Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - ZAZA DİLİ ve SORUNLARI

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => GÜNCEL KONULAR => ZAZA DİLİ ve SORUNLARI

<-Geri

 1 

Devam->


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
16.04.2009 22:04 (UTC)[alıntı yap]
KART KURT teorisinden CART CURTA !!!



Efraim Yıldız

2008 Munzur Festivalinde, Hozat açık hava panelindeyiz.



Konu: Dersim Dili ve Tarihi.
Konuşmacılar: Tunceli milletvekilleri, Hozat belediyesi başkanı, tarihçi ve araştırmacı kimlikleriyle T. Saltık ve A. Kaya, Almanya Alevi Federasyonundan N. Şahin.

Adı Dersim Dili ve Tarihi olmasına rağmen, Dersim dilinin hiç konuşulmadığı bir paneldi. Türk ve Kürt ırkçılarını gücendirmemek için kürsüde oturanlar düşüncelerini netleştirmiyorlardı. Hozat halkı onları anlayamamıştı. Dersimli katılımcıların böylesi önemli bir panelde neden yer aldıklarına zaten anlam verememiştim. Sözün kısası, panelde cart- curt derken Dersim Tarihi ve Dili, Kürt hanesine sayılmış oldu. Tıpkı geçmişte resmi devletin kart-kurt saçmalığıyla Kürt gerçeğini Türk hanesine dâhil etmeğe çalıştığı gibi.

Evet, kötü ve tehlikeli bir özenti. Kendini ezene ve onun kullandığı araçlara, yöntemlere özenmekti bu.

Kürsüdeki konuşmacılardan sonra panelin yöneticisi mikrofonu eline alıp dinleyenlere konuşma hakkı veremeyeceklerini ve sadece altı soru ile sınırlamasını ilan ederek paneli noktaladı. Deyim yerinde ise, Hozat Hozat olalı böyle zulüm görmemişti. Sunucu çok sertti. Elindeki mikrofon, Hozatlıların kafasına dayatılmış bir tabancayı andırır özellikteydi.

Ya kabul edeceksin, ya da kabul edeceksin! Başka secim seçenek yok!
Korodaki aheng bozulmasın diye söz hakkı verilmiyordu. Geleneksel inkârcı, asimilasyoncu teorilerden beslenen konuşmaların çürütüleceğinden korkuluyordu.

Tüm kısıtlamalara rağmen bir şey yapılmalıydı. Soru sormak amacı ile elime aldığım mikrofondan, Kürt de değilim Türk de değilim seklindeki isyanım bazılarının huzurunu bozmuştu kuskusuz. Uyuşuk beyinleri sarsma, ölü toprağını savurma adına bir çığlıktı bu. Başka ne yapabilirdim ki. Ya kuzu kuzu dinleyen ürkek, sessiz, şaşkın kitleye uyacaktım, ya da bana tanınan soru sorma hakkını çok kısa da olsa hataları eleştirmeye çevirecektim. Çünkü susmak karakterime uymazdı. Hataları açıklama isteğime ise onlar fırsat tanımadı. Hani birisinin boğazını sıkar, konuşmasını engellersin ya, öyle bir şeydi o salonda yaşanan. Geriye tek seçenek kalmıştı. Kükremek, bağırmak.

Panelde yutturulmaya çalışılan çok renkli, çok çiçekli zengin Dersim toprağı edebiyatının sahte yüzüne bir tepkiydi bu. Bu renklerin, bu çiçeklerin her birinin ayrı ayrı adı vardı oysa. Salonda sadece iki rengin adı konulmuştu. Türkçe ve Kürtçe. Acı olan ise kendine sosyalistim diyenlerin, Tunceli derneklerinden kişilerin buna benzer etkinlik ve çabalara zemin hazırlamasıydı. Bilinçsizce bu oyuna katılmasıydı. Oysa Dersim toprağında yaşananlar unutulsun diye yaşanmamıştı. Hafıza kaybı mı yaşıyordu bu dostlar? Neydi bu?
Kendini tanımaz, tanımlayamaz ruh hali midir? Aymazlık mı, gaflet mi desem? Kendi yok oluşunun, hiçliğinin ilanı mı yoksa? Dersim dili, kültürü konusundaki bu perspektifsizliğin ve siyasi fukaralığın bir sonucu mu bu kuyruğa tutunmalar? Ne çabuk unutuldu ayağınızı en sağlam bastığınız su Dersim toprağının tanıklık ettiği acı olaylar.

Bazı hizmetler Dersim halkına çok mu görülüyordu? Yol, su ve sağlık hizmetlerinin sabote edilmesi doğru muydu? Köy okullar kapatılmıştı. Sonucu ne olmuştu? Hiç kafa yoruldu mu bunun üstüne? Binlerce Dersimli çocuk köy okullarında iken en azından ailesinden ve dolayısıyla anadilinden, kültüründen az da olsa nasibini alıyordu. Köy okullarının kapatılması ailesinden kopuşu sağladı maalesef. Binlerce Dersimli Çocuk köyünden, dilinden, kültüründen ve bunların aktarıcısı olan ailesinden koparılarak şehirlerdeki yatılı okullarda tam bir asimilasyonun kucağına atılmış oldu. Yani Dersim`in geleceği, Dersim`in çiçekleriydi toprağından koparılan. Özgün dokusunu, kokusunu ve güzelliğini yitirsin diye.
Bütün bunların ince hesabı yapılmıyor, hafızalar zorlanmıyor. Ve bütün bunların Dersim`e özgü, özel amaçlı olaylar olması özelliği yoktu sanki. Bütün bu yaşananlar, bölgeyi insansızlaştırma; diliyle, kültürüyle yok etme amaçlı siyasi-politik uygulamalara hizmet
etmemişti sanki. Hepsi bir rüyaydı!!

Munzur festivali nasıl başlamıştı, nerde o coşku? İçeriği nasıl boşaltılıp kuşa çevrildi? Kimse gerçek anlamıyla sorgulamıyor.
Doğasını, köyünü ve bu zeminde yeşeren, hayat bulan; dilini, kültürünü kurtarma amacı nasıl etkisizleştirildi? Her şey gözümüzün önünde yaşandı. Ya sustuk, ya baktık görmedik, seyrettik; ya da başkalarının kalpleri kırılmasın dedik eğilip büküldük ve sonuçta kendimizi tanımlamada zorlanmaya başladık.

İşin şakası yok dostlar! Dersim dili ve kültürü gözümüzün önünde yok olup gidiyor. Şive, lehçe edebiyatı da tuzu biberi oluyor; bu yok oluşu hızlandırıyor. Bir sele kapılmış boğulma tehlikesi yaşayan Dersim`in Kırmanki dilinin imdat çığlığı ile el sallayışına bıyık altından gülüp güle güle diyerek el sallayanlar bir yana; biz ne yapacağız? Bu imdat çığlığını duymayacak, boğulmak üzere olan dilimizin imdat diye salladığı elini tutmayıp onun boğulmasına seyirci kalma gafletine devam mı edeceğiz?!!!

Kürt dili öyle ya da böyle en azından kendini yok olmaktan kurtarmıştır. Bu konuda Dersimli aydının, demokratın, devrimcinin payı büyük olmuştur. Bu payda büyük bedeller vardır. Şimdi sıra kendini, kendi kültürünü kurtarmadadır. Kürt aydın ve demokratı da bu konuda gerekli hassasiyeti göstermelidir. Öyle büyük bedeller de istenmiyor. Bu konuda desteğini esirgeyenlere tek söz söylenebilir: Gölge etmeyin yeter! Bu en büyük yardım olur. Yani Dersim’i Diyarbakır’dan yönetme sevdasından vazgeçilmelidir. Yoksa bu tarihin en büyük yanılgılarından biri olur. Tarihin hiç bir döneminde Dersim Diyarbakır’dan yönetilmemiştir. Bu, Dersim’i Dersim yapan, Diyarbakır’ı Diyarbakır yapan tarihi gerçeklerle, tarihi dokularla ilgili yadsınamaz bir olgudur. Bu gerçeği artık kabul herkes de kabul etmek zorundadır.

Ha bir de şuna vurgu yapmadan geçemeyeceğim: Çok dilli, çok kültürlü ve çok renkli bir toplumsal zenginlikten bahsedilirken, sadece Türk ve Kürt dillerini kapsayan iki dilli, iki renkli bir toplum kastedilmiyordu herhalde. Yanılıyor muyuz yoksa?!! Öyle sanılıyorsa, bunun adı toplumsal renklilik-zenginlik olamaz. Tam tersine; güçlü olanların ve bulunduğu konum gereği avantajlı olan çoğunluğun, yok olmak üzere olan diğer diller ve kültürler üzerindeki daha güçlü ikili bir hegemonyası olur.

Kırmancki dilinin yok oluştan kurtulması, başkaları için güç kaybı kan yitimi gibi algılanması saçmalıktır. Ve gereksiz, boş, samimiyetsiz bir kaygıdır. İyi niyetle de bağdaşmaz. Bu güne kadar Kürtçeyi benzer kaygılarla inkâr eden devletin geldiği noktadan hiç olmazsa öğrenmek lazım. Kürtçeyi kabul ettiği için devletin güç ve kan kaybettiğini kim söyleyebilir?

Son söz olarak altını tekrar çizelim. Yürürlüğe konan, köylerin boşaltılması; barajlar ve siyanürle altın arama projeleriyle bölgeyi insansızlaştırıp, doğamızın yok edilişinin, dilimizin yok olmak üzere oluşuyla direk bağlantısı vardır. Bir dili ve kültürü yok etmek için o dilin, kültürün beslendiği toprağı zehirleyip yaşanmaz hale getirme yöntemi, en etkili ve kesin bir yöntem olarak düşünülmekte ve bu amaçla planlanıp yürürlüğe konulmaktadır. Sonuçta Dersim’in Kırmanc-zaza dili, dünyada yok olmak üzere olan diller arasında UNESCO kayıtlarına geçmiştir. Yok olmak üzere olan dilimizi, kültürümüzü bu yok oluştan kurtarmak bizim elimizdedir. Dersimli sanatçı, yazar, aydın, sosyalist herkes bu konuda kesin ve net bir tavır içinde olmalıdır, sorumlu davranmalıdır.

Başkasının gönlü kırılır diye, eğilip bükülme lüksüne sahip değiliz artık. Rengimizi belirlemenin, herkesin gıpta ettiği şu entellektüel gücümüzü, enerjimizi; kendi dilimizi, kültürümüzü yani kendimizi yok olmaktan kurtarmak için kullanmanın tam zamanıdır! Yarın çok geç olacaktır!!!

http://www.dersimnews.com/




______________________________________________
Z.Dersim (Ziyaretçi)
18.04.2009 22:10 (UTC)[alıntı yap]

TÜRK USULÜ KÜRT DEVLETÍ



Sait Çiya

Zazaların Kürt milliyetçileri tarafından dili, kültürü, tarihi ve ülkesiyle birlikte inkar edilmesinin, Türk milliyetçiliğinin Kürt versiyonu olduğunu defalarca yazdık, söyledik. Kürt aydınlarına, demokrat, sosyalist olduğunu söyleyen parti ve kurumlarına yaptığımız çağrılar cevapsız kaldı.

Zazaların Kürt, Zazaca´nın da Kürtçe´nin lehçesi olduğu tezi katı bir inatla savunuldu. Çağrı ve önerilerimize olumlu cevap vermek bir yana, aksine düşman ilan edildik. Sağ´dan-Sol´a, dincisinden-laigine bütün Kürt parti ve aydınları Zazalar konusunda hemfikirdirler. Aralarında nüans farkı bile yoktur.

Biz yine de umudumuzu yitirmedik.
Ülkesi parçalanıp işgal edilmiş, dili-kültürü yasaklanmış bir halkın aydınlarının er-geç bizi anlayacağını, yanlışda ısrar edilmeyeceğini düşündük.

Bazen bir musibet, bin nasihatden iyidir.
Güney Kürdistan´da Kürtler devletleştiler. Aslında Irak´ın kurulmasından itibaren Kürtler az ya da çok siyasi otoriteye sahiplerdi. Körfez savaşından sonra da Federal Irak´ın ana bileşeni haline geldiler.

Kürtler açısından devrim niteliginde bir gelişme. Kürt devletinin ABD ve öteki Batı ülkeleriyle ilişkilerini eleştirmek adına Kürtlerin devletleşmesine karşı çıkmak kabul edilemez. Her ulus gibi Kürtlerin de kendilerini yönetme hakkı vardır.

Ulusal kurtuluş mücadelesi vermiş halkların kurduğu yönetimin işgal rejimlerinden farklı olması beklenir.

Kürt devleti kurumlaştıkca Ortadoğu´da ki gerici devletlere benzemeye başladı. Önce erkek egemen yüzünü gösterdi. Erkekler için çok eşliliği teminat altına aldı. Kürtçe dışındaki dillerin- (öcelikle Goranca´nın)- asimilasyon süreci hızlandı. Kürtlerin devletleşmesi Goranların ulusal yaşamında olumlu anlamda bir değişiklik yapmadı.

Goranca Kürtçe´nin lehçesi sayıldığından Goranlara okulda, basın-yayında, devlet kurumlarında Kürtçe (-Sorani-) mecbur kılınmıştır.
Lehçe teorisinin birinci sonucu budur.

Aynı tehlikeyle Kurmanclar da karşı karşıyadır. Soran milliyetçileri başlangıçtan beri Kurmancinin eğitim-öğretim dili olmasına karşı çıkmışlardır. Dahada ileri giderek Kurmancinin yaygınlaştırılması talebinin ardında „Arap parmağı“ aramışlardı. Ne var ki Kurmanclar politik ve askeri alanda örgütlü olduklarından pek birşey yapamamışlardı.
Lehçe teorisi Kurmancların da başına bela oldu. Soran milliyetcileri, Sorani ve Kurmanci bir dilin lehçeleri ise tek dil yaratılmalıdır diyorlardı. Önce Sormanci diye yapay bir dil oluşturmak istediler. Olmadı. Gerçek hayatda temeli olmayan şeyleri uygulamak zordur.
Sonunda tek dilde karar kıldılar.

Okularda Kurmanci egitimi yasaklamışlar. Gerisi gelecektir.
Kuzeyli Kurmanclar ah-vah ediyorlar.
Boşunadır. Tutarsızlıktır.
Farklı dilleri bir dilin lehçesi derekesine düşürdügünüzde, -hele burası demokrasiden nasibini almamış Ortadoğu ise-, Kürt olsun, Türk olsun fark etmez, sonuçta aynı yola girilir. Güçlü olan, ötekini dıştalar. Yasaklar. Bugün yap(a)mazsa, yarın yapar.

Kendi kazdığınız kuyuya düştünüz.
Yanlışlığı teorik ve pratik olarak görülmüş tezlerinizde ısrar etmeyin.
Lehçe teorisinin size de bir yararı yok.

Kürdistan kurulsun, Zazaca da özgür olur diyenler biraz düşünmelidirler. Bir halk kendi kurumlarını kurup, özgürlügünü örgütleyemezse, taleplerini birlikte yaşadığı halklara kabul ettiremezse kimse özgürlügün kırıntısını bile vermez.

Gelecekte Zazalarla federal ya da otonom birlikler kurmak istediklerini söyleyenler, bugünden Zazaların diline, kültürüne, topraklarına, ulusal haklarına saygı göstermelidirler. Güven verici adımlar atmalıdılar.

Kürtçe Yayına Gerici Tepkiler

TRT´nin Kürtçe yayına başlaması çok tepki aldı. Demokratlar, kültürlerin özgürleşmesini isteyenler bu adımı yetersiz görmekle birlikte, olumlu değerlendirdiler. Bir halkın dilini yasaklamak kabul edilemez. Bunun adı kültürel soykırımdır. Diller her alanda özgür ve eşit olmalıdır. Birlikte yaşamanın önde gelen koşullarından birisi de budur.

Kürtçe yayına karşı çıkanlar da az değil. Faşist partiler, her türden Türk ırkçıları bu gelişmeye karşılar.

Faşistleri haklı bulmasak da anlayabiliriz. Faşizm ırkçılıktır. Öteki kültürlere düşmanlıktır.
Anlaşılması zor ama, Kürtlerin bir kısmı da Kürtçe yayına karşı çıktı.

Bunu nasıl anlamak gerekiyor?
Devlet sadece Türkçe mi yayın yapmalı?
Hem Kürtlerin özgürlügünü istiyorum, Kürtlere özerklik istiyorum diyeceksin ama, Kürtçe yayına karşı çıkacaksın!
Bu açık bir çelişki.
Komplo teorilerine pek inanmam, yine de bu işte bir acayiplik var.
Acaba Türk ırkçıları balans ayarını bu sefer bazı Kürtlere mi yaptırıyor? Kesin bir şey diyemeyiz. Şu kadarı açık. Kürtçe, Zazaca yayına karşı çıkmak sonunda Türk ırkçılığını güçlendiriyor.

Kürtçe yayını olumlu görüp Zazaca yayın talebimiz bu çevreleri çılgına çevirdi. Zazaca televizyon talebimizi en büyük ihanet olarak gördüler. Bunlara göre Zazaca televizyon olmamalı. Zazalar Türk televizyonlarından Türkçe, Kürt televizyonlarından Kürtçe dinlemeli, arada sırada bir-iki türküyle yetinmeliler.
Bunların demokratlığı, özgürlükçülügü bu kadar.
Zazaca televizyon yayını bunların da katkılarıyla engellendi.

Öteki lehçecilerimiz sanki başka bir gezegende yaşıyorlarmış gibi sessizlige gömüldüler. En iyilerinden birisi, Diyarbakır´dan „Zaza Kürtleri adına 6 saat yayın“ istedi.
Bir gün 24 saat. Kendi dilinde 6 saati yeterli gördügüne göre, Zazalığı bir çeyrekten ibaret.
Gerekçesi de acayip. Kürtlerin nüfusu ile Zazaları oranlamış, Zazalar Kürtlere göre az olduğundan 6 saati yeterli görmüş. Kürt nüfusu ile Zazaların hakları arasında ters orantı kurmuş. Kürtler çoğaldıkça, Zazaların hakları küçülecektir. Yazık. Bağımlılık insanları ne hale düşürüyor.

Sağa-sola kıvırmaya, ondan-bundan icazet dilenmenize gerek yok.
Eğer Zazaysanız, -olmak mecburiyetinde de degilsiniz- en azından demokratsanız size asgari bir çerçeve çizeyim:

Zazaca üzerindeki tüm yasak ve engellemeler kalkmalıdır. Zazaca okullarda, basın-yayında, devlet kurumlarında öteki dillerle eşit olanaklara sahip olmalıdır. Biz kendi ülkemizde kimsenin azınlığı olmak istemiyoruz.

TRT`nin Kürtçe yayınına yarım yamalak bir tepki de Vatecilerden geldi. Vateciler TRT´nin Zazaca yayınını „komik dercede az“ görmüşler. Kimbilir, belki onlarda 6 saat istiyorlardır. Aman ha fazla istemesinler. Kimsenin gönlünü kırmasınlar. Yanlız TRT´de kendi alfabelerinin kullanılmamasına çok kızmışlar. Onlara göre TRT´nin buna hakkı yokmuş.
Devletin Zazaca´yı Kürtçe´nin lehçesi görüp, Zazalara ana lehçe Kurmanciyi dayatmasına bir şey dememişler. Diyemezler. Kendi görüşleridir.

Yalnızca TRT degil, Zazaca´nın özgürlügünü savunmayan, Zazaca´yı başka dillerin kuyruğuna bağlayan hiç kimsenin dilimizle, alfabemizle oynama hakkı yoktur. Buna Vateciler de dahildir.

Zazaca televizyon talebimiz güncelligini korumaktadır. Lehçecilerimiz dilimizin yok oluşuna bilerek ya da bilmeyerek ortak olmak istemiyorlarsa, hiç degilse Kürt arkadaşlarına bakıp dilimizin özgürlüğünü savunmalıdırlar.

Lehçe teorisinin son kullanma tarihi geçmiştir. Gericidir. Kürtleri ve Zazaları birbirine yabancılaştırmaktadır. Kürt hareketinin demokratlaşmasının önündeki en büyük engellerden birisi de lehçeciliktir.

Kürdün Yaşadığı Yere Ne Denir?

Bu soruya en iyi cevabı Kemal Burkay verdi. Ben Zaza Yurtseverligi isimli yazımda buna değinmiştim. Burkay Kuzeyli Kürtlerin yetiştirdigi en önemli aydınlardan birisi. Demokrat, sosyalist bir insan. Kürt hareketinin birbirleriyle ilişkileri, Kürt-Türk ilişkileri konusunda kabul edilebilecek görüşleri var.

Ne var ki Burkay´ın demokratlığı, sosyalistligi Kürt-Zaza ilişkisine gelince bitiyor. Geleneksel görüşün dışına çıkamıyor. Hatta partisi çözüme örnek olarak Güney Kürdistan´ı gösteriyor. Burkay kendine demokrat. Kendisi için demokrasi istiyor. Íç tutarlılığı yok.
Bakın Kürdistan´ın anlamını nasıl açıklıyor.

„Bizim Kürtçede gül bahçesine “gulistan” karınca yuvasına “mûrîstan”, ormana da “daristan” denir. (Gul: Gül, Mûrî: karınca, dar: ağaç.

Bir halkın yaşadığı ülke de böyle adlandırılır: Afganistan, Kazakistan, Tacikistan, Türkistan, Pakistan, Hindistan, Arabistan, Ermenistan ve de Kurdistan...

Bu “istan” takısı İrani dillere özgüdür, Kürtçede de, Farsçada da vardır.“

Burkay´a sormak hakkımızdır.
Bir ağacın, karıncanın dahi ülkesi oluyor da, Zazaların neden olmuyor?
Söylemesi zor mu?
Yoksa güneşin altında Zazalara ait bir parça toprak yok mu?

Kürdün yaşadığı yere Kürdistan deniliyorsa, Zazanın yaşadığı yere ne demek gerekiyor?
Artık görülmesi gerekiyor. Zazaların inkarı Kürtlerin haklı özgürlük mücadelesine gölge düşürüyor. Kürt hareketini gericileşmeye zorluyor. Demokratikleşmenin önünü kapatıyor. Bu çizginin size de bir yararı yok. Kürtler Arap, Fars ve Türklerin yolundan gitmemelidirler.
Özgürlük ve demokrasi dışındaki çözümler, çözümsüzlüktür.




_________________________________________________________
M. Hayaloğlu (Ziyaretçi)
26.05.2009 23:34 (UTC)[alıntı yap]

Zazaca, Sorunları ve Çözüm Yolları



Zazaca, Sorunları ve Çözüm Yolları*


Sorunlar, ağır ve derindir. Bugüne kadar, kendi halkımızın sorunları ile yeterince ilgilendiğimizi, bunları bilince çıkardığımız kanısında değilim. Umarım bu tartışmalar, sorunun bilince çıkmasına bir vesile olur. Bu makelede Zazaca’nın sorunlarını, geleceğini ve çözüm yollarını tartışmak istiyorum.

Doğru teori, işin yarısının çözümü demektir

Öncelikle eksiklik ve açmazlar nerelerdedir, bunları belirtmeliyim. Bir sorunu net ve berrak olarak ortaya koyamazsanız, ona yönelik çözüm önerilerini de tam ve doğru olarak tespit edemezsiniz. Doğru teori, işin yarısının çözümüdür.

Zazaların ayrı bir halk, dillerinin de ayrı bir dil olduğunu açık bir biçimde tespit etmek gerekir. Bunu net olarak tespit etmediğiniz zaman, çözüm önerileriniz de eksik ve yarım-yamalak kalacaktır.

Zaza Kürdü ve Zaza Türkü teorileri ikiz kardeşlerdir

Zazaları Kürt ve Zazaca’yı Kürtçe olarak değerlendirenlerin yaklaşımlar, eğer bir bilinç yanılsaması ve saflık değilse, açıkça inkarcı ve ırkçı yaklaşımlardır. „Zaza Kürdü“ teorisi, „Zaza Türkü“ ve „Kürt Türkü“ teorilerinin ikizi veya kopyasıdır. Kürt milliyetçileri** „Zaza Türkü“ ve „Kürt Türkü“ teorilerine haklı olarak ateş püskürtürken, bir de ne görüyoruz? „Zaza Kürdü“ (Zaza Kürtleri) teorisini icat ediverdiler. Pes doğrusu, işte buna denir. Anlaşılan Kürt milliyetçileri, çağdaş ve demokratik yaklaşımlar yerine, sömürgecilerin ırkçı, şöven ve inkarcı yaklaşımlarını benimsemeyi marifet sayıyorlar. Konunun sadece Zaza ve Zazaca ile sınırlı olduğu da söylenemez. Asuriler -Süryani, Keldani, Nasturi gibi farklı adlarla bilinen- köklü bir halkın, „Kürt Hırıstiyanlar“ olarak lanse edilmesi, Ermeni, Asuri, Yezidi soykırımlarının inkarı ve bu kırımlarda atalarının rollerini görememeleri, görmek istememeleri gibi yaklaşımlar ayrıca sayılabilir. ‘Üzüm, üzüme baka baka kararır’mış. Kürt milliyetçilerinin örnek aldıkları da ırkçılar ve inkarcılar olmaktadır.

Kürt milliyetçilerinin, Kürtçe’nin, Kurmancça (Kurmanci/Kırmanci), Soranca (Sorani), Goranca/Hevramanca (Gorani/Hewramani), Lurca (Luri), Zazaca (Zazaki/Dımılki/Kırdki/ Kırmancki) „lehçelerini“ kapsayan dilin „ortak adı“ olduğu teorisi, sadece gülünç değil ama aynı zamanda inkarcı ve ırkçıdır. Bu, tamamen uydurma, hiçbir dil bilimsel temeli olmayan zoraki ve keyfi bir yaklaşımdır. Onlar, sadece bugün değil, uzun zaman önce, Bedirxanlardan beri, bu inkarcı ve şöven teorileri savunmaktadırlar. Bu teoriler, Kemalist Türk milliyetçiliğinin, Kürt versiyonlarıdır.

Türk milliyetçileri Türki halklardan, milletlerden ve dillerden bahsetmektedirler. Aslında açıkça savunmayı göze alanlar, tek bir Türk milletinden ve dilinden sözedebilmektedirler. Oysa bunların, Azerice dışında tercüman vasıtası ile anlaştıkları televizyonlarda açıkça görülmektedir. Azerilerin ve Azerice’nin de kendine özgü özgünlükleri olduğu inkar edilemez. Bu durumda tek bir Türk dilinden bahs edilemeyeceği gibi, tek bir Türk ulusundan da bahs edilemez. Bu ırkçı teori, hayalci Turanistlerin uydurmasıdır ve daha Birinci Dünya Savaşı yıllarında iflas etmişti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Türkeş ve şurekası tarafından canlandırılmak istendi ama görüldüğü gibi onlar Türkiye yerine Rusya ile işbirliği yapmayı ve birleşmeyi tercih ettiler. Kaldı ki, bu halkların hepsinin de kendisine özgü adları ve dilleri var. Kazak, Kazakça; Özbek, Özbekçe, Tatar, Tatarca; Azeri, Azerice; Türkmen ve Türkmence gibi. Türki ya da Türk kökenli halkların, tek bir ulus oluşturduğu iddiası ne kadar saçma ve bir o kadar da ırkçılık ise, Kürtlerin yaşadığı veya Kürdistan denilen coğrafyada yan yana, iç içe yaşayan farklı halkların Kürt ve dillerinin de Kürtçe olarak nitelendirilmesi de, bir o kadar saçma ve ırkçılıktır. Kaldı ki bu halklar, İrani bağlamda akraba ve aynı kökenden gelseler de „Kürdi“ bağlamda özel bir yakınlıkları yoktur. Özellikle Lur ve Goran/Hewraman halkları, Kürtlerden öte kendilerini diğer İranlılara yakın görmüşlerdir.


Zazalar, kendilerini Kürt olarak görmedikleri gibi, Kürtlere karşı farklılıklarını inatla savunmuş ve korumuşlardır. Alevi-Sünni bölünmesi daha eski bir tarihe dayansa da, Anadolu’da bu çelişki esas olarak 16. Yüzyılda doruğa ulaşmış ve Yavuz Selim-Şah İsmail çatışması ile sonuçlanmıştır. 16.yüzyıldan yani 1500’lerden beri içiçe, yan yana yaşayan Sünni Kürtler ve Sünni Zazalar, ne gariptir ki, farklı etniksel kimliklerini, özellikle de farklı dillerini korumuş ve bugüne kadar gelmişlerdir. Bu durum, Alevi Zazalar ve Alevi Kürtler için de geçerlidir. Çaldıran’dan sonra, yan yana, iç içe yaşayan Alevi Zazalar ile Alevi Kürtler, ne gariptir ki, farklı etniksel özelliklerini ve bunların esası ve temeli olan dilsel farklılıklarını korumuşlardır. Eğer bunlar, tek ve aynı dil olsaydı, bu aradaki farklılıklar zamanla yok olacaktı. Bu farklılıklar kaybolmak yerine, daha da artmış ve tamamen bir birini anlamayan, iki ayrı ve farklı dil olarak şekillenmişlerdir.

Bir dilin aynı mı, ayrı mı olduğunun pratik olarak temel kıstası birbirini anlama, anlayabilme, anlaşabilme özelliği ile anlaşılabilir. Bugün Zazaca konuşan biri ile Kürtçe (Kurmanci) konuşan biri, birbirini anlayamaz, anlayamamaktadır. Ben Kürtçe kursuna da gittim. Ama öğrendiklerim bir kaç kelimeden ileri gitmez. Öğrenilemez mi? Tabii ki, öğrenilebilir ama bu, farklı bir dili öğrenmek anlamına gelir. Tek başına, bir dilden anlaşıp anlaşamak, o dilin aynı mı, ayrı mı olduğu konusunda yeterli bir kıstastır. Kaldı ki, bu diller yani Zazaca ve Kürtçe (Kurmanci) sadece bu kaba gerçekle sınırlanamayacak kadar, farklı özellikler göstermektedirler. Gramer (dilbilim kuralları, fonetik (ses bilgisi), morfolojik (biçim veya şekil bilgisi), sentaks (cümle bilgisi, söz dizimi), kelime hazinesi, kelime vurgusu, vb noktalarda da farklılıklar göstermektedirler. Zaten ayrı diller de, bu farklılıklardan oluşmaktadır. Aksi taktirde bir takım kaba ve keyfi sınıflandırmalarla o farklı dilleri, bir ve tek bir dil olarak nitelemek zor değilidr.

Bu yöntem Osmanlı döneminde genelde uygulanmış ve TC döneminde de kısmen sürmüştür ve hala da sürmektedir. Osmanlılar, Türkler ve ayrıca Araplar, kendilerinden olmayan halkları Mevali, Ekrad, (ve ayrıca konar-göçer, Türkmen) vb etnik olmayan ve esas olarak da aşağılayıcı (ilkel, medeniyetsiz) anlamlar yüklenmiş kavramlarla nitelendirmişlerdir. Kürt/Kurd terimin kökeni ne olursa olsun, Osmanlılar ve Türkler tarafından aslında bu yaklaşımla kullanılmıştır. Onlar için, Kürt ile Zaza arasında veya Zazaca ile Kürtçe arasında fark olup olmaması hiç ama hiç önemli olmamıştır. Bu fark, ancak gerektiği zaman kullanılmıştır. Dinsel bazda da sorun aynıdır. Onlar için Kürt, Zaza ve hatta Türkmen Alevi, bir ve aynıdır, hepsi ‘Kızılbaş‘tır, Rafizi’dir ve bunlar aynı zamanda kafir, dinsiz, vb anlamlar yüklenmiş hakaret ve aşağılayacı anlamlarda kullanılmışlardır. Şimdi günümüzde kalkıp, efendim tarihte bir Zaza dili ve halkı, ulusu ve devleti yoktur, bunların hepsi istisnasız Kürttür demek, hem demagoji ve hem de gerçeklerin inkarıdır.

Demokrasiyi yaşayamamış, demokratik normlardan nasibini alamamış kişi veya toplumların, demokratik kriterleri benimsemesi kolay değildir. Türkiye solunun, özellikle de radikal kesimlerinin, demokrasi anlayışının ne kadar dar ve sekter olduğunu çoğumuz görmüş ve yaşamışız. „Davadan döneni vurun“ faşist ilkesinin, Kürt milliyetçilerinin veya Türk solunun bazı kesimleri tarafından pratik olarak uygulandığını da hepimiz biliyoruz. Güney Kürdistan’da kadınların sünnet edilmesi gerçeği karşısında, Kürt parlamentosunun ve Mesut Barzani’nin yaklaşımı, sadece yüz kızartıcı ve gülünç değil, aynı zamanda yüzyıllık bir mücadeleye ve kazanımlarına, demokrasiye ve insan haklarına açık bir saldırıdır. Güney Kürdistan parlamentosu bununla da yetinmedi. Sadece, yok olmakla karşı karşıya olan Goran/Hewraman dili ve lehçelerinin yok olmasına seyirci kalmadı veya kalmıyor, aynı zamanda önemli bir orana tekabül eden Kurmanci dilinin okullarda öğretilmesini ve okutulmasını yani eğitim dili olarak kullanılmasını da yasakladı. Kürt aydınlarının önemli bir kesimi, bu durum karşısında sessiz kalmayı tercih ederken, bazıları da görmemezlikten geliyor. Oysa bu durum, sadece anti-demokratik değil, aynı zamanda şöven, ırkçı ve inkarcı bir yaklaşımdır. İnsan haklarına, azınlık haklarına karşı olan bu durum, şiddetle protesto edilmeli ve kınanmalıdır.

Kendilerini Güney Kürtleri olarak lanse eden Soranlar ile Kurmanclar arasındaki sorun nedir? Kurmanci eğitimi yasaklayacak kadar ileri giden bir yaklaşımın altında neler yatmaktadır? Açıkçası bunu ancak, egemen ulus şövenizmi ile izah edebiliriz. Egemen ulus şövenizmi, kendi ulusunun imtiyazlarını ön plana almış ve fırsatını yakaladığında bunu uygulamaya koymuştur. Aslında bu durum, yıllarca süren, Talabani (Soran)-Barzani (Kurmanc) çatışmsını da açıklamaktadır. Güney Kürdistan Kürtlerinin iki kesimi, kendilerini Kürt olarak da lanse etseler, bu konuda yarışsalar da, sorunun gerisinde milliyetçiliğin tek başına hakim olma, iktidarı başkaları ile paylaşmama imtiyazları yatmaktadır. Durum bu kadar net ve açık iken ve yansımaları, örnekleri ile karşımızda dururken, bazılarının nastoljik bir havada Kürt dillerinin kardeşliği masalını ve martavallarını okumaları ve bunu ısrarla önümüze sürmeleri hiç de inandırıcı olmamaktadır. Kaldı ki sadece Zazaca değil, Goranca/Hevramanca (Gorani/Hewramani) ve Lurca (Luri) dillerinin de Kürtçe’den (Kurmanci) ve Soranca’dan ayrı ve bağımsız diller olduğu, dilbilimciler tarafından tespit edilmiş ve ispatlanmıştır. Ayrıca şunu da eklemeliyim ki, Goranca’nın Zazaca’ya „yakın“ olduğu teorisi, bunların tek ve aynı dilin birer lehçeleri olduğu anlamına gelmez ve gelmemektedir. Goranca ve Zazaca, Kürtçe veya diğer İrani diller ile karşılaştırıldığında, benzer özellikler ya da daha fazla ortak noktalar taşısalar bile, bunların iki ayrı dil olduğu gerçeği inkar edilemeyecek kadar açık ve nettir. Dilbilimsel yaklaşımlar ile Zazaca ile Goranca’nın farklılıkları tespit edilebildiği ve görüldüğü gibi, bu iki dilin birbirini anlayamacak kadar birbirinden ayrı ve uzak olduklarını da söyleyebilirim.

Dilbilimsel kıstaslar ve analizlerle, Zazaca ve Kürtçe arasındaki farklılıklar görülmeden ve doğru değerlendirilmeden, bazı ortak kelimelere bakarak, bunların aynı diller olduğunu iddia etmek, sadece kaba bir cehalet değil, aynı zamanda bilinçli bir inkarcılık ve şöven bir yaklaşımdır. Ortak kelimeler, bütün akraba dillerde vardır ama bunların olması farklı dillerin oluşmasını engelleyemediği gibi tek bir dilin meydana gelmesine de yetmemiştir. Mesela Almanca, İngilizce ve diğer Cermen (Gemen) dilleri arasında o kadar ortak kelime vardır ki, bu kaba yaklaşıma göre, bu dillerin hepsini tek bir dil saymak mümkündür. Yine özel şartlarda, her iki dili öğrenmiş bazılarının, bunların bir ve aynı dil olduğunu iddia etmeleri de, tamamen keyfi ve gerçekleri yansıtmamaktadır. Şöyle ki, aynı ya da komşu köylerde yaşayanların birbirlerinin dillerini öğrenmeleri pekala mümkündür. Mesela Erzincan’ın Çayırlı ilçesine bağlı, eski adı Butku olan ve bugün Toprakkale olarak bilinen köyün halkı ile Nazimiye’nin Kımsor/an köyü anadil olarak Kürtçe (Kurmanci) konuşmaktadır. Ama bunların ikinci dili Zazaca’dır ya da istisnasız hepsi Zazaca‘yı konuşabilmektedirler. Çünkü, bu köylerin çevresi, Zazaca konuşan köyler ile çepeçevre çevrilidir. Tersi olan durumlarda vardır veya olabilir. Ama buradan kalkarak, bu dillerin ikisi de bir ve aynıdır, diyemeyiz. Bir ve aynı olsaydı, ikisini değil, birini konuşurlardı. Bu konuda bazıları sadece demagoji yapmıyor, aynı zamanda gerçekleri inkar ederek bilinç bulanıklığına zemin hazırlıyor. Bu konuda doğru sonuç almak için, doğru örnekler seçmek gerekir. Mesela Zazaca’nın hiç bir köyünde konuşulmadığı Botanlı biri ile, Kürtçe’nin hiç bir köyünde konuşulmadığı Pülümürlü biri, denek olarak seçilebilir. Ve bunların anlaşma oranları, analiz edilerek bir fikir edinilebilir.

Zazalar’da Uluslaşma Süreci

Zazalar, uluslaşma sürecinde olan bir halktır. Ama henüz uluslaşmayı tamamlayabilmiş değillerdir. Bunu başarı ile tamamlayıp tamamlayamayacakları da kuşkuludur. Çünkü uluslaşabilmek için bazı güçlü dinamiklere ve önemli bazı koşullara sahip olmak gerekir. Bu koşulların en önemlilerinden biri, ortak ekonomik yaşam birliğidir, yani ortak bir pazar. Zazaların böyle bir ekonomik yaşam birliği olmadı ve bundan sonra olacağı da kuşkuludur. İkincisi, ortak bir ruhi şekillenmenin olmayışıdır. Bilindiği gibi Zazalar Alevi ve Sünni olarak ikiye bölünmüş ve en azından 1500'lü yıllardan beridir, iki parçalı olarak yaşamaktadırlar. Din (inanç, her ne kadar uluslaşmanın temel şartlarından değilse de, yeri geldiğinde önemli bir faktördür. Ve üçüncü olarak da toprak birliğinin sorunlu olmasıdır denebilir. Zazaların, çoğunluk oluşturduğu alanlardan biri, İç Dersim'e tekabül eden bugünkü Tunceli ve diğeri de Bingöl'dür. Diğer alanlarda Zazalar, ancak küçük yerleşim birimleri şeklinde çoğunluk teşkil ederler. Bunun ise oldukça sorunlu olduğu ortadadır. Toprak birliği yani "vatan" her ne kadar, Zaza uluslaşmasının önünde bir engel olarak değerlendirilmese de, oldukça sorunlu bir durum arzetmektedir. Özellikle milliyetçiliğin ve şövenizmin güçlü olduğu Türkiye gibi bir coğrafya'da bu durum daha da zorlaşmaktadır. Öte yandan Zazalar, henüz uluslaşmayı tamamlamamış olsalar da, Kürtlerden _ve de Türklerden_ ayrı bir etnik kimliğe sahiptirler. Tek başına ayrı bir dile sahip olmak bile, ayrı bir halk, ayrı bir etnik kimlik için yeterlidir. Kaldı ki Zazalar, ortak bir dil yanında parçalı ve ayrı ayrı da olsa uzun bir tarihe, bu tarihsel süreç içerinde oluşturmuş oldukları bir kültüre ve kararlı bir topluluğa sahiptirler. Özellikle Dersim'de yüzyılların mirasına ve mücadelesine dayanan bir Dersim kimliği vardır.

Bir an için bütün sorunları bir yana bırakıp sadece dil bazında konuya yaklaşsak bile, Zaza dilinin korunup yaşatılmasının bir görev olarak karşımızda durduğunu görürürüz. İlerici insanlığın, farklı dillerin ve kültürlerin yaşatılması ve geliştirilmesi esprisinin yanı sıra, biz Zaza kökenli insanlar, özellikle aydın, yarı aydın Zaza yurtseverleri dilimizin yaşaması ve korunup geliştirilmesini en öncelikli görevimiz olarak tespit etmeliyiz. Bu konu, ne yazık ki yeterince bilince çıkarılmış değildir. Zaza aydınları, Zaza yurtseverleri konunun öneminin farkında değillerdir veya yeterince değillerdir. Dilimiz yani Zazaca yok olduğu zaman kimliğimiz, halk olarak varlığımız da yok olacaktır. Zaza kökenliler, artık istese de bu dili konuşamayacaklardır. Belki yazıya geçirilmiş olduğu kadarıyla bilim adamları ara sıra değinecektir adına ama ansiklopedilerde, kitap sayfaları arasında kalmaktan öteye geçemeyecektir.

Zazaca'nın yaşatılması, biz Zazaların elindedir. Doğru tespit edildiği gibi, “ağlamayan çocuğa meme vermezler.” Oysa "biz ne yapıyoruz?" diye kendi kendimize sorduğumuzda cevap, eğer kocaman bir "hiç" değilse de, çok önemsiz bir şey olacaktır. Dediğim gibi önce aydınlar ve yurtseverler olarak ve daha da önemlisi halk olarak sorunun bilincinde değiliz ve dilimize sahip çıkmıyoruz ve de çıkamıyoruz. İkinci ve bunun da bir yansıması olarak Zaza kökenli aydınlar, kendi içinde düşman kamplara bölünmüşlerdir. Bunlardan bazıları açıkça kendi dillerine, kendi kültürlerine, kendi halkına karşı savaş açmış, bu dilin, kültürün ve halkın yok olması için canla başla, gönüllü olarak çalışmaktadırlar. Bunlar da tek bir çevreye değil, farklı cenahlara tekabül etmektedirler. Örneğin, Zazaların Türk olduğunu iddia edenlerden sonra, Zazaların Kürt olduğunu iddia edenler ve buna yönelik reçeteler sunanlar da, aslında Zazaların ve Zazaca'nın yok olmasını istiyorlar. Bunlardan bazıları açıkça, "tek dil, tek millet" yaratma adı altında, Kürtçe'nin (Kurmanci/Kırmanci) resmi dil olmasını savunurken, gerçekte Zazaca'yı açık bir şekilde inkar etmektedirler. Bunlardan bazıları Bismark ve Almanya örneğini savunmakta, Kürdistan ve Kürtçe için bunun şart olduğunu dillendirmektedirler. Zorlandıkları zaman, bölgesel olarak lehçelerin korunacağı veya öğretileceğini vaay etmekle birlikte bunun bir demagoji olduğunu fark etmemek eğer aptallık değilse, aşırı bir saflık olacaktır.

Resmi dil Kürtçe (Kurmanci), tek ulus olarak Kürtler, Kürtçe'nin (Kurmanci'nin "bütün Kürtler" tarafından öğrenilmesi zorunluluğu, yanı sıra ısrarla ve hiç bir bilimsel araştırma yapmaya gerek görmeksizin "lehçecilik" teorisinin dayatılmasının altındaki gerçek, aslında Zazaların ve Zazaca'nın sadece inkarı anlamına gelmez, aynı zamanda bunların yok olmasını da içermektedir. Bu durum son olarak, Kürtçe TV yayınının yasallaştırılması döneminde, Zazaca TV isteyenlerin "ajan", "provokatör", "bölücü" ve saire sıfatlarla nitelendirilmesinde görüldü. Bu karalamalar her ne kadar ve esas olarak, Zaza kökenli unsurlar eliyle yürütüldü ise de, perdenin arkasında kimlerin ve hangi zihniyetin olduğunu görememek saflık olacaktır. Hani derler ya, "söyleyene değil, söyletene bakmak" gerekir, diye.

Diğer yandan Zazaların Kürt ve Zazaca'nın da Kürtçe'nin bir lehçesi olduğunu iddia eden ama buna rağmen Zazaca'ya az çok önem veren, Zazaca üzerinde çalışma yapan ve Zazaca ürün veren çevre veya çevreleri, açık inkarcı ve asimilasyoncu çevrelerden ayırmak gerekir. Bunların düşünceleri eklektik ve yanlışlıklar içermekle beraber, çabaları görmezlikten gelinemez. Ama bunların büyük bir yanılgı içerisinde olduklarını belirtmem gerekiyor. Çünkü bunlar bilimsel ve diyalektik yöntemler yerine, iradeci (subjektif) yaklaşımları esas alıyorlar. Dolayısı ile bir ciddiyetleri yoktur. Belki bazı şeyleri şartlar gereği, mesela baskı altında olmalarından veya iyi niyetle yapıyorlar ama bir düşünce akımı eğer bağımsız olarak düşünemiyorsa ve olgulara objektif yaklaşamıyorsa, onun geleceği yoktur. Nitekim, Zazaca'nın içinde bulunduğu durum ve bir sürü sorunu varken, bunlar, TRT neden Bedirxan'ın Kürt Alfabesini esas almıyor da, Zazaca için ayrı harfler kullanıyor şeklinde gereksiz ve aynı zamanda yanlış şeylerle uğraşabilmektedirler. Bedirxan alfabesi Kürtçe (Kurmanci) için hazırlanmış ve hatta Botan ağzını esas almış iken, Kürtçe temelinde bile sorunları varken, bunların Bedirxan alfabesini, Zazaca için temel almaları ve bunu dayatmaya kalkışmaları anlaşılır değildir. Üstelik, bu alfabeyi kullanmayanları "bölücülükle" suçlamaları, tıpkı Zazalar Kürttür ve Zazaca Kürtçe'nin lehçesidir şeklindeki sakat, yanlış ve iradeci yaklaşımları ile birleşmektedir. Yani bu çevre -tek kanat olmasa da- bir taraftan açıkça asimilasyoncu ve inkarcı çevre ile birleşmekte ama bazı noktalarda da ondan ayrılabilmektedir. Bunlar, şu anda ara bir akıma tekabül etmekte ve orta bir yol izlemektedirler ama gelecekleri parlak değildir. Türk solunun, Alevi çevrelerinin Zazaca'ya yaklaşımı da esas olarak faydacı pragmatist, çıkarcı ve hatta inkarcıdır. Bu yazıda bunlar üzerinde durmayı gereksiz görüyorum. Geriye Zazaca'nın varlığını açıkça savunan ve bunun yaşatılmasını isteyen kişi ve çevreler kalmaktadır. Bizim için de önemli olan bu çevrelerin durumudur.

Zazaca'nın ayrı bir dil olduğunu savunanlar ve bunun korunup yaşatılmasını isteyen çevreler, tek bir bütün oluşturamamaktadırlar. Bunları esas olarak iki ana yaklaşıma veya çevreye ayırmak mümkündür. Bunlardan bir kesim, Zazalar'ın ayrı bir halk, Zazaca'nın da ayrı bir dil olduğunu savunmaktadır. Zazaların, Alevi olsun, Sünni olsun tek bir ulus oluşturduğunu, dolayısı ile bir "Zazaistan" olgusundan ve ülkesinden bahsetmek gereketiğini savunuyorlar. Tabii, bu düşünceler bu kadar net ve açık olarak ortaya konamamıştır ve çeşitli nedenlerle de konamamaktadır ama öz ve sonuç olarak bu yaklaşımı, böyle nitelendirmek mümkündür.

Diğer ana kanat ise, Zaza ve Zazaca terimlerini benimsemeyen ama Dersim'de Zaza ve Zazaca ile aynı anlama gelen Kırmanc ve Kırmancki terimlerini esas alan çevrelerden oluşmaktadır. Bunların da net ve açık fikirlere sahip olduklarını söyleyebilmek mümkün değildir. Bu çevrelerden bazıları dile ve dine fazla önem vermeksizin bir "Dersim ve "Dersmlilik" yaklaşımını esas alırken, bir kesim de dile ve dine (Dersim İnancına) görünürde daha fazla önem verdiğini iddia eden ve "Dersim", "Dersim kimliği", "Dersim dili" gibi kavramları öne çıkararak bir Dersimlilik kimliği esprisini vaaz etmektedir. Son dönemde bunlar, Kırmanc ve Kırmancki terimlerinin bulanıklığı, Kurmanc ve Kurmanci ile karıştırılması ve uluslararası alanda bu terimlerin Kürtçe (Kurmanci) ile eş anlamda kullanılmasından ötürü, Dersim kimliğinden ürettikleri ve "Dersim Dili" dedikleri "Dersimce" kavramını öne çıkarmış gözüküyorlar. Bu kavramların bilimsel kriterlere göre analiz edilmesi ve doğruluğu-yanlışlığının ayrı bir tartışma konusu olduğunu belirtmekle yetinerek, esas konu üzerinde durmak istiyorum.

Esas konu yani olgu şudur: Zazalar, ayrı bir etnik kökene mensuptur, ayrı bir halkı oluşturmaktadırlar. Zazaca, ayrı bir dildir, Kürtçe'den ayrı ve bağımsız olarak vardır. Zazalar, bugün itibari ile ulus oluşturup oluşturmadıklarından bağımsız olarak, etnik olarak ayrı bir halktırlar. Zazalar iki ana kanattan, iki ana toplulukdan, Alevi ve Sünni olmak üzere iki ana inanç grubundan oluşmaktadırlar. Dolayısı ile Zazaları tek bir halkın, tek bir topluluğun iki ayrı kanadı, iki farklı kolu olarak nitelendirmek mümkün olduğu gibi, aynı etnik kökenden gelen iki farklı topluluk, iki ayrı halk grubu olarak değerlendirmek de mümkündür. Bu konuda basma kalıp ve değişmez veya mutlak kavramlarla konuşmanın bir yararı yoktur.

Zazaların bağımsız ve ayrı örgütlenmelerinin şartları var mıdır?

Zazaların bağımsız ve ayrı örgütlenmelerinin şartları var mıdır? Bunları tartışmak gerekir. Ama her halükarda Zazalar, kendi varlıklarını sürdürecek ve yaşamlarını devam ettirecek örgütlenmeler yaratmak, çalışmalar yapmak zorundadırlar. Zazalar, Zaza olmaktan kaynaklanan sorunlarını, açık ve net bir şekilde belirlemeli, bunları çözebilecek politikalar üretmeli ve bunlara uygun düşecek örgütlenmeler yaratmalıdırlar.

Zazaların, Alevi ve Sünni kesimlerinin beraber örgütlenmesinin koşulları var mıdır?

Zazaların, Alevi ve Sünni kesimlerinin beraber örgütlenmesinin koşulları var mıdır? Bunlar da, tartışılması gereken konulardır. Ama gerçek şu ki, Alevi ve Sünni Zaza kesimleri, birbirinden bağımsız ve her biri kendi mecrasında yürümektedir. Bu bir olgudur ve gerçekler olgulardan çıkar. Politikalar ise, olgulardan çıkan bu gerçeklere dayanmak zorundadır. Bu anlamda eğer, Alevi ve Sünni Zaza kesimlerinin ortak örgütlenmesi mümkün değilse, bu, beraber iş yapamayacakları, bazı konularda beraber yürüyemeyecekleri veya eylem birlikleri yapamayacakları anlamına gelmez. Zaza aydınları, Zaza kurumları, Zaza yurtseverleri bunun yol ve yordamını bulmak zorundadırlar. Mesela Zazaca TV sorunu, ortak çalışma yapılabilecek konulardan biridir ve bugün elzemdir. Zazaca TV de eşitlik temelinde, Kuzey ve Güney Zaza lehçeleri esası üzerinde, iki halkın, iki inancın ve iki kültürün sorunları işlenebilir. Bunun yanında anadilde eğitim bağlamında, Zaza yerleşim alanlarında Zazaca eğitim, kurs vb etkinlikler için projeler hazırlanıp yerel yönetimlerle beraber hayata geçirilebilir.

Bugün var olan örgütlenmeler, esas olarak mezhepçidir, ulusal zeminden yoksundurlar. Ulusal değillerdir, çünkü uluslaşma olgusu Zazalarda henüz yaşanmamıştır, tamamlanmamıştır. Esas olarak mezhepçi (inanç temelli) ve kavmiyetçi (aşiretsel) olan bu yaklaşımların, Zazaların geleceği üzerinde ciddi bir rolü olamaz. Bugün Zazalar bir çözülme, dağılma ve yeniden harmanlanma süreci yaşamaktadır. Bu sürecin esas olarak 1960'lı yıllarda başladığını, 1980'li 90'lı yıllarda derinleştiğini ve bugün hala sürdüğünü söyleyebiliriz. Ama bu sürecin de bir sonu vardır, gelecektir. Kuzey-doğu Zaza yerleşim alanlarında, -esas olarak Alevi Zazaların yaşadığı Dersim ve çevresinde- süreç, Zazaların aleyhinde, onların dağılıp yok olması temelinde işlemiştir. Güney ve Güney-doğu Zaza yerleşim alanlarında -esas olarak Sünni Zaza yerleşim alanlarında- da durum pek farklı değildir.

Zazalar arasında da, bütün halklarda, komşumuz Türklerde ve Kürtlerde ise yakından gördüğümüz gibi başta inanç olmak üzere çeşitli farklılıklar vardır. Bu farklılıklar, görmezlikten gelinemez, bunların üstü örtülmemelidir. Öte yandan bunlar arasındaki farklılıklar abartılmamalıdır. Özellikle sorunlara yaklaşımda çağdaş ve demokratik olmak zorundayız.

Zazaların yok olmasını durdurmak mümkün müdür?

Zazaların yok olmasını durdurmak, Zazaların geleceğini garanti altına almak mümkün müdür? Bunun cevabının hiç de kolay olmadığı açıktır. Tarihte büyük medeniyetler kurmuş, uygarlıklar yaratmış nice halkların tarih sahnesinden çekildiklerini, giderek silindiklerini biliyoruz. Bugün sürecin hala devam ettiğini ve her gün bir dilin, bir halkın, bir kültürün ortadan kalktığını ve giderek yok olduğunu görüyoruz. Bazen iradi çabalar, böylesine büyük ve ağır toplumsal sorunların çözümlenmesinde yeterli olamamaktadırlar. Ama can çıkmadan, ümit kesilmez misali, karamsarlığa da kapılmamak gerekiyor. Bunun örnekleri de yok değildir. İsrailoğullarının küllerinden İsrail'in yaratılması ve yeni İbranice'nin doğması, belki bir istisnadır ama imkansız olmadığını göstermiştir. Hem bugün çok çeşitli imkanlar ve araçlar var. Bu araçları ve imkanları örgütleyen bir zihniyete, çaba ve vizyona sahip olabilirsek, bunun imkansız olmadığını gösterebiliriz. Zazaca'nın yaşaması ve yaşatılması için her yolu, bilinçle deneyelim, denemek zorundayız.

Zazaca ve Zazalar yaşayacak mı?

Zazaların ve Zazaca'nın yok olmasına gönlümüz razı olmamaktadır. Belki ümitsiz bir sevdadır ama bırakılması veya terk edilmesi mümkün olmayan bir tutku, bir aşktır, benim için Zazaca’ya bağlılık. Zazaca'ya aşığım, Zazaca benim için bir tutkudur.

Ez to ra zaf has konu Zazaki u hata merdene nêwazonu to ra cêra bi.***

*Zaza ve Zazaca (Zaza ve Zazaki) terimlerini, bölgesel olarak kullanılan Kırmanc, Kırmancki, Kırd, Kırdki, Dımıli, Dımılki kavramlarını kapsayan genel bir terim anlamında kullandığımı belirtmeliyim.

** Kürt milliyetçileri kavramı ile esas olarak şöven, ırkçı ve inkarcı yaklaşımları savunanları kastettiğimi belirtmeliyim. Yurtsever Kürt milliyeçilerini, özellikle de bir avuç da olsalar demokrat ve hümanist Kürt aydınlarını kapsamadığını vurgulamak isterim.

***Seni çok seviyorum Zazaca ve ölüme kadar senden ayrılmak istemiyorum.

26.05.2009

M. Hayaloğlu


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
07.07.2009 19:15 (UTC)[alıntı yap]


Dersim-Zaza Sorunu'na iliskin tartismalar

06.07.2009

Dersim-Zaza Sorunu’na bir başka açıdan bakmak mümkün mü?

Piro Zarek

1960-70’li yıllarda Kürdistan‘da atılan „Kurdara Azadi“ (Kürtlere Özgürlük) sloganını herkesin hatırladığını sanıyorum. Ve yine herkesin, TC’nin, Türk şovenlerinin bu slogan karışındaki korkularını, bu sloganı atanlara karşı gösterdikleri saldırganlığı ve yapılan zulümü de hatırladığını, veya bildiğini düşünüyorum. Bugün, bu sloganı atanlara karşı; en azından yasal zeminde, TC tarafından herhangi bir mühide uygulanmıyor. Kısaca, TC artık bu slogana alıştı. Ne var ki; şimdi bizim Kürt burjuva milliyetçilerinin başı „Zazalara Özgürlük“ sloganı ile dertte. Onlar bu slogandan korkuyorlar ve sloganı duyunca geçmişte kendilerine karşı gösterilen tepkilerin benzerlerini bu sloganı atan Zazalara karşı gösteriyorlar. Bundan daha beter bir trajedi olur mu?










Dersim-Zaza Sorunu’na bir başka açıdan bakmak mümkün mü?



“Kurdistan-aktuel.org” sitesinde Kırmanc-Zaza Sorunu ile ilgili oldukça önemli bir tartışma yaşandı. Tartışmayı açan Dursun Ali Küçük’ün „Zazalara Özgürlük“ adlı maklesi oldu. Bu makaleyle bağlantılı olarak M. Hayaloğlu tarfından yazılan „Zazaca, Sorunları ve Çözüm Yolları“ başlıklı makale, tartışmaların giderek tırmanmasına neden oldu.

Eksikliklerine rağmen, D. Ali Küçük’ün makalesinde ortaya konulan demokratik, özgürlükçü bir anlayıştır. Söz konusu bu yazıdan bir „Kürt karşıtlığı“ ya da „tehdit“ unsuru çıkarmak, tümü ile çarpık bir anlayışın ürünüdür. Bazı yanlışlar ve zorlamalar içermesine ragmen, M. Hayaloğlu‘nun yazısı da, önemli bazı doğruların altını çiziyordu. Keza, M. Can Yüce’nin konu ile ilgili yazısı, soruna doğru yaklaşım noktasında; genel teorik çerçeveyi özetleyen bir yazıydı.

Tartışmanın kesintiye uğratılmadan sürdürlmesinde Selim Çürükkaya’nın gösterdigi cesareti ve demokratik olgunluğu, ayrıca takdirle karşılıyorum. “Aponun Ayetleri” kitabının yayınlanmasından bu güne kadar yaşanan süreç değerlendirildiğinde, su tespitte bulunmak mümkündür: Selim Çürükkaya, Apocu zihniyete karsı mücadele sürecini, demokrasi kültürünü özümseme, içselelstirme sürecine dönüştürmüştür. Kabul etmek gerekir ki, savrulmadan Apocu zihniyetin karşısında durarak onun ani-tezini üretmek, kolay bir iş değildir.

Ulusal sorun tartışmaları duygulara da hitap ettiği için, soğukkanlılığın sık sık bozulduğu, sert tartışmaların yaşandığı bir alandır. Ancak, bu tür tartışamalar sertleşse de ve bazen içinden çıkılmaz gibi gözükse de; genellikle tabuların aşılması ve bir bilinç sıçraması için olduçka yararlıdırlar.

Sağduyulu Kürt aydınlarının ve sosyalistlerinin, son yaşanan tartışmalarda bir kez daha beliginleşen, Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin içine düştügü trajik durmu gördüdüklerini sanıyorum. Trajik olan, meşru bir zeminden doğan ilerici-demokratik bir hareketin, uzun bir zamandan beridir, zıddına dönüşme işaretleri vermesidir. Bu trajik durumun dikkat çekici bir biçimde ortaya çıkmasında, D. Ali Küçük’ün „Zazalara Özgürlük“ makalesi -belki de hiç istenmeden- oluşturduğu ironik etki ile önemli bir rol oynadı. Aslında ironi, tarjedinin belirgin olarak görülebilmesi için bir fon oluşturuyor.

1960-70’li yıllarda Kürdistan‘da atılan „Kurdara Azadi“ (Kürtlere Özgürlük) sloganını herkesin hatırladığını sanıyorum. Ve yine herkesin, TC’nin, Türk şovenlerinin bu slogan karışındaki korkularını, bu sloganı atanlara karşı gösterdikleri saldırganlığı ve yapılan zulümü de hatırladığını, veya bildiğini düşünüyorum. Bugün, bu sloganı atanlara karşı; en azından yasal zeminde, TC tarafından herhangi bir mühide uygulanmıyor. Kısaca, TC artık bu slogana alıştı. Ne var ki; şimdi bizim Kürt burjuva milliyetçilerinin başı „Zazalara Özgürlük“ sloganı ile dertte. Onlar bu slogandan korkuyorlar ve sloganı duyunca geçmişte kendilerine karşı gösterilen tepkilerin benzerlerini bu sloganı atan Zazalara karşı gösteriyorlar. Bundan daha beter bir trajedi olur mu?

Dersim-Zaza Hareketi Kürt Ulusuna karşı bir hareket midir?

Objektif duruma bakıldığında, TC sınırları içindeki tüm ulus ve etnik grupları egemenlik altında tutan, onların ulusal-demokratik haklarını gaspeden Türk devletidir. O halde, “Kırmanclara, Zazalara Özgürlük” denildiğinde, neden Kürt burjuva milliyetçileri meseleyi üzerlerine alıyorlar ve bu kadar saldırganlaşıyorlar? Sanki, Dersim’i ve Zazaların topraklarını sömürgeleştiren Türk Devleti değil de, Kürt milliyetçileriymiş gibi. Bu gayretli bastırma girişimleri, ister istemez diğer kesimlerde “acaba Kürt burjuva milliyetçileri TC’nin yerini alamya mı niyetliler” şeklinde bir düşüncenin oluşmasına neden oluyor.

Bugüne kadar, Kırmanc-Zaza Sorunu ekseninde yaşanan tartışmalarda, PKK’lisindan en liberaline kadar, hemen hemen tüm burjuva milliyetçileri’nin gelistirdikleri ortak bir tavır var: Bu zevat tartışmaya,“ajanlar”, “bölücüler”, “hainler” türünden suçlamalarla başlıyor ve bu nakaratla bitiriyor. Yirmi yıla yakındır süren bu tartışmalarda, söylemde bile bir adım ileri gidemiyen bu kesimler, kopardıkları bütün bu gürültüye rağmen, yazılı ve sözlü ifade edilen bazı reaksiyonlar dışında, Kırmanc-Zaza Hareketi‘nin „devlete hizmet ve Kürt Halkı’na düşmanlık“ işreti olacak hiç bir pratiğini göstermiyorlar.

Tersinden bakalım: Kürtler alahine olacak şekilde; TC’nin, Kirmanc-Zazaları desteklediğine, onları kayırdığına dair somut bir bulgu ya da Kürtlere zarar verecek şekilde TC ile Kırmanc-Zazaların bir oratklığı var mıdır? Biz böylesi bir pratik ve ortaklık göremiyoruz, gören varsa buyursun açıklasın. Ben aksini, yani devletin Kürtleri kayırdığını da söylemiyorum, ancak devletin bügüne kadar tıpkı Kürt milliyetçileri gibi Zazaca’yı Kürtçe’nin bir lehçesi olarak gördüğünü ve Zazaca yayın yapacak bir televiziyona sıcak bakmadığını, aksine, Kürtçe TV açtığını biliyoruz. Çok ilginç bir durum, devletin hizmetlerinden yararlanan Kürtler, ancak işbirlikçilikle suçlanan Kırmanc-Zazalar.

Objektif durum böyleyken, Kırmanc-Zaza hareketine yöneltilen „işbirlikçilik“ suçlanmasının mantığı, dayanağı nedir? Kürt burjuva milliyetçilerinin nezdinde; Kırmanc-Zazaların en “büyük suçu”, kendilerine Kürt, ülkelerine Kürdistan dememeleridir. Sorunun düğümlendiği nokta da burasıdır.

Kendisinden farklı olanı düşman gören ve tüm toplumsal sorunların çüzümünde şiddeti ve imhayı temel araç olarak kabul eden anlayıs, ne yazik ki, özellikle müslüman doğu toplumlarının geleneksel siyaset anlayışıdır. Bu anlayış, PKK tarfindan burjuva milliyetçiliği ve Kemalizm’le harmanlanarak en gerici biçimde Kürdistan’da yeniden üretildi. İsin kötü tarafı PKK’nin bu idolojisi, Kuzey Kürdistan’da egemen „resmi ideoloji“ oldu. İşte küfürlerin, saldırganlığın ve iftiraların kaynağı bu „resmi ideoloji“dir..

Dersimlilere ve Zazalara böyle saldıranların çok daha „temiz“ bir konumda olmaları gerekirdi. Peki öyleler mi acaba?

Bugün maalesef Kürt Ulusal Hareketi’nin en etkin gücü PKK’dir. PKK’nin ipleri de hala Abdullah Öcalan’ın (veya ekibinin) elindedir. Onun da, TC’ne “hizmet” askı ile yanıp tutuştuğunu bilmeyen yoktur. Dahası, giderek somutlaşan Ergenekon bağlantısı ve ABD’nin yönlendirmesi ile PEJAK tipi örgütlerin oluşturulması gibi örneklerle daha da karmaşık hale dönüşen PKK yapısı içinde, “kimin eli kimin cebindedir” bilinmiyor. Hal böyleyken, yani, evin içini pislik götürmüşken, dışarda “ajan” veya “hain” aramak abesle iştigaldir.

Meseleye “ajan”, “hain” ekseninden yaklaşırsanız ve de Kırmanc-Zaza Hareketi‘nin içine sızmış bir kaç işbirlikçi bulursanız, elbetteki milli kimliğini Kırmanc ya da Zaza olarak ifade edenlerin tümünü „ajan“ görmeniz mümkündür. Ancak, aynı yaklaşımla devam ettiğinizde, A. Öcalan ve onun ekibinden hareketle, Kürt Ulusal Hareketi’ni bir “ajan hareketi” olarak görmeniz gerekir. Buna bir de korucuları eklerseniz, bir Kürt Ulusal Hareketi’nden bahsetmek zaten imkansızlaşır. Nitekim, TC’nin resmi tezi de, tersten aynı kapıya çıkıyor: TC’ye göre “Türkiye’de bir Kürt sorunu yoktur, dışardan kışkırtılmış bir bölücü terör sorunu” vardır.

Kırmanc-Zazaların kendi ulusal kimliklerine ve haklarına sahip çıkmaları asla Kürt Halkı‘na karsı bir eylem değildir. Aksine, yukarıda belirtiğim gibi, böylesi bir hareket objektif olarak sömürgeciliği gerileten, ilerici bir harkettir. Çünkü Kırmanc-Zazları ezen Kürt Halkı değil, TC’dir.

TC’nin, Kırmanc-Zazalar ile Kürteri bir birine düsürmek istediği bir gerçektir. Ancak, bunun için TC’nin fazla bir şey yapmasına gerek yok. Kürt burjuva milliyetçileri zaten kendi ulusal kimliğini Kırmanc veya Zaza olarak ifade eden herkesi düşman görüyorlar. Açıktır ki; çatışmayı yaratan, böylece TC’nin ekmeğine yağ süren; farklılığı tehdit olarak gören, toplumsal ve ulusal sorunların tek çözüm aracı olarak şiddeti benimsemiş, burjuva milliyetçi “tek ulus, tek devlet, tek dil, tek bayrak” zihniyetidir.

Tüm kesimler, eşitlikçi ve özgürlükçü bir anlayış geliştirebilirlerse, farklı ulusal kimliklere rağmen, dostluk ilişkileri, ittifaklar gelistirilebilir ve bu temelde TC’nin provaksyonları rahatlıkla boşa çıkarılabilir.

Meseleye bir de bu taraftan bakmayı deneyin

Somuttan hareket edelim: Zazaca binlerce yıllık geçmişi olan bir dildir. Bu somut gerçeklik, Zazaca konuşan toplulukların Kürtlerden farklı bir tarihsel-sosyal evrim yaşadıklarının bir göstergesidir. Zazaca ve Kürtçe konuşanların ortak bir gündelik yaşam sürecek düzeyde birbirileri ile anlaşmamaları, bu evrimin oldukça farklı mekan ve tarihsel-sosyal süreçlerden geçtiğini de kanıtlar. Nitekim Paris Dogu Dilleri Enstitüsü, Kürdoloji Bölümü ögretim üyesi Prf. Dr. Joyce Blau, “Roja Teze” gazetesinde yayınlanan röportajinda, konu ile ilgili şunları söyler:

“ Gorani ve Zazaca‘nın aynı kökenden geldiklerini biliyoruz. Muhtemelen bu diller Kürtçe‘den önce bu bölgede konuşuluyordular. Bu bölge bir çok İran ve Türk saldırısına uğradı. İran‘lılar bu bölgeye dalga dalga geldiler. Muhtemelen Gorani ve Zazaca‘nın mazisi Kürtçeninkinden daha eskidir. Kürtler; Zazalar‘ın ve Goranların çoğunu asimile ettiler fakat hepsini edemediler” (1)

Prf. Dr. Blau „Muhtemelen bu diller Kürtçe‘den önce bu bölgede konuşuluyordular… Muhtemelen Gorani ve Zazaca‘nın mazisi Kürtçeninkinden daha eskidir.“ Derken, Kürtçe ile Zazaca’nın ortak gövdeden ayrı kollar şeklinde ayrışması sürecinin bir hayli eski olduğunu, başka bir tarzda ifade ediyor. Dillerin oluşum süreçlerini dikkate aldığımızda, buradaki „mazi“ ifadesi zaten binlerce yılı ifade eder.

Nitekim, Frankfurt Üniversitesi öğretim üyesi ve İran Dilleri uzmanı Prof. Dr. Jost Gippert’in, oluşturduğu „İrani Dillerin Soyagacı“ (2) diyagramında, Kürtçe ile Zazaca’nın birbirinden ayrışması, İÖ 550 yılı öncesine (2500 yil öncesine) , yani Kuzey Batı ve Güney Batı İran dilleri’nin ayrışması sürecine götürülüyor. Kısaca, alanlarında otorite olarak kabul edilen her iki akademisiyenin kopuş süreci ile ilgili tahminleri örtüşmektedir.

Ortak gövdeden farklı kollar şeklinde ayrışma noktası, farklı dil ve etnik kimliklerin mayalanmaya başladığının işaretidir. Bu ayrışma, Kürtçe ve Zazaca konuşan toplulukların, tarihte birbirilerinden tümü ile izole yaşadıkları ve hiç bir etkileşim içine girmedikleri anlamına gelmese de; binlerce yıllık bir dile sahip olan Kırmanc-Zazaların, oldukça köklü bir kültürel ve tarihsel birikime sahip olduklarının somut bir göstergesidir. Halen canlı olan bu birikimin, çağdaş dünyada gelişme koşulları bulduğunda hemen filizleneceği çok açıktır. Bu birikimi ve bu birikimin kendisini var olan konjonktürde yeniden üretme dinamigini hiçe sayarak, günümüzde gelişen Kırmanc-Zaza Hareketi’ni tahlil etmek, hele hele mesleye bakışta bu tarihsel-sosyal temeli değil de, TC devletinin ve bir kaç karanlık kişinin subjektif yönelimlerini esas almak, çocukluktan öte, adını koymakta zorlandığım bir basitliktir.

M. Hayaloğlu’nun „Zazaca, Sorunları ve Çözüm Yolları“ başlıklı makalesine ilişkin bazı eleştiriler

M. Hayaloğlu’nun yazısında dogrular ile yanlışlar iç içe geçmiş. Ben sadece önemli gördüğüm bazı yanlışlara değineceğim. Yazacaklarım belki tekrar olacak ancak, yanlışlar tekrarlandıkça bizimde bildiğimiz kadarı ile doğruları tekrarlamamız zorunlu hale gelmektedir.

1- „Dersim'de Zaza ve Kırmanc terimleri“ aynı anlama gelmez.

Zazaca ile Kırmancki aynı dilin farklı adlarıdırlar. Ancak, Kırmanc ile Zaza isimleri tek bir ulusu veya halkı ifade eden alternatif adlar değildirler. Kısaca „Dersim'de Zaza ve …Kırmanc … terimleri“ aynı anlama gelmez. Bu durum esas itibari ile Amerikalılar ile İngilizlerin ilişkisine benzenmktedir. Bilindigi gibi, her iki ulus da İngilizce konuşuyor olmalarına rağmen, tek bir ulus oluşturmazlar ve dolayısı ile tek bir adla anılmazlar. Çünkü, dil, ulus olmanın ya da ulusal kimliğin bir bileşenidir; ancak bizati kendisi değildir.

Bir etnik kümenin kendi orjini, yani, ırkı ya da ırksal bileşimi hakkındaki inancını, bilgisini peşinen doğru kabul etme zorunluluğu yoktur. Bilimsel olarak bu kabullerin doğruluğunu veya yanlışlığını (bugün bunu DNA testeleri aracılıgı ile neredeyse % 100 dogrulukla tespit etmek mümkün) araştırıp ortaya koymak mümkündür.

Ancak „ulusal kimlik“ beyanı konusunda, doğru veya yanlış şeklinde bir tespitte bulunmak mümkün değildir. Bilim adamları sadece bir toplumsal grubun kararlı ve belli bir tarih sürecinde ortak bir ulusal kimlik beyanında bulunup bulunmadığını ve bu ulusal kimlik bilincinin hangi tarihsel, sosyal ve kültürel şartların ürünü olduğunu araştırabilirler. Bir topluluk, kararlı bir biçimde kimlik beyanında bulunduktan sonra, o durum artık bilim adamları için „sosyolojik bir obje“dir. Bilim adamlarının veya diğer insanların; bu obejeye müdahale hakları yoktur; sadece onu analama ve bilimsel olarak anlatma hakları vardır. Böylesi müdahalelere teşebüs edenlerin kimler olduğunu ve bu teşebbüslerin sonuçlarının ne olduğunu sanırım herkes bilmektedir.

Kısaca, orjin konusunda bir etnik kümenin beyanını, bilgisini bilimsel olarak sorgulamak, doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya komak mümkündür. Ancak, milli kimlik beyanında, bu etnik kümenin beyanı esas alınır ve bu beyanın doğru yada yanlışlığını araştırma diye bir girişim veya yönelim anlamsızdır.

Üstelik bir etnik kümenin varlığına, onun kültürel, manevi değerlerine, simgelerine saygı göstermek, onun sosyal psikolojik gelişimine müdahale etmemek gibi hümanist-demokratik değerler, çağdas demokratik toplumların içsellestirdigi ve uluslararası antlaşmaların teyit ettiği değerlerdir.

O halde, Dersimlilerin kendi milli kimliklerini „Kırmanc“ olarak ifade ettiklerini bile bile, Dersimlileri ifade ederken „Kırmanc“ ismini kullanmayıp bunun yerine kendi bildiği ismi koymak ya da başkalarının yaptığı gibi; „Siz aslında Zazasınız“ demek ya da misyoner tarzıyla „Kendinize Zaza deyin“ diye telkinlerde bulunmak, aslında eleştiri sahiplerinin de eleştirdikleri bujuva milliyetçiligi ideolojisinden köklü bir biçimde kopuşmadıklarının göstergesidir.

Dersimlilerin ulusal kimliklerini Kırmanc olarak ifade etmeleri, Zazaları ve Kürtleri küçümsemeleri veya „Hayır onlar kötüdür biz onlardan degiliz“ anlamına gelmez. Tersi de doğrudur; bir Zaza „Ben Kırmanc degilim, Zazayım“ derse bundan Dersimlinin gocunmasının hiç bir anlamı yoktur. Bu sadece ve sadece bir etnik kümenin „kendisi olma hakkı“nı kullanamsıdır.

Farklı kimlik beyanlarını dikkate almadan, onları hiçe sayarak, geliştirilen bu tür „tekleştirme“ dayatmalarının, birlikten çok güvensizligin ve ayrılıkların derinleşmesine neden oldugunu, kendi deneyimlerimizden biliyoruz.

2- Güney Kürdistan’daki uygulamalar „egemen ulus şövenizmi“ olarak nitelendirilemez

Sovenizm başka uluslar üstünde egemenlik kurma iddiasıdır. Fakat, Güney Kürdistan’da Kurmanclar ile Soranlar arasında en azından bugün için böyle bir egemenlik iddiası ve ilişkisi görülmüyor. Daha çok bir denge durumu söz konusu. Üstelik Kurmancinin eğitim dili olarak kullanılmasını yasaklayan kararı alan bölgesel yönetimde Kurmanclar etkin.

Güney Kürdistan’daki uygulamaları daha çok klasik burjuva milliyetçiliği (yani 19. yy ve 20. yy’ın başlarında gelişen tipte burjuva milliyetçiliği) olarak nitelendirmek mümkün. Toplumun ve farklı etnik grupların özgürlüğünü ve demokrasiyi değil, burjuva sınıfının çıkarlarına daha uygun düşen „homojen büyük ulus ve büyük coğrafyayı“ dolayısı ile; daha büyük pazar ve zenginlik kaynaklarını esas alan bir anlayışın ürünüdür bu uygulamalar. Uygulamalardan anlaşılıyor ki; bu anlayışı benimseyen Güney Kürdistan Bölge Yönetimi, ulusal ve toplumsal birliği, demokratik bir düzenle değil, farklılıkların yok edildiği homojen bir toplumla sağlama yolunu seçmiştir.

Kurmanci üstündeki yasağın diger bir nedeni de, Türkiye‘nin bölge üzerindeki tehditidir. Bölgede Kurmancinin gelişmesi, üniversite dahil; eğitim ve öğretim süreçlerinde kullanılır bir düzeye gelmesi, doğrudan Kuzeyi etkileyecektir. Bu tehditin ortadan kaldırılması için Türkiye’nin, bölgede Kuzeyi daha az etkileyecek Soranicenin resmi dil olması yönünde baskı yapmış olma olasılığı yüksektir. Bölge yönetminin bu baskıyı dikate aldığını söyleyebiliriz. Türkiye üzerinden başlayan petrol sevkiyatının, Güney burjuvazisi için özgürlügü ikinci plana itecek derecede önemli bir etken olduğunu düşünmek de mümkün.



3- Kırmanc ve Zazaların, Kürtler ve Türklerle ilişkisi

Dersimli Kırmancların, Zazalarla ve Kürtlerle olan sosyal-kültürel ilişkisi veya bu kesimlerin kendi aralarındaki ilişkilerin niteliği, bunların Türklerle veya İrani olmayan diğer halklarla ilişkisi ile aynı niteliğe sahip değildir. Çünkü, bu kesimler arsında var olan köken birliği, dil ve kültür yakınlığı gibi pek çok noktada yakınlık, bu halkları birbirine benzeştirmiştir. Dışardan genel bir gözlemci yaklaşımı ile bakan yabancıların ve bilim adamlarının, bu geniş kümeyi „Kürt“ adı ile ifade etmelerinin nedeni de, bu yakınlık ve benzeşmedir. Siyasal anlamda da, Kırmanclar, Zazalar ve Kürtler arasında şu aşamada Türklerle yaşandığı tarzda bir egemenlik ilişkisi yoktur.

Sosyal ve ekonomik yapıda meydana gelen gelişmelere bağlı olarak, Kırmanclar, Zazalar ve Kürtler arasında ulusal bilincin gelişmesinin, bu etnik grupların ulusal kimliklerinin belirginleşmesine ve farklılaşmasına neden olduğu doğrudur. Buna rağmen, bu kesimler arsasında, sosyal-kültürel geçislilği sağlayan köprülern her zaman bulunacağını unutmamalıyız. Bizim, bu köprüleri koparmamızın hiç bir anlamı yoktur. Üstelik tersine ulusal kimliklerimize saygı ve eşitlik temelinde bu köprüleri korumak ve hatta geilştirmek gereklidir.

Dolayısı ile „Zaza Türkü“ ifadesi ile „Zaza Kürdü“ ifadesi toplumsal zeminde aynı niteliğe sahip değildirler. „Zaza Türkü“ adlandırması tepeden topluma dayatılan sömürgeci bir egemenlik ve asimilasyon politikasının argümanıdır. Gerçekte, bunu söyleyen Türkler, Zazalar ile Türkler arasında hiç bir etnik-kültürel yakınlığın olamadığını bilirler. Onların amacı zaten böylesi bir yakınlığa vurgu yapmak değil, Zazaların kendi kimliklerini ve kültürlerini terk edip, Türkleşmelerini telkin etmektir. „Zaza Kürdü“ adlandırması ise, toplumlar arsındaki etnik-kültürel yakınlığın bir sonucu olarak ve henüz etnik grupların kararlı ulusal yapılara dönüşmedikleri, birbirilerinden ulusal kimlik temelinde net olarak ayrışmadıkları döneme özgü olarak oratya çıkmış, bir genel adlandırmadır. „Zaza Kürdü“ ya da „Dersim Kürdü“ isimlendirmelerinin ortaya çıkışında, ne egemenlik ne de asimlilasyon arayışları rol oynamıştır.

Fakat, yukarıda belirtiğim gibi, özellikle son yıllarda; köken birliği ve kültürel yakınlığa ragmen, bu grupların her biri kendi milli kimliğini başkasından ayrı ifade etme, keni etnik aidiyetini öne alma arayışı içindedir. Kürtlerde bu arayış artık kararlı bir ulusal yapıya dönüştü. Daha önce bir üst kimlik gibi daha nötr durumda bulunan „Kürt“ ve „Kürtçe“ isimleri de, artık tümü ile çogunluk oluşturan Kurmancaları ve onların dilini ifade edecek bir noktaya geldi. Dersimli Kırmanclar ve Zazalarda arayış devam ediyor. Bu arayışı doğal karşılamayıp, önünü kesmeye, hatta baltalamaya ve asimle etmeye dönük Kürt burjuva milliyetçiliği akımını, tarihsel-sosyal olarak gelişen ve akrabalığa dayanan ortakçı eğlimlerle karşıtırmamak lazım. Bu açıdan, Kürt burjuva milliyetçiliğinin, Kemalizme benzeşmeye başladığı doğrudur. Ancak Kürt Halkı’nın önemli bir kesimi ve pek çok aydın, burjuva milliyetçiliğinden uzak bir şekilde, hala akrabalık ilişkisi temelinde düşünmeye devam etmektedirler. Durum böyle iken, her „Zaza Kürdü“, „Dersim Kürdü“ diyeni „asimilasyoculuk“ veya „Kemalistlik“le suçlamak yanlıştır.



06. 07 2009



Dipnotlar

(1) Seyidxan KURIJ tarafından Prof. Dr. JOYCE BLAU ile yapılmış „Üniversite Düzeyindeki Tek Kürdoloji Eğitimi Paris Doğu Dilleri Enstitüsü‘nde Mevcuttur „ başlıklı röportaj.

ROJA TEZE, YIL: 1- Sayı: 28 / 14 Ocak 2000

Bu noktada küçük bir parentez açmak istiyorum: Hatırladıgım kadarı ile, Seyidxan Kurij imzası ile daha önce İstanbul’da çıkan „Hevi“ Gazetesi’nde yayınlanan bu röportajın yukarıya aktardıgım pragrafı içinde, Prf. Dr. Blau, Zazaca ile Kürtçe arasındaki farklılıkları dikkate aldıgımızda, bu diller arsındaki kopuşun 2000-2500 yıl öce gerçekleştigini söylüyordu. Fakat daha sonra aynı yazıyı „Roja Teze“ gazetesinde okudugumda, bu cümleler yoktu, yani sansürlenmisti. Ben Hevi Gazetesi’nin sözkonusu sayısına ulaşamadım. Ancak sanırım Seyidxan Kurij bu konuya bir açıklık getirebilir.

Ayrıca röportajın ingilizce metni için asgıdaki linke bakınız:

http://www.cogsci.ed.ac.uk/~siamakr/Kurdish/KURDICA/2000/MAR/BlauJoyce.html



(2) Prof. Dr. Jost Gippert, Stammbaum der iranischen Sprachen

http://titus.uni-frankfurt.de/didact/idg/iran/iranstam.htm




Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 242
Bütün postalar: 602
Bütün kullanıcılar: 695
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden