Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - Mustafa Kemal İttihat-Terakki üyesi miydi

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => SERBEST KÜRSÜ => Mustafa Kemal İttihat-Terakki üyesi miydi

<-Geri

 1 

Devam->


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
19.11.2009 01:51 (UTC)[alıntı yap]


Mustafa Kemal İttihat-Terakki üyesi miydi?

Ayşe Hür - 01.11.2009


“Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı ‘İrtica ile Mücadele Planı’nın ‘ıslak imzalı’ aslının savcılığa teslim edilmesi, bazı yazarlarca ‘100 yıllık İttihat ve Terakki iktidarının nihayet sonuna gelindiğinin işareti’ olarak değerlendirildi. Ben o kadar iyimser değilim. Çünkü bu zihniyet sadece yönetim kademelerine değil, toplumun her kesimine şu veya bu ölçüde nüfuz etmiş durumda, ortadan kalkması için, çok ama çok çalışmamız lazım. Yine de olur ya, işe Rufailer karışır, devran hızlıca değişir ve konu birden önemini yitirir diye, bu hafta okuyucularımın bana sıklıkla yönelttikleri bir soruya cevap vermeye çalışacağım. Herkese iyi pazarlar...”

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) ve Milli Mücadele’nin önderlerinden Ali Fethi Okyar hatıratında, Mustafa Kemal’in kendisine “bir İttihatçı iyi dosttur, iki İttihatçıdan korkulur, üç İttihatçı için ise iktidarı almaktan başka tatmin yolu yoktur” dediğini kaydeder. Ali Fethi kendisinin ve Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girişini şöyle anlatır: “Benim cemiyete girişim, [daha sonra Bursa Valisi olan ve bizden üç sınıf evvel kurmay subay olarak] Manastır Kolordusunda vazifeli İsmail Hakkı Bey aracılığı iledir. Enver, Cemal Beylerle, daha sonra Şam’daki vazifesinden Selanik’e gelen Kolağası (kıdemli yüzbaşı Mustafa Kemal’in girişleri de aynı kanaldan oldu. Benim, Mustafa Kemal’in, Cemal’in ve diğer bazı arkadaşların ordu kurmay kadrosunun kilit noktalarında oluşumuz subaylar arasında cemiyetin benimsenmesine geniş ölçüde yardım etti.“ Gerçekten de, Mustafa Kemal, Fethi Bey’in Ekim 1918’de İTC’nin kapatılmasına karşı tedbir olarak kurduğu Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası’nın yayın organı Minber gazetesinde „Mensup olduğum İttihat ve Terakki için öylesine çirkin ve haksız bir neşriyat başlamıştı ki, bunları cevapsız bırakmak ve sükûtla karşılamak mümkün değildi...” diye yazıyordu.

Bir başka İttihatçı Hakkı Baha’ya (Pars) göre ise Mustafa Kemal İTC’ye 29 Ekim 1907’de Hakkı Baha’nın Selanik’teki evinde yemin ederek üye olmuştur; üyelik numarası ise 322’dir. Milli Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal’in en yakınlarından olan Falih Rıfkı’ya (Atay) göre Mustafa Kemal 1909’daki İTC Kongresi’ne Bingazi (veya Trablusgarp) delegesi olarak katılmıştır. Ali Fethi Bey, 1910’da Talat’ın Sultanahmet’teki evinde Mahmut Şevket Paşa tarafından Fethi Bey’in Paris’e, Enver’in Berlin’e ataşemiliter olarak atanması üzerine takınılacak tutumu tartışmak üzere yapılan toplantıya katılanlar arasında Mustafa Kemal’in de olduğunu söyler. İTC üyesi olduğu bilinen İsmet (İnönü Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki nüfuzluları içinde Fethi Bey’le beraber ayrı bir grup teşkil ettiğini söyler. Sina Akşin’e göre, Mustafa Kemal, İTC’nin 1912’deki kongresine Selanik delegesi olarak katılmıştır. Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanlığı sırasında sekreteri olan, tarihçi Yusuf Hikmet (Bayur) ise daha ileri giderek Mustafa Kemal’in İTC’nin Genel Merkez üyesi olduğunu ileri sürer.


Enver’le çatışma

Ancak, Mustafa Kemal’in İTC’nin askerî kanadının lideri Enver Bey ile yıldızının hiç barışmadığı bilinir. Mustafa Kemal’i destekleyen kişi, sivil kanadın lideri Talat’tır. 1913’te Mustafa Kemal ve Fethi Bey’in kendilerine verilen yurt dışı görevi kabul etmeleri biraz bu sürtüşmelerden dolayıdır. İkili, hem İTC’de kendilerine iyi bir yer edinememişlerdir, hem de ondan ayrılmayı göze alamamışlardır. Çünkü Fethi Bey’in dediği gibi İTC’ye muhalefet etmek mümkün değildir. Böylece yurtdışı görevi bir anlamda tartışma alanından çıkıp soğutma operasyonudur.

Mustafa Kemal’le İTC ilişkileri, Mondros Mütarekesi’nden sonra yeni bir merhaleye girer. İddialara göre, Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin başına geçirilmesi İttihatçı kadroların kararı sonucu olmuştur. Dönemin tanıklarına göre, İTC’nin içinden bir bölüm Mondros Mütarekesinden 10 gün kadar sonra bir kongre toplamış ve Teceddüt Fırkası’nı kurmuştur. Cavit Bey’in deyimiyle‚ İTC yeni bir adla vaftiz olmuştur. Celal (Bayar) ve Ahmet Faik (Barutçu) gibi önde gelen İttihatçılar bu oluşuma karşı çıkmışlar, ‘asıl’ İTC’ye bağlılıklarını belirtmişlerdir. Yeni partide, iktidarı Enver Paşa’ya muhalefet eden kanat ele geçirmiştir. Bunlar arasında Mustafa Kemal de vardır. İttihatçı önderler 1/2 Kasım 1918 gecesi bir Alman gemisi ile ülkeyi terk ederken Talat Paşa, Kara Kemal ve Kara Vasıf beylere bir de gizli bir örgüt kurma emrini verirler. İlk toplantısını 5 Şubat 1919 tarihinde Avukat Refik İsmail Bey’in Sultanhamam’daki yazıhanesinde yapan örgütün başkanlığına Boğaz Komutanı Galatalı Şevket Bey seçilir. Örgütün adı Baha Sait Bey’in isteği üzerine, Kara Vasıf Bey ve Kara Kemal Beylerin adlarından esinlenilerek Karakol (Kara Kol) olur.

Teşkilat-ı Mahsusa’dan Yenibahçeli Şükrü’ye göre Karakol, Mustafa Kemal’i ‘siyaset-i âliye’yi idare etme’ görevine, Karakol’un beş Albay’ından biri olan İsmet’i (İnönü ise cephe kumandanlığına uygun görmüştür. İkili bu teklifi Tokatlayan Hanı’ndan Mustafa Kemal’in Osmanbey’deki evine kadar yürürken konuşmuşlardır. Mustafa Kemal teklifi kabul etmiş, İsmet Bey ise reddetmiştir. Kendisini Anadolu’ya geçirmek için üç gün bir eve hapsederek baskı yapmak gerekmiştir. (Ancak, 8 Ocak 1920’de Anadolu’ya geçmiştir.)


Karakol teşkilatının rolü

Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Paşa, İTC’nin Milli Mücadele’nin lideri olarak kendisini düşündüğünü ancak, Enver’le akrabalığı dolayısıyla bunu kabul etmediğini söyler. Ali Fethi Bey ise, İTC’nin liderlik için kendisini uygun bulduğunu ima eder. Ancak, 10 Mart 1919’da İngilizlerce tutuklanarak Malta’ya gönderilmesi üzerine, liderlik hakkı Mustafa Kemal’e geçmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın’a göre de Enver Paşa, yurtdışına kaçtıktan sonraki günlerde Talat Paşa’ya güya “Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal’i tavsiye et. Harbiye’ye o gelmelidir. Ondan başka orduyu toparlayacak kimse yok“ demiştir.

Mustafa Kemal, 1927’de irad ettiği Nutuk’ta ‘esrarengiz ve müthiş bir komite’ diyerek sanki Karakol’dan habersizmiş gibi davranır. Bir yandan da ‘İstanbul’daki teşkilatımız’ dediği bir teşkilattan söz eder. Bu teşkilatın Karakol olduğu bellidir. Ali Fethi Bey’e göre Mustafa Kemal, 21 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusan süresiz olarak feshedildiğinde, Sadrazam Tevfik Paşa’yı kaçırması ve Vahdettin’i devirmesi konusunda Kara Kemal’den teklif almıştır. Ancak İsmail Canbulat’ın karşı çıkması üzerine bu plan gerçekleşmemiştir. Ali Fuat Paşa da Mustafa Kemal’in Karakol’la bağlantısını doğrular.

Nitekim Mustafa Kemal, 23 Temmuz 1919’da İttihatçılar tarafından Doğu’daki Ermeni tehlikesine karşı toplanan Erzurum Kongresi’ne İttihatçıların davetlisi olarak katılabilmiştir. (Kongreye katıldığı tespit edilen 60 üyeden 34’i İttihatçı, 2’si Hürriyet ve İtilafçı’dır. Diğerlerinin eğilimi tespit edilememiştir.) Mustafa Kemal’le birlikte kongreye gelenlerden Kara Vasıf da muhtemelen Karakol’un temsilcisi olarak oradadır. Kongre sırasında hem kişiliği, hem de üzerinde ‘Damad-ı Şehriyari’ işaretleri taşıyan askerî giysileri yüzünden çok eleştirilen Mustafa Kemal İstanbul’dan ve Erzurum’dan gelen yoğun baskılar sonunda müfettişlik ve askerlik görevlerinden istifa etmek zorunda kalacaktır.


Sivas Kongresi’nde ilk hesaplaşma

4-10 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi sırasında Kara Vasıf’ın kendisine Karakol teşkilatının nizamnamesini sunması üzerine Mustafa Kemal “sizlerin maksadı mülga (kendini kapatmış İttihat ve Terakki’yi ihya etmektir. Bu suretle iktidarı yeniden ele geçirmek istiyorsunuz. Bunların farkındayım. Sizin gizli başkumandanınızın adını da söyleyeyim. Bu Enver Paşa’dır” demiş, bunun üzerine Kara Vasıf da “Hayır Paşam, yanılıyorsunuz, bizim başkumandanımız sizsiniz! Talat Paşa Berlin’den gönderdiği talimatta ‘Bundan böyle Başkumandanınız Mustafa Kemal Paşadır. Onun açtığı bayrak altında birleşiniz’ dedi” cevabını vermiştir.

Mustafa Kemal’in örgütü tanımazlıktan gelmesi, siyasi basiretini gösterir. Çünkü bugün Karakol tarafından göreve atanmayı kabul eden biri, bir başka gün aynı örgüt tarafından görevden alınmayı da kabul etmek zorundadır. Ancak, Ekim 1919’da kurulan Ali Rıza Paşa kabinesi, Anadolu ile ilişki kurmak için Sivas’ta oluşturulan Heyet-i Temsiliye’nin İttihatçılıkla ilişkisi var mı sorusuna cevap verirken İttihatçıları korumaktan geri durmayacaktır. Başta, hareketin İttihatçılıkla hiçbir ilişkisi olmadığını söyleyecek, daha sonra İttihatçılık düşmanlığını doğru görmediğini, İttihatçıların yönetiminde ülkeyi yıkıma götüren küçük bir topluluk dışındakilerin yansızlığını korumuş, kötülüğe alet olmamış namuslu insanlardan olduğunu uzun uzun anlatacaktır. Ali Rıza Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasına neden olanların kovuşturulması talebine ise, savaşa girmemenin mümkün olmadığını, dolayısıyla harp mesulü aramanın mantıksız olduğunu söylemiş, harp esnasında yapılan her nevi cinayet faillerinin yargılanması konusunda söz vermekten kaçınmıştır.

Ancak Mustafa Kemal, adım adım İttihatçılarla ilişkisini kesecektir. 11 Ocak 1920’de Karakol’un kurucularından Bahâ Said Bey’in bütün Anadolu’yu temsil ettiğini söyleyerek Bakü’de “Karakol Cemiyeti ve Uşak Kongresi Hey’et -i İcraiyesi adına” Bolşeviklerle bir antlaşma imzalaması üzerine Mustafa Kemal Kara Vasıf’ı şöyle uyarır: “Memlekette tek egemen Heyet-i Temsiliye’dir. Karakol ve Uşak Kongresi diye bir şey tanımıyoruz.”


İngilizlerin katkısı

Mustafa Kemal’in liderlik sürecinde İngilizlerin de bilmeden katkısı olmuştur. Daha önce bu sütunlarda anlattığım gibi, 12 Ocak 1920’de açılan son Osmanlı Meclisi’nde Rauf Bey’in başkanlığında faaliyet gösteren eski İttihatçı, yeni Milli Mücadele’ci mebuslar, hareketin inisiyatifini Mustafa Kemal’den almak için epey çalışmışlardır. Ünlü Misak-ı Milli’yi hazırladığı belirtilen Felah-ı Vatan grubu, Mustafa Kemal’in Meclis’in açılışı dolayısıyla gönderdiği telgrafı okumamış, Mustafa Kemal’i Meclis başkanlığına seçmemiş, Mustafa Kemal’in düşürülmesini istediği Ali Rıza Paşa kabinesine güvenoyu vermiştir. Daha sonraki süreçte de Rauf Bey ve diğer İttihatçılar artık kendisine ne bilgi vermekte, ne görüşünü almaktadır.

Kısacası, Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla Mustafa Kemal adeta siyasetin dışında kalmıştır. Ama 16 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan’ın İngilizler tarafından basılması ve Galatalı Şevket, Kara Vasıf, Ali Sait Paşa, Refet Paşa, Ali İhsan Paşa, Hacı Mehmet Paşa, Rauf Bey gibi önemli şahsiyetlerin Malta’ya sürülmesi bu durumu radikal biçimde değiştirecektir. Özellikle Galatalı Şevki, Kara Vasıf ve Rauf Bey gibi tecrübeli istihbaratçıların tutuklanacakları belliyken Meclis’e gitmeleri, dolayısıyla Anadolu yerine Malta’ya geçmeleri düşündürücüdür. Acaba bu kişiler, yurtdışındaki Enver Paşa’nın İngilizlerle yaptığı temaslara fazla mı bel bağlamıştır, bilinmez ancak, bilinen odur ki, bu tutuklamalardan sonra, Meclis’in İstanbul’da toplanmasının sakıncalı olduğunu söyleyen Mustafa Kemal haklı çıkmış, bu durum itibarını iyice arttırmıştır. Tutuklanmaktan kurtulan ittihatçı kadrolardan, Enver’le çalışmak isteyenler Kafkaslara doğru yola koyulurlar. Geri kalanların ise Ankara’dan başka gidecek yeri yoktur. Giderek başsız kalan İttihatçı kadrolara, Mustafa Kemal’in liderliği etrafında toplanmaktan başka çare kalmamıştır.


Enver Paşacıların tasfiyesi

15 Mart 1921’de Talat Paşa’nın Berlin’de öldürülmesi ise Talat’ın adamlarının Mustafa Kemal’e yanaşmak zorunda kalmalarına neden olur. Geride bir tek Enver Paşa ve şürekâsı kalmıştır. (Cemal Paşa, Mustafa Kemal için bir rakip değildir.) Enver Paşa’ya yakınlıkları ile bilinen Yeşil Orducuların ve Kuva-yı Seyyare’nin kurucularından Çerkez Ethem’in tasfiyesi ise 6-10 Ocak 1921’de I. İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından sonra gerçekleşir. Çerkez Ethem ve arkadaşları Yunanlılara sığınırken, Yeşil Orducular ve gıyabında Çerkez Ethem ve arkadaşları 9 Mayıs 1921’de çeşitli cezalara çarptırılırlar. Böylece, Mustafa Kemal iktidarını biraz daha pekiştirir.

Ancak 10 Temmuz 1921’de başlayan yeni Yunan taarruzuyla Türk ordusunun Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmek zorunda kalması, ardından Afyon, Kütahya ve Eskişehir’in Yunan işgaline uğraması, iktidarı ele geçirmek için iyi bir fırsat yakaladığını düşünen Enver Paşa’yı yeniden cesaretlendirecektir. Anadolu’ya geçmek üzere 30 Temmuz 1921’de Moskova’dan ayrılan Enver Paşa, Batum’da amcası Halil Paşa, Küçük Talât (Muşkara) ve Dr. Nâzım gibi bazı önemli İttihatçılarla, 5-8 Eylül 1921’de küçük bir kongre düzenler. Hatta İslâmcı, sosyalist ve korporatist unsurların bir karışımı olan Halk Şuralar Fırkası’nı kuracak kadar ileri gider. Fakat Yunan ordusunun Sakarya’dan püskürtüldüğü haberi, Enver Paşa’nın Anadolu’ya geçip liderliği ele alma hayallerine son verir. 16 Temmuz 1921’de Mustafa Kemal’e yazdığı bir mektupta Ankara Hükümetince ‘rakip’ hatta ‘hasım’ sayılmasından yakınan ve “hiçbir kanuni sebep olmadan memleket dışına sürülmesine ilelebet tahammül” etmenin çok ağır ve onur kırıcı olduğunu belirten Enver Paşa, iki hafta sonra Türkistan’a gitmek zorunda kalacaktır.

Cemal Paşa’nın 21 Temmuz 1922’de Tiflis’te, Enver Paşa’nın 4 Ağustos 1922’de Türkistan’da öldürülmesiyle, Mustafa Kemal liderlikte rakipsiz kalır. İttihatçıların Mustafa Kemal’e biat etmeyen kadrolarından bir kısmı, 1923 seçimlerde, bir bölümü Lozan’dan sonra 150’likler sürgünü ile, bir bölümü Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 1925’te kapatılması sırasında kansız şekilde tasfiye olur. Geriye kalanlar ise geçtiğimiz yıl, hikâyesini bu sayfalarda uzun uzun anlattığım 1926’da İzmir Suikastı yargılamalarıyla kanlı şekilde tasfiye olunacaktır.

Sonsöz

Bu kısa tarihçeye bakılırsa, İttihatçılarla Kemalistler aynı ideolojik, kültürel ve siyasi cemaatin üyeleridir. Benzer ideallere, benzer örgütlenme modeline sahiptirler. Milli Mücadele’nin örgütlenmesinde İttihatçıların önemli rolleri olmuştur. Mustafa Kemal ile İTF önderleri arasında en azından işin başında belli bir ittifak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu süreç içinde hem eski İttihatçılar önemli bir dönüşüm geçirmişlerdir hem de Mustafa Kemal bu ittifakın çizdiği çerçevenin çok ilerisine geçmiştir. Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin liderliğini alması, mevcut koşullardan ve İttihatçıların başlangıçtaki destekleri kadar, Mustafa Kemal’in dağınıklık içindeki kadrolar arasında liderliğe en hevesli, en ısrarlı, en hırslı kişi olmasıyla da ilintilidir. Mustafa Kemal, ortaya çıkan tüm fırsatları başarıyla değerlendirmiş, liderliğini adım adım inşa etmiştir.

Milli Mücadele yıllarında bazı İttihatçılar eski liderlerine bağlıklarını sürdürürken, bazıları Mustafa Kemal’in ekibine dahil olmuşlar, bir kısmı ise İslâmi-Bolşevik akımlardan etkilenerek sivilleşmiş ve yerelleşmişlerdir. Mustafa Kemal ise başlangıçta askerî yanı daha ağır basan bir örgütlenme içine girmiş, Milli Mücadele’yi başarıya ulaştırmak için her türlü ittifakı kurmaktan kaçınmamış, askerî zaferin kazanılmasından sonra ise, ileride siyasal rakip olarak ortaya çıkması mümkün tüm dini, etnik ve siyasi unsurlarla birlikte eski İttihatçıları da tasfiyeye yönelmiştir. Ancak, ilginçtir, İttihatçı kadrolar tasfiye edildiği halde, ‘derin ve gizli örgüt+ordu+tek lider, tek parti=iktidar’ diye özetlenebilecek İttihatçı zihniyet, devletin ve toplumun her köşesine nüfuz etmeye devam etmiştir. Çünkü anlattığımız bu mücadele ideolojik bir mücadele değil, tipik bir iktidar mücadelesidir. İşte bugün ‘kurtuluyoruz’ diye sevindiğimiz durum bu paradoksal durumdur.

Özet Kaynakça: Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Tercüman Yayınları, İstanbul 1980; Erik-Jan Zürcher, Millî mücadelede İttihatçılık, İstanbul, 1987; Emel Akal, Milli Mücadele’nin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki ve Bolşevizm, İstanbul, Tüstav Yayınları, 2002; Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Ankara 1991; Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, c.1, Ankara, 1998; M. Derviş Kılıçkaya, “Milli Mücadele’de Kongreler ve İttihatçılık Sorunu,” http://www.ait.hacettepe.edu.tr/akademik/arsiv/kongr.htm; Sait Çetinoğlu, “İttihat ve Terakki’den Kemalizm’e, Jön Türklerin İki Dönemi-İki Yüzü”, Resmi Tarih Tartışmaları-3 (Editör Fikret Başkaya, Sait Çetinoğlu), Özgür Üniversitesi Yayınları, 2007, s. 45-96.


_____________________________________________________________________
Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
19.11.2009 02:58 (UTC)[alıntı yap]



İzmir Suikastı ve muhalefetin tasfiyesi

Ayşe Hür - 22.06.2008


KANUNİ FAKAT HUKUKİ DEĞİL • Cumhuriyetin ilk döneminde rejime muhalefet edenlerin tepesinde ‘Damokles’in Kılıcı’ gibi sallanan İstiklal Mahkemeleri, kanunla kuruldukları için yasaldılar ancak hukuki değillerdi. Çünkü, mahkeme heyeti hukukçulardan değil, meclis üyeleri arasından oy çokluğuyla seçiliyordu. Sanıkların avukat tutmaları, şahit çağırmaları veya temyize gitme hakları yoktu. Sanıklar genel hukuk prensiplerinin tersine, suçsuz olduklarını ispatlamakla yükümlüydüler, bunu yapıncaya kadar suçlu kabul ediliyorlardı. Kararlar delillere göre değil, her açıdan ‘sorumsuz’ kılınmış olan hâkimlerin vicdani kanaatine göre verilirdi ve temyiz edilemezdi. Verilen cezalar (idam dahil) derhal infaz edilirdi. Faaliyette bulundukları dönemde 67 bin kişinin yargılandığı ve (asker kaçakları hariç yaklaşık 1.700 kişinin idama mahkûm edildiği İstiklal Mahkemeleri 4 Mart 1927’de hukuken sona erdiler ancak kuruluş kanunu ve ekleri 1949’e kadar yürürlükte kaldı.


KISSADAN HİSSE • Manevi etkileri günümüze kadar süren bu mahkemelerin gördüğü en önemli dava 14 Haziran 1926’de İzmir Valiliği’ne yapılan bir ihbarla ortaya çıkan ve tarihe İzmir Suikastı olarak geçen olayın zanlılarının yargılanmasıydı. Dava, Cumhuriyetin ilk muhalif partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 3 Haziran 1925’de, Şeyh Said İsyanı ile ilişkilendirilerek kapatılmasından sonra muhaliflere karşı verilen mücadelenin son aşamasını teşkil etti. Suikasta karışanları cezalandırmak bahanesiyle yargılamanın çerçevesi öylesine genişletildi ki, iki ay içinde Mustafa Kemal’e muhalefet eden tüm kadrolar tasfiye edildiler. Sistemin iliklerine işlemiş hukuk dışılığın kökenlerini kavramak açısından bu davanın önemli olduğunu düşündüğümden bu hafta 26 Haziran-13 Temmuz 1926 arasındaki İzmir yargılamalarını, önümüzdeki hafta ise 2 Ağustos-26 Ağustos 1926 arasındaki Ankara yargılamalarını ele alacağım. Merak edilmesin, ‘Ermeni Meselesi’ ve ‘arşivler’ konusunu unutmuş değilim...


GİRİTLİ MOTORCU ŞEVKİ’NİN İHBARI • Halkın nabzını tutmak amacıyla bir yurt gezisine çıkma kararı alan Mustafa Kemal, 8 Mayıs 1926’da Ankara’dan ayrılıp Konya, Tarsus ve Mersin ’e gelmiş, Taşucu Bucağı’ndaki çiftliğinde beş gün kaldıktan sonra, 16 mayısta Adana’ya, 18 mayısta tekrar Konya’ya, 20 Mayıs 1920’de Bursa’ya, 13 haziranda da Balıkesir’e geçmişti. Tam 14 haziranda İzmir’e doğru yola koyulacağı sırada İzmir Valisi Kazım (Dirik) Bey’den bir telgraf almıştı. Telgrafta “şahs-ı devletlerine karşı tertip edildiği anlaşılan mel’unane bir suikast teşebbüsü ortaya çıkarılmış olduğundan” İzmir’e hareketlerinin ertelenmesi rica ediliyordu.


Valiliğe yapılan ihbara göre eski Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, eski İttihatçı subay Sarı Efe Edip ve üç tetikçi Kemeraltı’nda Mustafa Kemal’i öldürmeyi planlıyorlardı. Suikastçıları Sakız’a kaçıracak olan Giritli motorcu Şevki, suikast günü yaklaşırken, Sarı Efe Edip’in gizlice İstanbul’a gitmesinden şüphelenerek olayı ihbar etmişti Giritli Şevki’nin verdiği bilgiler ışığında ilk tutuklanan Gaffarzade Oteli’nde kalan Ziya Hurşit oldu. Adli Kısım Amiri Mehmet Ali Bey’in “teslim ol ve derhal ayağa kalk” talimatına hiç karşı koymadan uyan Ziya Hurşit, memurlara karyolasının altındaki bombalarla silahları kendi elleriyle teslim etmişti. Galip Paşa Oteli’nde kalan tetikçiler Çopur Hilmi, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf da benzer şekilde yakalanmışlardı. Sarı Efe Edip ise İstanbul’da Bristol Oteli’nde tutuklanmıştı.


İDDİANAMEDE OLMAYAN YOK • Bu andan itibaren büyük bir tutuklama kampanyası başladı. Bazı kaynaklara göre 130 kişi olayla ilgili olarak sorgulandı. Zanlıların ifadelerinden mi yoksa bu işi muhaliflerin tasfiyesi için iyi bir fırsat olarak gören bazı yetkililerin katkılarından mı ortaya çıktığı belli olmayan senaryoya göre, suikast fikri eski Ankara Valisi Abdülkadir’den çıkmış, Abdülkadir meselesi eski Lazistan Mebusu Ziya Hurşit’e açmış, Saltanat’ın kaldırılması ve Topal Osman’ın öldürülmesi olaylarından dolayı Mustafa Kemal’e yıllardır husumet besleyen Ziya Hurşit, iktidarı tekrar ele geçirmek isteyen İttihatçıların eski Maarif Nazırı, İzmit Milletvekili Şükrü Bey’le temas kurmuştu. Şükrü fikri İttihatçıların İaşe Nazırı ‘Kara’ Kemal’e açmıştı. Ziya Hurşitbir yandan da eski İttihatçı fedailerden Çopur Hilmi, Laz İsmail ile Gürcü Yusuf’u örgütlemişti. Çeteye daha sonra Mustafa Kemal’in Samsun’a giden Bandırma Vapuru’ndan yol arkadaşı Miralay ‘Ayıcı’ Arif Bey de katılacaktı. Ekip, suikast için önce Çankaya köşkü civarını, daha sonra TBMM binası ile Heyet-i Vekile’nin toplandığı binayı, ardından Anadolu Kulübü ile Türk Ocağı binasını düşünmüş ancak her yerin bir kusuru ortaya çıkınca suikastçılar yönlerini İstanbul’a çevirmişlerdi. Mustafa Kemal İstanbul’a gitmeyince bu plan da yatmıştı. Mustafa Kemal’in Bursa’ya gideceği haberi duyulmuş, keşif için Laz İsmail yanına eşim diye tanıttığı Naciye Nimet isimli bir kadını alarak Bursa’ya gitmişti. Bursa’nın suikast için uygun olmadığı anlaşılınca son olarak Mustafa Kemal’in gideceğini duydukları İzmir’de karar kılmışlardı.


KEMERALTI’NDA PUSU • Suikast, Başoturak’la Yemiş Çarşısı’ndan gelen sokakların, Kemeraltı’nda Hükümet Caddesi ile birleştiği mevkide yapılacaktı. Burada yol daraldığı için Mustafa Kemal’in aracı yavaşlayacak, dört yol ağzında Nuri adlı birinin tuhafiye dükkânında pusu kuran Laz İsmail ve Gürcü Yusuf tabancaları ile ateş edecekler, gerekirse bomba kullanılacaklardı. Başarılı olunmazsa Ziya Hurşit ateş edecek ve hemen otomobile binerek buradan uzaklaşacak, Giritli Şevki’nin motoruyla Sakız Adası’na kaçacaklardı. Ancak Mustafa Kemal bilinmeyen bir nedenle İzmir’e gelişini bir gün erteledi ve plan daha önce anlattığımız şekilde ortaya çıktı.


BOMBACI KADIN KİM? • Mustafa Kemal 16 haziranda İzmir’e geldi ve Naim Palas Oteli’ne yerleşti. Suikast girişimi ertesi gün kamuoyuna açıklandı ve büyük bir infial yaşandı. 19 haziranda Mustafa Kemal “Benim naçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” diye biten ünlü mülakatını verdi.


22 haziranda Mustafa Kemal’in İsviçreli sanatçı ve gazeteci Emile Hüderbrand’a söyledikleri ise gerçekten kafa karıştırıcı idi: “….Yoluma yerleştirilen bu katillerden bir grup beni ve maiyetimi taşıyacak otomobillere el bombaları yağdıracaklarmış. Hatta daha da ileri gittiler ve yıllardır benim davamla özdeşleşmiş, benim sadık bir siyasal arkadaşım olmuş, zaman zaman da danışmanlığımı yapmış bir kadını iğfal ettiler. Bu kadını, aldığımda patlayacak ve etraftaki herkesi yok edecek, içine bomba saklanmış bir buketi bana sunmak menfur görevini kabul ettirmişler. Kötü yola sevk edilmiş olan bu kadın merhamete layıktır. Çünkü vatanın iyiliği için böylece kendi canını da feda etmeye kandırılmıştır... Ama onun suikastteki rolü affedilecektir, çünkü vicdanının dürtmesiyle, benim niyet ettiğim geziyi iptal etmeme el verecek kadar zamanında yetkililere itirafta bulunmuştur…” (Aktaran Mete Tunçay, “Los Angeles Times Temmuz 1926”, Tarih ve Toplum, Sayı 53, Mayıs 1988, S. )


Mülakat kafa karıştırıcı idi çünkü, Valiliğe göre ihbarı Giritli Şevki yapmıştı. Mustafa Kemal ise ‘yıllardır davasıyla özdeşleşmiş bir kadın’dan söz ediyordu. O yıllarda pek çok kişi Halide Edip’ten (Adıvar) şüphelenmişti. Daha sonra bu kadının Laz İsmail ile Bursa’ya keşif yapmaya giden Naciye Nimet olduğu söylendi. Ancak bu kadının ne zaman ve nasıl Mustafa Kemal’in ‘siyasal dava arkadaşı’, hatta ‘zaman zaman danışmanı’ olduğu konusu hiçbir zaman açıklığa kavuşmadı.


TERAKKİPERVERCİLER TUTUKLANIYOR • Olaya geri dönersek, suikast haberini alan Başbakan İsmet Paşa durumu derhal Ankara İstiklal Mahkemesi’ne bildirmiş, özel bir trenle Ankara’dan yola çıkan Mahkeme Heyeti, 17 Haziran 1926’da İzmir’e gelmişti. Ancak, heyet daha yola çıkmadan, Şeyh Said İsyanı ile ilişkilendirilerek bir yıl önce kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) üyelerinin tutuklanması için emir vermişti. Çünkü iddialara göre, Sarı Efe Edip, suikastı Partinin Umumi Heyeti’nin planladığını söylemişti. 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen 17. Maddesi açıkça çiğnenerek tutuklananlar arasında Miliz Mücadele’nin önder kadrosundan Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), Cafer Tayyar (Eğilmez), Bekir Sami (Kunduh) ve Rüştü paşalar ile TpCF’nin milletvekilleri ve İttihatçıların Maliye Nazırı Cavit Bey vardı. (Bir hata yapılmış ve TpCF Kastamonu Mebusu Halit Bey’in tutuklanması unutulmuş, onun yerine muhalefetle hiç ilgisi olmayan Erzurum Mebusu Câzım Bey tutuklanmıştı.) İddialara göre motorcu Şevki’nin olaya karıştırdığı eski başbakan Rauf (Orbay) Bey, bir süre önce ‘sağlık nedenleri yüzünden’, Dr. Adnan Adıvar ise tam o günlerde ‘tesadüfen’ Fransa’ya gittiklerinden tutuklanmaktan kurtulmuşlardı. Kara Kemal ile eski Ankara Valisi Abdülkadir ise kaçmışlardı.


İSMET PAŞA’NIN MÜDAHALESİ • Ankara Etlik’teki evinden apar topar alınan Kazım Karabekir, mahkeme gününe kadar, İzmir Emniyet Müdürlüğü’nün alt katında, penceresi demirlerle kapalı bir odada yer şiltesinde yatırılmıştı. İsmet Paşa, ortada ciddi bir kanıt olmadan Milli Mücadele’nin önderlerinin soruşturmasız, kanıtsız tutuklanmasının bir skandal olacağını söylediyse de sadece Kazım Karabekir’in serbest bırakılmasını sağlayabilmişti. Ama Mahkeme Heyeti İnönü’yü mahkeme kararını engellemek suçuyla tutuklamakla tehdit etmişti. Durumu kendisine aktaran İsmet İnönü’ye Mustafa Kemal’in ‘İstiklal Mahkemeleri bağımsızdır, kararlarına karışamam’ demesi İsmet İnönü’nün aklına başını getirmiş olmalı çünkü başbakan, 22 haziranda Meclis tarafından İstiklal Mahkemesi’ne verilmiş olan yetkilerin yerinde olduğunu anladığını, Kazım Karabekir’in tutuklanmasını uygun bulduğunu, mahkemenin vatan ve cumhuriyet için yaptığı çalışmanın Türk Milleti için hayırlı bir adalet örneği olacağına inandığını belirten telgrafı çekmiş ve muhtemelen siyasi hayatını kurtaran önemli bir manevra yapmıştı.


‘Dört Aliler Divanı’ İşbaşında


Zanlılar, Suikastçılar’, ‘Onlarla İlişkili Olanlar’ ve ‘Eski İttihatçılar’ olarak üçe ayrılmıştı. 49 kişilik ilk iki grubun yargılanmasına 26 Haziran 1926 cumartesi günü Milli Kütüphane’nin yanında bulunan Elhamra Sineması’nda başlandı. Mahkemenin başkanlığını Afyonkarahisar Milletvekili ‘Kel’ Ali (Çetinkaya), savcılığını Denizli Milletvekili Necip Ali (Küçüka), üyeliklerini Gaziantep Milletvekili ‘Kılıç’ Ali, Aydın Milletvekili Dr. Reşit (Galip), yedek üyeliğini de Rize Milletvekili ‘Laz’ Ali (Zırh) beyler yapıyordu. Mahkeme halk arasında, Ali adlı dört üyesinden dolayı ‘Dört Aliler Divanı’ olarak adlandırılmıştı.


ZİYA HURŞİT’İN SAVUNMASI • Baş zanlı Ziya Hurşit sözlü savunmasında “ Ben (Savcının iddia ettiği gibi) Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu tağyir veya tadile teşebbüs etmedim. Büyük Millet Meclisi’ni vazifelerini ifaden men etmek de hatırımdan geçmemiştir. Yalnız suikast yapacaktım. Muhakemem esnasında da bunun sabit olduğunu gördünüz. Beni ancak Ceza Kanunu’nun 46. maddesine göre cezalandırabilirsiniz. O da şudur: Suikast fikri tahakkuk etmemişse... cürümü bir seneden eksik olmamak üzere kalebentliğe tahvil olunur. Ben suikastı... yaptıktan sonra hükümeti devirmek, meclisi vazifeden menetmek isteseydim, memleketten bir tarafa ayrılmaz burada kalırdım. Hâlbuki siz de anladınız. Ben Sakız’a kaçacaktım. Hülasa, kanun sarihtir. Kanunun sarahaten cezalandırdığı fiillerden maada hiçbir suretle ceza verilemez” demişti.s(Feridun Kandemir, İzmir Suikastının İçyüzü, C.I, Ekicil Tarih Yayınları, 1955, s. 105.) Ziya Hurşit ayrıca Rauf Bey, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa ile bu konuyu hiç konuşmadığını da belirtmişti.


Tetikçiler Gürcü Yusuf Laz İsmail ve Çopur Hilmi aldatıldıklarını söyleyerek affedilmelerini istemişlerdi. Sarı Efe Edip olayı Celal (Bayar) Bey’e ihbar etmek için İstanbul’a gittiğini söylemiş ama neden ihbarı yapmadığını açıklayamamıştı. Çoğu milletvekili olan diğer sanıklar da suçsuz olduklarını söylemişlerdi.




PAŞALARIN İDDİASI • Ertesi günkü celsede yargılanan ‘Milli Mücadele Paşaları’ hükümetin zaten, Mustafa Kemal’e yönelik bir suikast hazırlığından haberdar olduğunu, hatta suikastçıların arasına emekli jandarma yüzbaşısı Sarı Efe Edip’i soktuğunu söylediler. İma ettikleri, suikast girişiminin kendilerini suçlamak için kasten önlenmediğiydi. Hakikaten de, Sarı Efe Edip duruşmada ‘benim bu konudaki hizmetlerim dikkate alınmadı’ dediğinde, mahkeme başkanı tarafından sert bir şekilde susturulmuştu. Kazım Karabekir’le Mahkeme Başkanı Kel Ali arasında TpCF konusunda çıkan tartışmaların davanın bir suikast davası olmayıp bir siyasi dava olduğunu göstermesinden endişe ettiği anlaşılan Mustafa Kemal, Mahkeme heyetini balo bahanesiyle konakladığı Çeşme’ye çağırmış ve çok ağır şekilde azarlamıştı. İddialara göre mahkeme kurulu, pencereden atlayıp kimseye görünmeden İzmir’e dönmüştü.


8 temmuzdaki duruşmada savcı olayın iki yüzü olduğunu, birinci yüzde Cumhurbaşkanına yönelik suikastın, ikinci yüzde ise ‘eski İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenlerinin oluşturduğu Kara Çete’nin hükümeti devirme planlarının’ olduğunu söyleyerek, yurt dışında olan Rauf Bey, Dr. Adnan Bey ile İttihatçıların Maliye Nazırı Cavit Bey’in Ankara’da yargılanmasını istemişti. Bu teklif kabul edilerek dokuz kişinin dosyası ayrıldı ve karar aşamasına geçildi.


KARAR AÇIKLANIYOR • 13 Temmuz 1926 günkü duruşmada, Şeyh Said İsyanı’ndan başlayarak bir siyasi değerlendirme yapıldıktan sonra karar açıklandı. İkisi (eski İaşe Nazırı Kara Kemal ve eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey) gıyabında olmak üzere 15 kişiye, cumhurbaşkanına suikast düzenlemekten değil, ‘Anayasa’nın bir kısmını veya tamamını ve Meclis’i kaldırmaya çalışanlara veya bu işi cemiyet kurarak yapanlara idam cezası verilir’ diyen Ceza Kanunu’nun 55. ve 57. maddeleri uyarınca idam cezası verildi. İdama mahkum edilenler eski Lazistan Milletvekili Ziya Hurşit ve adamları Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi, istihbarat yüzbaşısı Sarı Efe Edip, İzmit Milletvekili Ahmet Şükrü Bey, Saruhan Milletvekili Abidin Bey, İstanbul Milletvekili İsmail Canbolat, Erzurum Milletvekili Rüştü Paşa, Trabzon Milletvekili Hafız Mehmet Bey, Eskişehir Milletvekili Miralay Arif Bey, emekli baytar Rasim



Savcı, başlangıçta Rüştü Paşa, İsmail Canbolat ve Halis Turgut hakkında ‘suikast planından haberleri olduğu halde hükümeti bilgilendirmemek suçundan 10’a yıl kürek cezası’ talep ettiği halde, bu üç kişinin kendilerini savunmaya kalkışmaları üzerine cezalarını idama çevirmişti.


Giritli Şevki hem beraat etti hem de 6.500 lira para ödülü ile taltif edildi. Laz İsmail ile Bursa’da keşif yapan ve büyük ihtimalleMustafa Kemal’in Hüderbrand’a verdiği mülakattaki gizemli bombacı Naciye Nimet ise beraat etti. Bu karar, onun da Sarı Efe Edip gibi polis ajanı olduğu şüphesini yaratıyordu.


Milli Mücadele paşaları da beraat ettiler. Bazıları bu kararda Mustafa Kemal’in paşalara yeterli dersin verildiğine kanaat getirerek, geri adım atmasının payı vardı. Bazıları ise Kazım Karabekir yargılanırken, mahkeme salonunu dolduran üniformalı subayların ve İzmir semalarında alçak uçuş yapan uçaklardan atılan ‘Kazım Karabekir suçsuz’ yazılı kâğıtların rolü olduğunu söylediler. Nitekim paşaların beraat kararı açıklandığında hem mahkemede, hem de dışarıda büyük tezahürat yapılmıştı.


Son Nefeste Acı Sözler


İdamlar, 13/14 Temmuz 1926 günü geceyarısı başlamış, saat 03’e kadar sürmüştü. Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi suikast yapmayı planladıkları Gaffarzade Oteli’nin köşesinde, diğerleri Hükümet Meydanı, Sarı Kışla’nın önü ve Deparak civarında idam edilmişlerdi.


Ziya Hurşit, “...hürriyetsiz bir memlekette yaşamaktansa, namusuyla ölmek daha hayırlıdır” diyerek idam sehpasına yürürken “Kılıç Ali burada mı” diye sormuştu. Kılıç Ali de görünmemek için yere çömelmişti. Cellât Ali’nin “Aman beyim... vakit geçiyor, çabuk ol” densizliğine “Acelen ne be kuzum, telaş etme... ölecek ben değil miyim? Gidiyorum işte... Hadi Allahaısmarladık” diye cevap verdikten sonra soğukkanlı bir edayla sehpaya yönelmişti.


YOLCU YOLUNDA GEREK • Laz İsmail sehpayı görünce “Vay anasını, bu ha? Ben de başka şey zannediyordum. Bunu çok seyrettim... hadi öyleyse gayret bizden kuvvet sizden. Ama tez olun, canımı çok acıtmayın, ipimi boğazıma iyi geçirin...” demişti. Gürcü Yusuf’un son sözleri, “Yazık değil mi bana? Niçin böyle yapıyorsunuz? Beni affedin...” olmuş, baytar Rasim “Yolcu yolunda gerek... haklı haksız gidiyoruz işte... Ne diyeyim, mukadderat... Memleket selamet bulsun” demekle yetinmişti. Ayıcı Arif, Mustafa Kemal’e hitaben “Yirmi yıllık arkadaşınızım. Birçok meydan muharebesinde size fedakârane hizmet ettim. Ölüme yaklaştığım şu dakikalarda beni affedeceğinize eminim” şeklinde bir mektup yazdıktan sonra kendisine yaklaşan imama “...Ben bilirim yapacağım işi. Çekil işine bak sen” diyerek sehpaya çıkmıştı.


İsmail Canbolat idam fermanını soğukkanlıca dinlemiş ve “Hay hay” demekle yetinmişti. Halis Turgut “Çocuklarıma söyleyin katiyen siyasetle uğraşmasınlar. Okusunlar çalışsınlar, fikir adamı olsunlar. Yaşasın mefkûrem. Payidar olsun Türklük!...” diye bağırmıştı.


İKİ KEZ ÖLMEK • Şükrü Bey’in iki kez idam edilmesi gerekmişti, çünkü ilk seferde boynundaki ip kopmuş ve yarı ölü halde sandalyeden yere yuvarlanmıştı. Son nefesini, epey direndikten sonraki ikinci denemede vermişti. Ziya Hurşit’in bile olaya karıştığını söylemediği Abidin Bey, söyleyecek bir şeyiniz var mı sorusuna “Hayır söylenecek şeylerin hepsini söyledim. Anlatamadım. Şimdi ne isterseniz yapın. Kuvvet sizde” demiş, ancak idam yerine intiharına izin verilmesini istemişti.


Sarı Efe Edip Cellât Ali’ye “Beni fazla eziyete sokma, elini çabuk tut” demişti. Hafız Mehmet ise “Zulüm ile yapılan bina payidar olmaz!” diye bağırmıştı. Rüştü Paşa gözlerinden boşalan yaşları açıklamak için “Korkumdan değil... Harp meydanlarında bin defa ölüme göğüs gerdim... fakat gözlerimi bile kırpmadım. Ölümün böylesi kahrediyor insanı, ne olur beni kurşuna dizin! ...ve bilin ki masumum... bir hatanın kurbanıyım...” demişti.


İdam edilenler saat 10’a kadar sehpalarda bırakılmış, akın akın gelen şehir halkına teşhir edilmişlerdi. Sonra önce Karantina’daki Merkez Hastanesi’ne oradan da üzerindeki eşyalar alınarak Kadifekale civarındaki Kokluca Mezarlığı’na gömülmüşlerdi. Böylece muhalefetin tasfiyesi sürecinin ilk perdesi büyük başarı ile tamamlanan tasfiye sürecinin doğrudan İttihatçıları hedef alan ikinci perdesi 2 Ağustos 1926’da Ankara’da açılacaktı...


(Son sözler için bkz. Kandemir, a.g.e., s.115-124; Azmi Nihat Erman, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, Temel Yayınları, 1971, s. 157-167; Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk’e Kurulan Pusu, İzmir Suikastının Perde Arkası, Temel Yayınları, 2003, s. 354-372.)



Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 243
Bütün postalar: 610
Bütün kullanıcılar: 695
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden