kıs gülüyordu, “Zor dostum zor!” dercesine... Düğüm aynı soruda:
PKK’nın dağdan inmesi ve af ama nasıl olacak?..
Kuzey Irak notlarının dördüncüsü yarına.

http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=25&pid=LDY7/ulAZyI8M
_________________________________________________________________________________
Karayılan: Barış umudumuz var

Kuzey Irak Notları

5 Mayıs Salı 2009

PKK’nın bir numarası Murat Karayılan, ‘Öncelik silahların susmasıdır, kimse kimseye saldırmasın. Bu işi kendi aramızda konuşmaya başlayalım önce... Silahla değil, diyalogla işe başlayalım’ diye konuşuyor
Diyalog için gerekirse akil adamlardan oluşan bir mekanizma öneren Karayılan, ‘Önemli bir eşikteyiz! 1993’te de barış fırsatı vardı, kaçtı. Bu defa da kaçmasın. Artık kan dökülsün istemiyoruz” dedi

KANDİL DAĞI, Kuzey Irak
PKK uzun yıllardır Kandil Dağı’ndan yönetiliyor. “Önderlik makamı İmralı’dır” diyorlar, ama bugün PKK’nın bir numarası Kandil’de, dağda yaşayan Murat Karayılan.
Geçen cumartesi günü Kandil Dağı’nın eteklerindeki iki odalı ve basık tavanlı kerpiçten bir köy evinde Murat Karayılan’la dört saat konuştum.
Bulunduğumuz yer bir PKK üssü değildi ama onların deyişiyle ‘PKK bölgesi’ydi. Zaten böyle olduğu, dağların ve harikulade manzaraların arasından buluşma noktamıza doğru gelirken, etrafta gördüğümüz kadınlı erkekli, omuzları silahlı PKK’lılardan anlaşılıyordu.
Murat Karayılan, PKK’nın beş kişilik Başkanlık Konseyi’nden iki başkan yardımcısıyla birlikte gelmişti.
Bozan Tekin Şanlıurfa Bozovalıydı.
1980 ile 2000 arasında 20 yıl hapis yattıktan sonra dağa çıkmıştı.
Öteki Başkan Yardımcısı, gerçek adı Nuriye Kesbir olan Sozdar Avesta’ydı. Hollanda’da yaşarken yargılanmış, Türkiye’ye iadesi gündemdeyken kaçmış, Kandil’e, dağa çıkmıştı.
Murat Karayılan’ın yanındaki üçüncü kişi Ahmet Deniz, PKK’nın medya ve sivil kuruluşlarla ilişkilerinden sorumluydu.

6 saatlik yolculuk
Kandil yolculuğumuz cumartesi sabahı saat 6’da Erbil’den başladı. Üç araba değiştirdik. Kandil’deki köy evine vardığımızda saat 12’ydi.
Önce Azad’ın kullandığı kendi taksimizle, İran sınırına yakın Renya’ya geldik. Yanımda, bu coğrafyada, Güneydoğu’da yıllardır kim bilir kaç kez birlikte dolaştığım gazetemizin Ankara bürosundan Namık Durukan vardı.
Renya’da araç değiştirdik.
Dağlara vurduk.
Heyecan başladı.
Olayın kendi gerilimi...
Aynı zamanda nefes kesen doğa güzellikleriyle, kaya diplerinden fışkıran turuncu renkli ters laleler, kıpkırmızı gelincikler, ceviz ağaçları, nar ağaçlarıyla... Ve dipsiz kuyu gibi uçurumlarıyla bir yolculuk..
Japon yapımı kaçakçı cipiyle bir tarafı uçuruma açılan daracık, taşlı toprak yollardan dağa tırmanırken, dağdan inerken öyle anlar oldu ki yüreğim ağzıma geldi.
Tıpkı 1994’te, yine Kandil’de, İran sınırına bitişik Zeli kampına sığınmış PKK’lılarla görüşmek için fırtınalı, berbat bir sonbahar günü yaptığım seyahatta, veyahut 1993 yılı nisan ayında Lübnan’ın Bekaa Vadisi’nde, Suriye kontrolündeki Bar İliyas kasabasında Abdullah Öcalan’la geçirdiğim 24 saatte olduğu gibi...
Öyledir, bazen adrenalin yüklemesine ihtiyaç duyar gazeteci milleti...
Fotoğraf çekmek yasak!
Kayalıkların arasından gürül gürül akan suları aracımızla iki kez geçtik.
Silahlı PKK’lılar durduruyor.
Araç değiştirdikten sonra yine yola koyuluyoruz. Bu kez bir köy evinin önünde ihtiyaç molası. Cep telefonlarımızı kapatıp evde bıraktık, sonra yeniden yola devam...
Altı saat geçiyor.
Cumartesi günü saat 12’de Murat Karayılan bizi köy evinin önünde karşılıyor.
Karayılan, “PKK kırsalına galiba bu ilk gelişiniz” dedi. Zeli’yi, Bekaa’da Öcalan’la görüşmemi saymazsak öyleydi.
Hakkâri tarafını, Yüksekova’yı ilk gördüğümde de, barış gelse bu coğrafya tek başına turizm geliriyle kalkınır diye düşünmüştüm.
Şöyle dedim Murat Karayılan’a:
“Gazeteci kimliğimle buradayım. Türkiye’den herhangi bir yerden, herhangi bir mesaj vesaire getirmiyorum. Aklınıza böyle bir şey gelmesin. Bir gazeteci olarak PKK yönetiminin ne düşündüğünü öğrenmeye geldim.”
Şunu da ekledim:
“Bu görüşme lütfen kamerayla da kaydedilmesin. Biz gazeteci milleti haber konusu olmak yerine, haber yaparız.”
Karayılan:
“Sadece arşivimiz için beş on dakikalık görüntülü kayıt yapacağız.”
Onlar kendi teyplerini, Namık bizim teybimizi muşamba kaplı masanın üstüne koyup sohbeti başlattık.
Murat Karayılan’ın ilk sözü:
“Propaganda amacımız yoktur. Bir barış umudumuz vardır. Bu nedenle görüşmeye karar verdik sizinle...”

Olumlu mesajlar
Karayılan olumlu mesajlar verdi.
Negatif değil pozitif konuştu.
“Öncelik, silahların susmasıdır, kimse kimseye saldırmasın” dedi. Diyalog için somut bir mekanizma önerirken şöyle dedi:
“Önemli bir eşikteyiz!” 1993’te de, o tarihte ilan edilen ateşkesle de ‘büyük bir barış fırsatı’ ele geçirildiğini belirtti. Ancak ‘siyasal irade boşluğu‘ olduğu için ve sorun zamanın hükümeti tarafından tümüyle askere havale edildiği için, bu fırsatın heba edildiğini söyledikten sonra şöyle dedi:
“Barış fırsatı bu defa kaçmasın.”
Ekledi:
“Artık kan dökülsün istemiyoruz. Çünkü yıllar geçer yine aynı noktaya geliriz. Kan kaybeder Türkiye. Askeri yöntemlerle PKK bitirilemez; 25 yıl denendi bu ama olmadı.”
Ateşkesin 1 Haziran sonrasında, yine tek taraflı olarak uzayıp uzamayacağı konusunda herhangi bir şey söylemeyen Karayılan şöyle dedi:
“Öncelik, silahların susmasıdır.”
“Yani silah bırakma değil mi?”
Karayılan:
“Silah bırakma sonraki aşama... Önce silahların susması gerekiyor. Kimse kimseye saldırmasın. Bu işi kendi aramızda konuşmaya başlayalım önce... Silahla değil, diyalogla işe başlayalım, biz bize konuşalım.”
Araya giriyorum:
“Nasıl olacak bu? Bir yanda devlet, bir yanda PKK mı? Bu olacak iş mi?”

Akil adamlar mekanizması
Karayılan’ın mekanizması şöyle:
“İlk adımda silahlar susacak... Sonra diyalog başlayacak... Diyalog yeri İmralı’dır... Kabul edilmiyorsa, diyalog yeri biziz... Bizi de kabul etmiyorsa, siyasal olarak seçilmiş iradedir, (burada DTP’nin adını zikretmiyor, ama ben belirtince başıyla onaylıyor, HC)... Bu da olmuyorsa, o zaman ortak bir komisyon kurulur bir yerde, akil adamlar bir araya gelir. Örneğin İlter Türkmen, (eski Dışişleri Bakanı ve Büyükelçi) gibi, sizin gibi insanlar toplanır, böyle bir mekanizma harekete geçer, çalışmaya başlar... Böyle bir mekanizma muhatap alınır diyalog için devlet tarafından...”
Ekliyor Murat Karayılan:
“Neden olmasın, niçin böyle bir mekanizma oluşturulmasın ki?..”
Neden oluşturulmasın diye sorunca, Karayılan da soruyor:
“Siyasi irade mi yok?.. Boşluk siyasal alanda mı? Akla takılıyor, 2005’teki Başbakan nerede diye...”
PKK’nın bir numarası Murat Karayılan’la dört saatlik Kandil Dağı görüşmesinin ikinci bölümü ve Kuzey Irak notlarının beşincisi yarına...

‘10 askerin şehit olmasından biz de üzgünüz’
Şunu sordum Karayılan’a:
“Tek taraflı ateşkes, eylemsizlik dediniz, bunu 1 Haziran’a kadar uzattığınızı açıkladınız. Peki bu arada Diyarbakır ve Hakkâri’de 10 askerin şehit olmasına yol açan son PKK saldırıları neydi?”
İlk tepkisi şu oldu:
“Bundan biz de üzgünüz.”
Şöyle devam etti Karayılan:
“Merkezden planlı bir şey değildi bu. Yerel düzeyde, sahada kendi inisiyatifleriyle alınmış bir karardı. Askerin araziye çıktığını görüyor, bir operasyonla üzerine gelindiği hissiyatına kapılıyor ve kendini korumak için tedbir alıyor, mayın döşüyor. Biz de üzgünüz.”

http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=26&pid=LDY7/ulAZyI8M
____________________________________________________________________________________
Kuzey Irak notları - 5

Karayılan: PKK artık eski PKK değil

6 Mayıs Çarşamba 2009

Karayılan PKK’daki değişimi, “PKK eskiye göre daha makul bir çizgide. Örneğin evvelce bağımsız Kürt devleti isterdi. Bu geçmişte kaldı. Yani artık ‘bölücü’ değil. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde eşit ve özgür olarak yaşamalarını istiyoruz. Şunu belirtmek isterim. Bu bir taktik değildir. Bölücülüğü, yani bağımsız devleti dışlayan süreç 1993’te başladı, 1999’da İmralı ile başladı. Pradigma değişti” sözleriyle açıklıyor

KANDİL DAĞI, Kuzey Irak
PKK’nın bir numarası Murat Karayılan‘la geçen cumartesi günü Kandil Dağı’nın eteklerindeki iki odalı, basık tavanlı, kerpiçten bir köy evinde yaptığım dört saatlik görüşmede, bir konuyu sürekli olarak sohbet gündeminde tutmaya çalıştım:
PKK’nın silah bırakması...
PKK’nın dağdan inmesi...
Bir ara şöyle dedi Karayılan:
“Bakın, biz aklımızı yitirdiğimiz için çıkmadık dağa. Kimilerinin dediği gibi piknik yapmak için de dağda değiliz.”
PKK’nın dağdan inmesi söz konusu edilince, Karayılan’ın yüzüne müstehzi bir gülümseme yayılıyor. Bunun öyle söylendiği gibi kolay olmadığını, bu aşamaya gelinceye kadar yapılması gereken başka işler olduğunu anlatan bir yüz ifadesi bu aynı zamanda...
Sıkıştırınca da şu tepkiyi verdi:
“PKK silah bıraksın söylemi havaya, yani boşa sıkılmış bir kurşundur. Bıraksın da nereye bıraksın? Nasıl bıraksın? Kime bıraksın? Zemini nedir silah bırakmanın? Silah bıraksın demenin bir anlamı yok. Önce oturalım, konuşalım.”

‘Daha makul bir çizgideyiz’
Murat Karayılan’a göre, PKK’ya ‘terör örgütü’ demekle bir yere gitmek olanaksız. PKK’nın aynı zamanda Kürtlerin özlemlerini yansıttığını, bu nedenle desteğini aldığını söylüyor.
Ve hep şunu ekliyor:
“PKK eski PKK değil artık.”
Değişim nedir sorusuna ise özet olarak şu yanıtı veriyor:
“PKK eskiye göre daha makul bir çizgide. Örneğin evvelce bağımsız Kürt devleti isterdi. Bu geçmişte kaldı. Yani artık ‘bölücü’ değil. Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde eşit ve özgür olarak yaşamalarını istiyoruz. Şunu belirtmek isterim. Bu bir taktik değildir. Bölücülüğü, yani bağımsız devleti dışlayan süreç 1993’de başladı, 1999’da İmralı, (Öcalan’ın yakalanıp ömür boyu hapse mahkûm edildiği yıl, HC) ile başladı. Pradigma değişti.”
“Nasıl değişti?”
“Bakın biz artık ‘demokratik özerk Kürdistan’ diyoruz. Bu özerklikten kasıt, federasyon değildir. Sınırların yeniden çizilmesi değildir. Devletin üniter yapısını da bozmayan bir çözümdür. Mahalli İdareler Kanunu değişir, yerel yönetimler güçlendirilir.”

‘Bizim yaptığımız olumsuzluklar da var’
Murat Karayılan bunları belirttikten sonra, dünkü bölümde de yer aldığı gibi bir noktayı yine vurguladı:
“İlk önce silahlar susmalı!”
“Sonra?”
“Sonra sıra, Kürt kimliğiyle ilgili kültürel haklara,(Burada bir anayasa değişikliğine işaret etmiş oluyor, HC) ve kimilerinin af olarak anladığı ‘toplumsal uzlaşma projesi’ne gelir. Bu iki taraflı bir konu. Bir tarafta silahlı isyanlar yapılmış... Diğer tarafta inkar politikaları izlenmiş... Bunların tahribatları yaşanmış... Kürtlere karşı, bize karşı 17 bin küsur faili meçhul cinayet var... Evet, bizim yaptığımız bazı olumsuzluklar da var. Onun için bu toplumsal uzlaşma projesi diyoruz. Bu karşılıklı, iki taraflı bir şey. Bu proje karşılıklı olarak birbirini affetmektir. Gönüllü birlikteliği yansıtacak yeni bir anayasada uzlaşmaktır.”
Şunu ekliyor Murat Karayılan:
“Bütün dileğimiz, Kürtlerin kendi kültürlerini özgürce yaşamalarıdır.”

‘Kürt konferansı çözüm zemini oluşturabilir’
Dikkatimi çekiyor.
Kandil Dağı’nın eteklerindeki köy evinin basık tavanlı odasında Murat Karayılan’la ben konuşurken, beş kişilik PKK Başkanlık Konseyi’nin iki üyesi Bozan Tekin’le Sozdar Avesta hiç söze girmiyorlar.
PKK’nın dağdan inmesi, silah bırakması konusunu bir kez daha açıyorum. Bu defa Kürt Konferansı bağlamında.
Özetle şunu söylüyorum:
“Erbil’de bütün ülkelerdeki Kürtler için bir pan-Kürt Konferansı toplanacak ve PKK’ya silah bırakma çağrısı yapılacak; senaryo önceden öyle ayarlanacak ki, PKK da silah bırakma sürecine girecek. Böyle bir beklenti yaratıldı. Ama sonra konferans sonbahara kaldı. Siz mi, PKK mı neden oldu buna?”
Kürt Konferansı’yla ilgili böyle bir beklentinin yaratıldığına katılıyor Murat Karayılan. Bu konuda Irak Cumhurbaşkanı ve Kürt lider Celal Talabani’nin oynadığı role gülerek, biraz da alaylı bir dille değiniyor. Ama aynı zamanda Kürt Konferansı’nı önemsediğini belirtirken konuyu şöyle özetliyor:
“Konferans fikri başlangıçta bizim fikrimizdi. Ama en sonuncu girişim bize ait değildi. Doğru yaklaşılırsa, bir çözüm zemini yaratabilir bu konferans. Ancak şu da bir gerçek: Böyle bir Kürt Konferansı’ndan ‘PKK silah bıraksın!’ anlamı çıkmaz.”

‘Özal Kürt sorununa kafa yorardı’
PKK’nın bir numarası Karayılan’ın kafasında bir soru var:
Yeniden 1990’ların ilk yarısına mı dönülecek?
Özellikle 1994’e...
Güneydoğu’da yangının birden bire parladığı döneme... Soruyor Karayılan:
“Hükümet, 1990’ların başındaki gibi yine her şeyi askere mi havale edecek?”
Bunun yanıtı arıyor Karayılan.
Özetle şunları söyledi:
“1993’de Özal öldü ve bir barış fırsatı kaçırıldı. Özal, Kürt sorununu görebilen ve onu çözmek için ciddi biçimde kafa yoran bir liderdi. 1993’de Özal öldü ve 1994 hakikaten korkunç geldi,(Öcalan gibi Karayılan da Kürt sorunu konusunda Turgut Özal’a son derece olumlu bir yer biçiyor, HC). Yeniden 1994’ü andıran bir saldırı mı geliyor? Bir şeyler hissediyoruz ama emin değiliz. Erdoğan hükümeti sorunu askere havale eder ve bir kez daha kan gölü yaşanır mı? Siz ne düşünüyorsunuz?”

‘Demek asker de bekleyebiliyormuş...’
Murat Karayılan, 29 Mart sonrası dönemi okumaya çalışıyor.
Seçimlerde, DTP oylarının düşmesini öngören bir senaryo yazıldığını, Tayyip Erdoğan’ın buna çok angaje olduğunu ve kendine fazla güvendiğini, ancak sonunda hayal kırıklığına uğradığını, çünkü DTP’nin yerel seçimlerden oylarını da, belediye başkanlıklarını da arttırarak çıktığını anlatıyor.
Bu senaryoda askerin rolüne de üstü örtülü biçimde işaret ederken şöyle diyor:
“29 Mart öncesinde bir tasfiye senaryosu yazıldı. DTP oylarının düşmesine dayalı bir senaryo... Ama gerçekleşmedi. 25 yılın en sakin kışını yaşadık. 29 Mart’a kadar bekledi askeri. Demek asker de bekleyebiliyormuş, (Bu cümleyi biraz da alaylı bir dille söyledi, HC) Asker neden üzerimize gelmedi seçim döneminde? Ama bundan yine de umutlandık biz... Bazı çözüm emareleri gözüktü. Ordunun da yer aldığı yeni bir aşama olabilir diye düşündük. Ama olmadı. Seçimlerin hemen ertesi günü, 30 Mart’ta başladı asker, öyle büyük çapta olmasa da... 14 Nisan’da ise bu kez DTP’yi hedef alan operasyon için düğmeye basıldı. Oysa seçim sonuçları bizi barış ve demokrasi adına umutlandırdı.”

‘2005’teki Başbakan Erdoğan nerede?’
Karayılan, dört saatlik sohbetimiz sırasında sözü bir kaç kez Başbakan Erdoğan’a getirdi.
Erdoğan’ın 2005 yılının ağustos ayında, Diyarbakır’da yaptığı konuşmaya değindi. O konuşmasında Erdoğan, “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur; bu konuda devletin de hataları olmuştur; bunlar düzeltilir” demişti.
PKK’nın bir numarası, Erdoğan’ın bu konuşmasından bugüne bir şey kalmadığına birkaç kez şöyle bir değinirken, sözü hep aynı noktaya getirdi:
Siyasi irade boşluğu...
Şöyle dedi Karayılan:
“İyimser olamıyorum. En başta siyasi bir irade yok Kürt sorunu konusunda. Bu irade yokluğu çok ciddi bir sorun. Bugün artık generaller de farklı bir şeyler söylemeye başladılar. Ama siyasi irade nerede? 2005’de o sözleri söyleyen Başbakan nerede? 1994’de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, üstüne vazife de değilken, Kürt raporu hazırlayarak partisinin liderine veren Erdoğan bugün nerede?”

‘Silahlı mücadele artık meşru savunma çizgisinde’
Karayılan, “PKK eski PKK değil” temasına geliyor bir kez daha. Yine PKK’nın değiştiğini anlatmaya çalışıyor. Basına açık olduklarını, “Gelip bizi bizden öğrensinler” diyor. Mücadele yöntemlerinin değişmeye başladığını belirtiyor.
Özetle şunları söylüyor:
“Biz on yıl önceki PKK değiliz. Silahlı mücadeleyi de klasik yöntemlerle yapmıyoruz artık. Meşru savunma çizgisi temelinde çalışıyoruz. Kitle faaliyetlerine, sivil itaatsizliğe, siyasal çalışmaya ağırlık veriyoruz. Ama bu arada 6-7 bin silahlı insanı ne yapacaksınız? Onlar bir yerde kazanımların, meşru savunmanın güvencesi... Biz insan ölümünü istemiyoruz. Son dört yıldır sınırlı bir savaş içindeyiz. 1993, 1994’deki gibi değil. Kırsal alanda, üstüne gelirse kendini savunursun.”

‘Dershanedeki patlama da kontrol dışı oldu’
Sonra da şunu ekliyor:
“Yeni dönemde, 29 Mart seçimleri sonrasında, yeniden bir savaş dayatılırsa... Bunu düşünmek bile istemiyoruz. Böyle bir dayatma halinde, 1990’ların ilk yarısındakini aşar, çok daha şiddetli olur, iki taraf açısından da. Biz bunu istemeyiz. Ama buna da hazırlıklıyız. İstenmeyen sonuçlar çıkabilir. Biz kontrol dışı bir şey yapmayız. Masum insanlara, sivillere zarar veren, meşru savunma dışındaki askeri eylemler terör sınıfına girer.”
Karayılan, bu çerçevede sözü Diyarbakır’da dershane önünde yaşanan o korkunç patlamaya, terör eylemine getirerek şöyle söylüyor: “Çok yanlıştır. Biz de tasvip etmedik. Kontrolümüz dışında oldu.”
PKK’nın bir numarası Karayılan, Obama Amerika’sı ve AB’ye ilişkin neler düşünüyor? Fethullahçılar hakkındaki görüşleri nedir? PKK önkoşulsuz silah bırakabilir mi? İran ve Hizbullah... Karayılan’ın hükümete son çağrısı nedir?
Kuzey Irak notlarının altıncısı ve Karayılan’la Kandil Dağı sohbetinin üçüncü bölümü yarın.

http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=27&pid=LDY7/ulAZyI8M
_________________________________________________________________________________
Kuzey Irak notları - 6

Karayılan: Erdoğan AB’yi okuyamıyor

7 Mayıs Perşembe 2009

Karayılan Avrupa Birliği’ni, özellikle Fransa’yla Almanya’yı eleştiriyor. Her iki ülkenin de Türkiye’yi AB’de görmek istemediklerini söylüyor; bu nedenle bu ülkelerin Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynadıklarını belirtiyor. Karayılan, “Bu sorun çözülmeyince, çatışma devam edince, bu ülkelerin sana karşı söyleyecekleri bin türlü
lafı olacak seni AB’ye sokmamak için. İnsan hakları diyecekler, bin türlü şey diyecekler. Bu durumu okuyamıyor Türkiye...” diyor. Obama’nın liderliğindeki ABD için ise, ‘Obama da Bush gibi mi yapacak, yani çözümsüzlüğe mi oynayacak? Emin değilim. Keşke siyasi çözümü içtenlikle istese Obama Amerikası... Ne yapacak, kestiremiyorum. Çözüme büyük katkısı olur Amerika’nın...” diye konuşuyor

KANDİL DAĞI, Kuzey Irak
PKK’nın bir numarası Murat Karayılan 1956’da Suriye sınırında bir köyde doğmuş. Gaziantep Makine Yüksek Okulu’nu bitirmiş. 1970’lerin başında, daha ortaokul sıralarındayken 12 Mart döneminde Deniz Gezmiş’lerden etkilenip ‘solcu’ olmuş...
O yılları anarken ekliyor:
“Sonra da Kürt sorununu kucağımızda bulduk.”
Kandil Dağı’nın eteklerindeki iki odalı köy evindeki dört saatlik sohbetimizde sordum:
“Başbakan Erdoğan hükümetine bir çağrınız varsa, bunu bir, iki, üç, dört diye satırbaşlarıyla nasıl özetlersiniz?”
Durdu, bir süre konuşmadı.
PKK’nın beş kişilik Başkanlık Konseyi üyeleri Bozan Tekin ve Sozdar Avesta’yla göz göze geldi. Biraz başka konulara değindi. Kafasında evirip çevirecek kadar zaman kazandıktan sonra tane tane konuşmaya başladı Karayılan.
Not defterimden aktarıyorum:
“(1) Hükümet, sorunu yeniden askere havale etmesin. Kürt sorununda silahları devre dışı bırakabiliriz. Devlet de anlayış göstermeli.
(2) Askerde eskiye göre biraz daha farklılık var, değişiklik var. Ama buna karşılık siyaset eksiği var, liderlik eksiği var.
(3) Hükümet bir açılım yaparsa, biz de gerekeni yaparız. Keşke bir adım atılsa...

‘DTP’ye yapılan siyasi katliam’
(4) Bizim sorumlu bir duruşumuz var. Başkanımız halen hapistedir. 4 bin PKK’lı da hapistedir, bunu unutmayın.
(5) Biz yerel seçimlerle birlikte bir yumuşama beklerken, tam tersi oldu. DTP’ye dönük operasyon, bastırma başladı. Bu bir ‘siyasal katliam’dır. Olmaz böyle şey. Oysa, biz yumuşama beklentisiyle 1 Haziran’a kadar uzattık eylemsizliği, ateşkesi... 29 Mart seçimlerinin mesajı demokrasidir.
(6) Başbuğ, PKK’yı bitirmek için bu yılın bir şans olduğunu söylüyor. ‘Uluslararası konjonktür de müsait PKK’yı bitirmek için’ demek, gerçekleri görmemektir. Biz siyaset diyoruz. Bakın, 1999 şokunu, (Öcalan’ın yakalanması, HC) yaşayan bir PKK bir daha bitmez. PKK hem dağa dayanır, hem kitleye dayanır çünkü... (Biraz durup devam ediyor) Ne yani şimdi Amerika gelip bizi dağda mı bitirecek?

‘Empati, evet biraz empati...’
(7) Kürtleri asimile etmeye dönük politikalar başarılı olmadı. PKK’yı bitirmeye dönük politikalar başarılı olmadı. Bitmedi PKK...
( 8 ) Şimdi siyasal çözüm şansı vardır, koşullar olgunlaşmıştır. Bu fırsatı kaçırmayalım. Yeni bir savaş süreci açılmasın, barış süreci açılsın. Batı’daki, bölgedeki bazı ülkelerin Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynayan politikaları Türkiye’nin zararınadır. Kürt sorununu çözen bir Türkiye, bölgede lider olur. Bunun için toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır.
(9) Hani ne diyorlar, empati... Evet biraz empati! Artık ne asker ölsün, ne biz ölelim.
(10) Uzattığımız el havada kalmasın!”
Karayılan’ın çağrısı böyle.
Ankara’ya bu çağrısını özetlerken bir ara Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un son basın toplantısına değindi. Dağda, televizyondan dikkatle izlemişler toplantıyı. Bu arada biraz da alaylı bir dille dedi ki:
“Başbuğ bizi de insandan saydı. Hani, ‘Terörist de insandır!’ dedi ya...”
Murat Karayılan’ı dinlerken defterimin bir kenarına not ediyorum. PKK’nın bir numarası her seferinde, “Kürt sorunu bizden sorulur; bu sorun çözülecekse, ancak bizimle çözülür” demeye getiriyor.
PKK ile Kürt sorununu özdeş kılan bu söylem, “PKK’nın üstüne gelmek, PKK’yı dışlamak, Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynamaktır” diye ifade edilebilir.

‘Fransa ve Almanya çözümsüzlüğe oynuyor’
Karayılan bu bakış açısından hareketle Avrupa Birliği’ni, özellikle Fransa’yla Almanya’yı eleştiriyor. Her iki ülkenin de Türkiye’yi AB’de görmek istemediklerini söylüyor; bu nedenle bu ülkelerin Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynadıklarını belirtiyor.
Bu durumu, Türkiye’de siyasetin, Başbakan Erdoğan’ın okuyamadığı kanısında Murat Karayılan.
Şöyle diyor:
“Fransa’sı, Almanya’sı seni Avrupa Birliği’nde görmek istemiyor. Onun için de Kürt sorunu çözülsün istemiyorlar. Bu sorun çözülmeyince, çatışma devam edince, bu ülkelerin sana karşı söyleyecekleri bin türlü lafı olacak seni AB’ye sokmamak için. İnsan hakları diyecekler, bin türlü şey diyecekler. Bu durumu okuyamıyor Türkiye...”
AB böyleyse, ABD nasıl?

‘Obama’nın ne yapacağını kestiremiyorum’
Karayılan şöyle dedi:
“Şimdi Başkan Obama ne yapacak? Başkan Bush Amerika’sı da Kürt sorununda çözümsüzlüğe oynadı. Aslında Lozan’dan beri Kürt sorununda çözümsüzlük siyaseti sürüyor Amerika’nın. Bunu Türkiye’ye karşı bir koz olarak tutuyor. Örneğin İsrail’in de işine geliyor çözümsüzlük hali. Böylece Türkiye’nin İsrail’e ihtiyacı olacak, İsrail’in Heron uçaklarına Türkiye’nin ihtiyacı olacak, (Türkiye’nin İsrail’den satın aldığı pilotsuz keşif uçakları, Kandil’in tepesinde uçarak PKK hedefleri saptıyor, HC). Bölgede İran da istemez Kürt sorununun çözümünü, benzer nedenlerle... Hepsi çözümsüzlüğe oynarlar Kürt sorununda...”
“Obama Amerika’sı ne yapacak?”
“Emin değilim. Obama da Bush gibi mi yapacak, yani çözümsüzlüğe mi oynayacak? Keşke siyasi çözümü içtenlikle istese Obama Amerika’sı... Ne yapacak, kestiremiyorum. Çözüme büyük katkısı olur Amerika’nın...”
Şunu da ekliyor bu arada:
“Bu sorunu biz bize çözelim. Gerçek bir liderle Türkiye’nin bu sorunu 24 saatte çözülür.”

‘Bir zamanlar Kürtçe bile yasaktı’
Karayılan’a iki soru sordum.
Birincisi özetle şuydu:
“PKK 1984’te Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla silahlı mücadele başlatmamış olsaydı, bu kadar kan ve gözyaşı akmamış olsaydı, Kürt siyasal hareketi barışçı yöntemlerle bugün çok daha güçlü olmaz mıydı?”
Karayılan’ın yanıtı:
“Hayır olmazdı. Büyük ihtimalle biterdi Kürtler... Unutmayın bir zamanlar evde bile Kürtçe konuşmak yasaktı. İnsanlar kendi evinde bile Kürtçe konuşmaya korkardı.
Silahlı isyan büyük yıkıntılara, üzüntülere yol açtı ama bu süreçtir, Kürt gerçeğini Türkiye’de sahneye çıkaran... Bugün aramız olmasa da, İsmail Beşikçi Hoca, Şemdinli ve Eruh’la başlayan süreç için, ‘Kürt teslimiyetçiliğine sıkılan kurşundur’ der.”

‘Önkoşulsuz silah bırakırsak her şey beter olur’
İkinci sorum şuydu:
“PKK bugün önkoşulsuz, her hangi bir koşul öne sürmeksizin silah bıraksa, dağdan inse, Kürtler için daha iyi olmaz mı, Kürt siyasal hareketi daha güçlenmez mi?”
Murat Karayılan’ın cevabı:
“Sanmıyorum. Bakın, DTP bu kadar oy aldı, Meclis’e girdi. Başbakan elini uzatmıyor DTP’ye, Başbuğ tanımadığını söylüyor. Bu arada Başbuğ, bireysel kültürel haklara taraftar olduklarını, kolektif haklara karşı çıktıklarını söyledi. Biz şimdi hiçbir şey olmadan silah bıraksak, her şey çok daha beter olur bizim açımızdan...”
Kuzey Irak notlarının yedincisi, Murat Karayılan’la dört saatlik Kandil görüşmesinin dördüncüsü yarına...
Dünkü yazımın sonunda duyurduğum bazı konuları, Fethullahçılar’la, İran ve Hizbullah’la PKK ilişkilerini, PKK’nın tepesinde Karayılan-Bayık çatlağı var mı yok mu sorusunu, Bostancı olayıyla PKK’nın ilintisini yarına bırakıyorum.

http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=28&pid=LDY7/ulAZyI8M
____________________________________________________________________________________
Kuzey Irak notları - 7

Karayılan: ‘Fethullahçılar geleceğe dönük bir risk’

8 Mayıs Cuma 2009

Karayılan Fethullahçılarla ilgili soruya, ‘Fethullahçılar devlet sistemine yerleşmek istiyorlar. AKP ile bunun için yakınlaştılar. Güç kazandılar. Amerika’dan da destek alıyorlar. Fethullahçıları İslam dünyasına sürüyor Amerika’... ‘Biz de PKK’ya karşıyız; biz de devletçiyiz!’ diyerek devlete yerleşiyorlar. Güneydoğu’da varlar ama yoğun değiller. AKP içinden geliyorlar. Poliste, öğretmende yaygınlar. Dine sıcak bakan kesimlerde yaygınlar. Varsayalım PKK bastırıldı, bitirildi. O zaman ne olur bölge biliyor musunuz, gericiliğin merkezi olur Güneydoğu’ diye yanıt veriyor

KANDİL DAĞI, Kuzey Irak
Kuzey Irak’ta gazeteci milletinin Kandil yolunu, yani medyanın PKK ile temasını Talabani’yle, Barzani de kesmek istiyor.
Bu nedenle geçen hafta cumartesi günü sabahın erken saatlerinde Kandil Dağı’na giderken, Talabani’nin KYP’si ile Barzani’nin KDP’sine ait kontrol noktalarından kendimizi sakınmaya çalıştık.
Bazı noktalarda gazeteci kimliğimizi göstermedik. Fotoğraf makinelerimizi sakladık. İran sınırına yaklaşırken de araba değiştirip, PKK’nın işaret ettiği Kürt kaçakçıların cipine bindik. Kandil Dağı’na tırmanırken yolculuğumuzun bir bölümünü kaçakçı yollarından yaptık.
Kaçakçılar Renya bölgesinde PKK’nın şemsiyesi altına girmişler. Herhalde bunun bedelini hem para olarak ödüyorlar, hem de PKK’nın lojistiği onlar tarafından sağlanıyor. Ama aynı zamanda ‘güvenlik’lerini de PKK’ya bağladıkları anlaşılıyor.
Sorular:
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Washington ve Ankara’yla birlikte PKK’yı nereye kadar tecrit edebilir? Nereye kadar etkisizleştirebilir? Ya da örneğin PKK’yı Kandil Dağı’ndan çıkarabilir mi?
Bu sorulara ilişkin ipuçlarını hem Erbil’de hem de Murat Karayılan’la sohbetimde yakalamaya çalıştım.
PKK’nın bir numarası kendinden emin konuştu:
“Barzani’yle Talabani bize karşı hareketliliğe geçerlerse kendileri kaybeder.”
Böyle bir ihtimal var mı?

Barzani PKK’ya baskı uyguluyor, ancak...
Barzani’yle Talabani’nin Washington ve Ankara’yı da tatmin etmek için Kuzey Irak’ta PKK’ya hayatı zorlaştırmak istedikleri malum. Bunun için PKK’ya bazı açılardan özellikle KDP tarafından baskı uygulanıyor bölgede.
Ancak bu baskının bir sınırı var. Bir ölçünün ötesine gitmek güç. Özellikle Türkiye’nin geçen şubat ayındaki kara operasyonu Kuzey Irak’ta PKK’nın imajını parlatmış. “Sizin topraklarınızı biz koruduk, sizin için de biz çarpıştık” propagandası halk arasında tutmuş.
Bir gözlemci şöyle dedi:
“Türkiye’nin askeri operasyonu, PKK’nın bölgede yeniden küllerinden doğmasına yol açtı.”
Kısacası:
PKK’ya karşı Kuzey Irak’ta Kürt yönetimi tarafından yapılacakların bir sınırı var. İki taraf da bunun bilincinde. Ayrıca, “Kürdü Kürde kırdırma“nın artık geçmişte kaldığı biliniyor.
Şu da göz ardı edilmesin:
PKK’nın uzun yıllar içinde Irak Kürtleri arasında da kökleri oluşmuş durumda...
Murat Karayılan’la sohbet sırasında dikkatimi çekti. Talabani ve Barzani’yle ilgili olarak konuşurken kendinden emin, kendine güvenen bir hali vardı.
Celal Talabani’ye dönük sempatisini pek saklamadı. Ağzından mı kaçtı bilemiyorum ama, sohbetin bir yerinde gülerek şöyle deyiverdi:
“Mam Celal, Ankara’nın duymak istediklerini çok iyi söylüyor. Mesela Kürt Konferansı ve PKK’nın silah bırakması gibi...”

‘Fethullahçıları İslam dünyasına Amerika sürüyor’
PKK’nın Fethullah cemaati ile ilişkilerini, cemaatin Güneydoğu’daki faaliyetlerini sordum Murat Karayılan’a.
Fethullahçılardan hazzetmiyor PKK’nın bir numarası. “Bize karşı son üç dört yıldır neden saldırganlaştılar?” diye soru sorarak başladı konuşmaya ve şöyle devam etti: “Fethullahçılar devlet sistemine yerleşmek istiyorlar. AKP ile bunun için yakınlaştılar. Güç kazandılar. Amerika’dan da destek alıyorlar. Fethullahçıları İslam dünyasına sürüyor Amerika... ‘Biz de PKK’ya karşıyız; biz de devletçiyiz!’ diyerek devlete yerleşiyorlar. Belki bugün değil ama geleceğe dönük olarak risktir bunlar... Güneydoğu’ya gelince... Güneydoğu’da varlar ama yoğun değiller. AKP içinden geliyorlar. Poliste, öğretmende yaygınlar. Dine sıcak bakan kesimlerde yaygınlar.”

‘PKK bastırılırsa Güneydoğu’da İran etkisi artar’
Şu sözleri ilginçti Karayılan’ın:
“PKK’yı bastırmak imkânsız. Ama varsayalım PKK bastırıldı, bitirildi. O zaman ne olur bölge biliyor musunuz, gericiliğin merkezi olur Güneydoğu... İran’ın çabaları var. İslamcı hareketi alternatif olarak geliştirmek istiyorlar. Hizbullah’ı asıl geliştiren JİTEM değil, İran’dır.”
Ve şunu ekledi Karayılan:
“İran benimle görüştü, Hizbullah’la çatışmamam için...”
İlginç bir gelişme.
Oyun içinde çok oyun var bölgede.
Mesela deniyor ki:
“Kürtler bölgede ‘laik’ bir güç... Bu yüzden Talabani’nin KYP’sine, Barzani’nin KDP’sine ve PKK’ya dönük bölgesel alternatif, İslamcı akımlardır. Eğer bu noktaya dikkat edilmezse, yarın Türkiye’nin güneyinde İran’a dayanan radikal bir Şii kuşağı neden gelişmesin?”

‘Cemil Bayık’la farkımız yok’
Pat diye sordum Karayılan’a:
“PKK zirvesinde çatlak varmış. Sizinle Başkanlık Divanı üyesi Cemil Bayık anlaşamıyormuş. Siz Kürt sorununun silahsızlandırılmasından, bunun için PKK’nın silah bırakmasından yanaymışsınız... Buna karşılık Cemil Bayık şahin çizgiyi savunuyormuş, TC‘den bir şey çıkmaz diyormuş...”
Beş kişilik PKK Başkanlık Konseyi’nin üç üyesi, Murat Karayılan, Bozan Tekin ve Sozdar Avesta bir an birbirlerine bakıp gülmeye başladılar.
Ben bir kılçık daha attım:
“Geçenlerde Celal Talabani İstanbul’daydı Irak Cumhurbaşkanı olarak. Birkaç Türk gazetecisi dostuyla birlikte yemek yerken de açıldı bu konu...”
Karayılan sordu hemen:
“Talabani de inanıyor mu buna?”
Bilemiyorum dedim.
Karayılan şöyle konuştu:
“Hiçbir görüş ayrılığımız yoktur Cuma arkadaşla. Cemil Bayık’ı biz böyle onun kod adıyla çağırırız. Cuma arkadaşla tam 30 yıldır birlikteyiz, aynı davanın içindeyiz. Farkımız yoktur.”

Bostancı olayının sorumlusu Kandil’de eğitim almış
Murat Karayılan’a ‘Bostancı olayı’nı sordum. Orhan Yılmazkaya isimli lideri polis baskınında ölen Devrimci Karargâh Örgütü’nün PKK ile ilişkisini sordum.
Yanıtının özeti şöyleydi:
“Ben ortaokuldayken Deniz Gezmiş’ten, Başkan da (Öcalan’ı kastediyor, HC) Mahir’den(Çayan) etkilenerek solcu olduk. Bu nedenle solcu örgütleri, kendi idealleri için canını ortaya koymaya hazır olanlara öteden beri sempati duyarız. Bunlar da bize geldiler. Altı ay kadar kaldılar. Şeyh Bedrettin’lerden, Deniz’lerden, Mahir’lerden geldiklerini söylediler.
Kendilerine askeri eğitim verdik, gittiler. Ama halka dayanmıyorlar, onun için yöntemleri doğru denemezdi. Hele öyle bir yere bu kadar cephane yığmak, olacak şey değil.”
İlginçti.
İstanbul’dan Kandil’e dağa geliyorlar, solcu olduklarını söylüyorlar, PKK’dan askeri eğitim alıp geri dönüyorlardı. Murat Karayılan’ın bunu bu kadar açık anlatabilmesinin ardındaki gerçek açıktı. Mesaj Ankara’ya, devlete yönelikti.
Kuzey Irak notlarının sekizincisi yarın Kandil Dağı ve Murat Karayılan izlenimleriyle devam edecek.

http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=29&pid=LDY7/ulAZyI8M
__________________________________________________________________________________
Kuzey Irak notları - 8

‘Silahların susması için irade önemli’

9 Mayıs Cumartesi 2009

‘Önce silahlar sussun, kimse kimseye saldırmasın!’ Böyle diyor Murat Karayılan...Bunu gerçekleştirmek o kadar güç mü? Bunun için önce PKK’nın iyice ortadan kaybolması lazım. Askerle temasa gelmeyecek yerlere çekilmesi şart. Talabani’nin dediği gibi, ‘PKK ateşkes ilan ediyor ama yeterince uzaklara çekilmiyor. Öyle yerlerde duruyor ki, her seferinde askerle karşı karşıya kalıyor.’ Murat Karayılan ise, “Biz eylemsiz kararı alıyoruz, çekiliyoruz, ama asker üzerimize gelmeye devam ediyor. Bu durumda kendimizi savunmak zorunda kalıyoruz” diyor. Bu durumda ne yapılacak? Basite indirgenirse: İki taraf da duracak! Tetiğe basılmayacak

ERBİL
Kandil Dağı’nın etekleri... Geçen hafta cumartesi günü PKK’nın bir numarası Murat Karayılan’la köy evinde yaptığım dört saatlik görüşme sonrası, yemyeşil ağaçlıklı dağların arasından inişe geçtik.
Gürül gürül su akıyor.
İki yanımızdan kızlı erkekli PKK’lılar geçiyor, meraklı bakışlarını bize dikerek...
Bu arada durup bir kamyonete yol veriyoruz. Kamyonetin arkasında on beş yirmi kadar PKK’lı kız şarkı söylüyor. Bazıları bize el sallıyor, öylece yitip gidiyorlar dağların arasından...
Namık Durukan makinesine davranıyor ama yasak fotoğraf çekmek. “Ah abi, bıraksaydın da şu kamyoneti çekseydim, kocaman girerdi birinci sayfadan” diye hayıflanıyor.

Samsun’dan Kandil Dağı’na gelen genç
Bir yerde duruyoruz.
‘PKK bölgesi’nin sınırı...
Renya’dan sabah vakti bizi alıp dağa çıkaran iki kaçakçı orada. Yedi sekiz PKK’lı bizi uğurlamak için akarsuyun yanına sıralanıyor.
Biri çok genç, tüysüz bir tip. Omuzundan sarkan kalaşnikof tüfeği neredeyse boyu kadar. Samsun’dan, okulu lise sondan terkedip dağa çıkmış... Diğeri Konya’dan gelmiş Kandil’e...
Gidiyoruz dağların arasından.
“Abi bu dağlara her gün bomba yağdırsan ne olacak ki?” diye soruyor. Bu satırları yazarken internetten eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın 32. Gün’de söylediklerine gözüm takılıyor:
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tümü gitse Kandil’i temizleyemez.”

Erdoğan elini masaya vurabilir mi?
Kaçakçı cipinin ön tarafında hoplaya zıplaya yol alırken, ben kafamdaki sorularla boğuşmaya başlıyorum.
PKK da değişiyor mu?
PKK inandırıcı olabilir mi?
Barış fırsatı gerçek mi?
Silahlar susabilir mi?
Tayyip Erdoğan, asker...
Kendi kendime soruyorum:
“Türkiye’de her şey değişebilir, hatta PKK da değişebilir, ama bizim devlet değişmez mi yoksa?”
Aslında öyle ki, devlette de, askerde de, hükümet düzeyinde de çoktandır bir arayış var. Bu işin artık silahla gidemeyeceğine, PKK’nın silahla bitirilemeyeceğine ilişkin görüşler bunca yıl sonra yaygınlaşıyor.
Bunun gibi, PKK’da da silahla, şiddetle artık yolun sonuna gelindiği bilinmekte...
Ama yine de devletin öylesine ezberleri, öylesine klişeleri var ki, bunları kırıp Ankara’da radikal bir şeyler yapmak hiç de kolay değil hala...
Yıllardır aynı sorular.
Siyasal irade var mı?
Siyasal kararlılık var mı?
Yılan hikâyesi gibi...
Hep sorulur:
“Asker ikna edilebilecek mi?”
Soru ve sorun burada düğümleniyor.
Ama iki soru daha var:
Bir, siyasetçi niyetli mi?
İki, bir ‘vizyon’u var mı?
Kandil’den inerken aklıma takılıyor. Sorunu neresinden tutacağını bilerek elini masaya kararlılıkla vurabilecek bir lider profili çizebilir mi Tayyip Erdoğan?

İki taraf da duracak, tetiğe basılmayacak
“Önce silahlar sussun, kimse kimseye saldırmasın!”
Böyle diyor Murat Karayılan...
Bunu gerçekleştirmek o kadar güç mü? Bunun için önce PKK’nın iyice ortadan kaybolması lazım. Askerle temasa gelmeyecek yerlere çekilmesi şart.
Bu önemli bir nokta.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani Bağdat’ta 2007 yılı ekim ayında bana şöyle demişti: “PKK iyi güzel ateşkes ilan ediyor ama, yeterince uzaklara çekilmiyor. Öyle yerlerde duruyor ki, her seferinde askerle karşı karşıya kalıyor.”
Bu konuda Murat Karayılan askeri eleştiriyor. “Biz eylemsiz kararı alıyoruz, çekiliyoruz, ama asker üzerimize gelmeye devam ediyor. Bu durumda kendimizi savunmak zorunda kalıyoruz” diyor.
Bu durumda ne yapılacak?
Basite indirgenirse:
İki taraf da duracak!
Tetiğe basılmayacak.
Bu konu, 1993 yılı baharındaki PKK ateşkesinde de günceldi. Başbakanlık koltuğunda oturan Demirel bana şöyle demişti:
“Adam ateş kesmiş, hatta silahı bırakmaya niyetli olduğunu söylüyor. Sen tankınla topunla üstüne varıyorsun. İyi düşünmek lazım.”(*)
1993’ün nisan ayında Talabani, Şam’da Öcalan’la görüştükten sonra Ankara’ya şöyle bir mesajla gelmişti:
Türk güvenlik güçleri de ateşkese uymalı; Bahar Operasyonu diye bir şey varsa ertelenmeli; ileride bir genel af çıkarılabileceğine dair işaretler verilmeli; siyasal çözüm için değişik diyalog kanalları açılmalı...(**)
Öcalan’dan 1993 mesajı böyleydi.
1993’ün nisan ayı ortasında Bekaa’da yaptığım görüşmede, Öcalan bana bu mesajın çerçevesini çizmişti.
İşte tam o sıralarda, bugün bile daha hâlâ tam aydınlanmamış olan -ama PKK’ya ait olduğu genel kabul gören- Bingöl saldırısıyla 33 er şehit edildi, ateşkes sona erdi; o arada Cumhurbaşkanı Özal öldü; Güneydoğu’da kan gölü büyümeye başladı; 17 bin küsur faili meçhul cinayetle bir büyük hukuksuzluğa, Susurluk’a, hatta Ergenekon’a koca bir kapı ardına kadar açıldı ne yazık ki...

İrade varsa silahlar susar
Murat Karayılan’ın Kandil görüşmemizde ‘kaçan bir barış fırsatı’ olarak altını birçok kez çizdiği 1993 yılı ateşkesi buydu.
Aradan 16 yıl geçmiş...
Öcalan yakalandı, İmralı’da.
Ama PKK bitmedi, hâlâ dağda!
Ama inmek istediğini düşünüyorum. Ve bugün bir barış fırsatından daha söz edilebilir. Karayılan’ın bana söylediklerini, vermeye çalıştığı mesajları Kandil’den ovaya inerken düşünüyorum.
1993’le benzerlikler yok değil.
Silahlar gerçekten susabilir mi?
‘Provokasyon’lar önlenebilir mi?
Daha çok taze, Mardin’deki korkunç katliamı yapanlar, korucular, kanlı baskını PKK’ya yıkacak biçimde planladıklarını itiraf ettiler.
Peki, ilk adım ne olmalı?
Silahların susması...
O kadar güç mü?
İki taraf da tetiğe basmaz, silahlar böylece susmuş olur.
Burada önemli olan irade ve kararlılıktır.
Bu varsa, silahlar susar.
Malum, iki tarafta da ‘savaşseverler’ var. Onların ‘provokasyon’larına karşı uyanık olmak, böyle bir süreçte en kritik noktadır.
Evet, ateşkes ilan edilecek.
PKK daha uzaklara çekilecek.
Asker de üstüne gitmeyecek!
Kısacası:
Tetiğe basılmayacak!
Murat Karayılan, Kandil’de bana, “Seçim öncesi son 25 yılın en sakin kışını geçirdik. Demek ki, asker istediği zaman bekleyebiliyormuş” derken galiba bu gerçeğe işaret ediyordu.
Bunun için gerekli siyasal irade niçin sergilenmesin Ankara’da? Son 25 yılın en sakin kışı geçirildiğine göre, asker de bekleyebildiğine göre, bu süre ne diye uzatılmasın ki?
Evet niye?
Silahların patlamadığı bir ateşkes ortamında, perde arkasında başka mekanizmalar harekete geçebilir, diyalog süreci başlatılabilir.
Murat Karayılan izlenimleriyle birlikte, Kuzey Irak notlarının dokuzuncu ya da sonuncusu yarın bu köşede...

——————————————-

* Hasan Cemal, Kürtler, Doğan Kitap, 2003, s. 64.

** Aynı kitap, s. 66.

http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=30&pid=LDY7/ulAZyI8M

____________________________________________________________________________________


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
15.05.2009 09:36 (UTC)[alıntı yap]

Kuzey Irak notları - 9

O kadar güç mü? Parmaklar tetikten çekilse,

silahlar susmuş olmaz mı?

10 Mayıs Pazar 2009


ERBİL
En nihayet sonuncu yazıya gelebildim. Sabah vakti bilgisayarın başına oturdum.
Ne yazayım?
Nasıl bitsin?
Kafamın içinde o kadar çok şey uçuşuyor ki. Her zamanki gibi gereğinden çok not almışım defterime. Anlaşılan biraz da yoruldum, gerildim.
Şimdi kafamı toplayıp en makul olanı, en yalın biçimde yazmak istiyorum.
Ama nasıl?..
Ankara’da 1960’ların ilk yarısında siyasal bilimler okudum. Mülkiye’deki hocalarımızdan Kürt sözcüğünü hiç duymadan, ders kitaplarımızda Kürt sözcüğünü hiç okumadan Türkiye’nin siyaseti, sosyolojisi, tarihi öğretildi.
Kürtler yoktu çünkü...
Sadece Türkler vardı.
Devlet böyle diyordu.
Yıllar geçtikçe hayat bana Kürtlerin varlığını öğretti.
Evet, Kürtler vardı.
Ama Kürt sorunu yoktu bu kez.
Hatta Kürt sorunu demek vatan hainliği ile eşanlamlıydı. Kürt kimliği devletçe inkar ediliyordu ama buna da kimsecikler ses etmiyordu. Siyasetin gündeminde yoktu böyle bir konu...
27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, bütün askeri idare yıllarında özellikle Kürtlerin, Kürt aydınlarının yaşadıkları acılara gözler kapalı kaldı.
Bu açıdan ben de, özellikle 12 Eylül’de gazeteci olarak görev ve sorumluluklarımın gereğini doğru dürüst yapmamıştım.
1984 yılı geldi.
Ağustos ayında Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla PKK çıktı sahneye. Patlayan silahların sonraki yıllarda devletin resmi belgelerine 29. Kürt isyanı olarak yazılacağını o tarihte kestirebilen pek yoktu.
Terör deyip geçti siyasetçiler.
Eşkiya deyip dudak büktüler.
Kökleri görülemedi sorunun.
Bu arada yangın parladıkça parladı. Siyasetçiler her seferinde ‘tünelin ucundaki ışık’ edebiyatı yaptılar ama ne şiddet bitti, ne de PKK...
1984’ü, 1985’i anımsıyorum.
Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasından daha çok devletin ezberlerinden, resmi klişelerden oluşan genel yazılar yazıyordum o yıllarda. ‘Terör ve şiddet’i kınamakla görevimi yerine getirdiğimi sanıyordum.
Evet, PKK siyaset tarzı olarak terör ve şiddet eylemlerini benimsemişti. Çoluk çocuk demeden, sivil asker demeden öldürebiliyordu.
Malum slogan Apo’ya aitti:
“Öldürelim, otorite olalım!”
PKK dağa çıkan, devlete silah çeken bir örgüt olarak yasaları çiğniyor, suç işliyordu. Böyle bir durumda, devletin PKK’ya karşı mücadelesi ‘meşru’ydu, ‘haklı’ydı.
Bu konuda çok yazdım.
Ama zamanla bir şeyi de görmeye başladım. Terör, terör örgütü, terörist başı demek yetmiyordu.
Sorun neydi?.. Neresinden yakalamak lazımdı sorunu? PKK bir ‘sonuç’tu çünkü. Gerçek neden ‘Kürt sorunu’ydu.
Bunu daha iyi anlamak için Güneydoğu’da, Kuzey Irak’ta dolaşmaya başladım. Özellikle 1990’ların başından itibaren Kürt coğrafyasında, Kürt diasporasında dolaşırken de Kürt sorununu, Kürtlerin tarihini, kültürünü, dertlerini, acılarını öğrenmeye başladım.
Bu arada Kürt partileri kuruluyordu. Kuruldukça kapatılıyor, ama tabela değiştirip yeniden yola devam ediyorlardı. HEP DEP oluyor, HADEP DEHAP oluyor, sonra DTP sahneye çıkıyor, Kürt siyaseti sona ermiyor, gelişmesini sürdürüyordu.
Yani, bir yandan devletin ezberleri, resmi klişeler... Öte yandan hayatın kendisi... Terörlü, teröristli, terörist başlı, vatan hainli söylem devam ediyordu ama PKK da Kürt kitleleri içinde kök salıyordu.
Gezdikçe bu gerçeği gördüm.
Yıllar içinde şunu da gördüm:
Kürt olan herkes elbette PKK’lı değildi, PKK’yı sevmiyordu, ama Kürt sorunu ile PKK’yı birbirinden ayırmak da kolay değildi. Öyle PKK’yı görmezlikten gelerek Kürt sorununu barışçı bir çözüm rayına oturtmanın da uzak ihtimal olduğunu fark etmeye başladım.
Evet, PKK eli silahlı bir örgüttü. Şiddet ve terörü de siyaset tarzı olarak benimsemişti. Bu çerçevede suç işliyordu. Onun için de PKK’ya karşı devletin mücadelesi ‘meşru’ydu, hatta ‘haklı’ydı.
Ama bunu tekrarlamakla sorun bitmiyordu, çeyrek yüzyıldır da bitmemişti.
Bir yandan şehitler veriliyor, canlar yanıyordu, ama devletin de çok büyük yanlışları vardı, bu sorunu azdıran... Bu yanlışlar da Kürtlerin, Kürt analarının yüreğini dağlamaya devam ediyordu.
İşte asıl mesele buydu.
Dün de öyleydi, bugün de.
Çok özetle:
Kürt sorunu bu ülkede eğer barışçı bir çözüm rayına oturtulacaksa PKK da, DTP de görmezlikten gelinemez.
Bu açıdan 29 Mart da bir ders sayılabilir. Çünkü, seçimlere giderken ‘asker desteği’ni de arkasına aldığı söylenebilir AKP’nin Güneydoğu’da. Örneğin 29 Mart’a kadar operasyonlara ara verdi, PKK’nın üstüne hemen hiç gitmedi asker...
Bir senaryo böyle yazıldı.
DTP oy kaybedecekti birinci bölümde. İkinci bölümdeyse, galiba, PKK’nın Kuzey Irak’ta Türkiye, Amerika ve Barzani yönetimi tarafından kıskaca alınarak bitirilmesi gündeme gelecekti.
Senaryo buydu.
Ancak DTP oy kaybetmedi, tersine arttırdı. DTP’nin belediye başkanlıklarının sayısı azalmadı çoğaldı. PKK da DTP oyları artsın diye tüm ağırlığını koydu. Ve Tayyip Erdoğan için Kürt oyları bu kez hayal kırıklığı oldu.
Şimdi ne yapmalı?
Senaryonun ikinci bölümü uygulamaya konabilir mi? Mümkün mü? Böyle bir senaryonun gerçekleşmesinin sınırları ne olabilir? Nereye kadar sonuç verebilir?
Benim tercihim çok açık:
Silahlar susmalı!
29 Mart öncesinde yaşanan son 25 yılın en sakin kışında olduğu gibi silahlar susmalı. Dünkü yazımda belirttiğim gibi parmaklar tetiğe uzunca bir süre basmamalı. İki taraftaki ‘şahinler’in muhtemel provokasyonlarına karşı olanca uyanıklık içinde ve perde arkasında ciddi bir diyalog mekanizması kurulup, işletilmeli!

İyi pazarlar!

http://www.forum-prinz.com/cgi-bin/forum.cgi?forum_name=1484&message_number=31&pid=LDY7/ulAZyI8M

Galyafub (Ziyaretçi)
21.12.2017 17:04 (UTC)[alıntı yap]
Sınırsız Escort aşk dolu Oğlanlar merhaba Ben İstanbul

escort
Ahsenabady (Ziyaretçi)
23.12.2017 14:29 (UTC)[alıntı yap]

Ben sınırsız bir Ataköy escort olarak,benimle siz en tatlı rüyalarda uçacaksınız
eskort Ataköy
AylalPef (Ziyaretçi)
27.12.2017 10:13 (UTC)[alıntı yap]

Sınırları zorlayan bir Samsun escort bayan olarak sizinle seks yapmaya hazirim
escort samsun

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 242
Bütün postalar: 602
Bütün kullanıcılar: 695
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden