Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - Marsilya da Bir Dersimli,1938-1986

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => SERBEST KÜRSÜ => Marsilya da Bir Dersimli,1938-1986

<-Geri

 1 

Devam->


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
03.09.2009 17:10 (UTC)[alıntı yap]


Marsilya da bir dersimli,1938-1986
Davut Kurun
Tarih: 19 July, 2009 20:36




Marsilya da Bir Dersimli,1938-1986

Davut Kurun





1986 yılının sacak bir yaz akşamı Chambery L”hout taki evimin
balkonunda cay içerken telefonumÇaldı. Aynı mahalede oturan dersimli Veli idi arayan. Veli ile bir kaç kez konuşmuşluğumuz vardı. Kendisi orman işcisi idi , Alp dağlarnın vadılerinde orman işlerinde çalışıyordu .bazen haftalarca eve gelmeden çalışmak zorunda kalıyordu. Çünkü kuytu vadilere veya sarp dağların eteklerine helikopterle işçiler çadırlarıyla erzaklarıyla birlikte indirilir, haftalar sonra alınırlardı.

Bu nedenle veli ile sık görüşmemiz olanaklı değildi. Velinin bir ricasi vardı. Bir misafiri türkiye den gelmiş, yarın Marsilyaya gitmek istiyor, sabah sat 04 de işe gitmesi gerekir, bu nedenle misafirini yolcu edemiyordu, benden yarın misafirini gara götürüp marsilya trenine bindirmemi rica ediyordu.

Chambery Alp dağlarının eteğinde bir gölün kıyısında kurulmuş seksen bin nüfuslu küçük ama sirin bir şehirdir. Chambery tarihi oldukça eskidir ve her dönemin anısını koruyan tarihi eser ve binalarla doludur. Kartaca komutanı Anibal filleriyle Roma üzerine yürürken alp sıradağlarını Chambery de aşabilmiş,ve burada bir müdet konaklamıştır.bu olayin anısına Chambery nin meydanlarını hala fil heykelleri süslemektedir.


Chamberiy nin etrafını halka halka giderek yükselen sıradağlar çevreliyor. Çok uzaklardaki en son tepeler kar ve buzullarla kaplıdır. Chamberye hakim bir tepede kurulu on bir katlı binanın dokuzuncu katındaki evin balkonunda şehri ve dağları seyretmek insana hoş duygular veriyor. Dersimde yazın sıcaklığında tepedeki bir ağacın serin gölgesinde Munzur sıradağların karlı zirvelerini seyrederken aynı şekilde ucsuz bucaksız düşüncelere dalıp gidiyor insan. Bu bölgenin coğrafyası ne kadar da Dersime benziyor. Belki bu nedenledirki buraya geldim. Sürgün, zorunlu göç,mültecilik, ikiyüz yıldır kürtlerin hayatlarının bir parçası olmuş. Bu nedenle vatan özlemi de bir o kadar kürtlerin hayatlarını belirleyen temel güdü olmuştur. Şiirlerinde,türkülerinde,günlük yaşamlarında bunun izlerini görmek mümkündür. Her akşam bu balkonda otururken bende her kürt gibi, geçmişin anılarına geleceğin hayallerine dalip gidiyorum, çoğu zaman bir kürt klasiginin eşliğinde. Yarın Dersimli bir misafirimin olmasına seviniyorum.


Ertesi gün saat 8 de kahvahtı masasını hazırladım ve misafirimi bekledim. Gecikerek saat 10 geldi. Kendisini Nazım bey olarak tanıttı. Orta boylu hafif kumral, ücnumara sac traşı olmuş temiz giyimli, otuz yaşlarında .bürokrat havasında biri.Kendisini bir gün tutmak sohbet etmek istedim ama o ısrarlı gitmek istiyordu.acele Gara gittik. Marsilyaya direk gidecek tren yok, misafirim aktarmalı da gitmek istemiyor, daha doğrusu dil bilmediği için zorluklarla karşılacağını söylüyor. Ertesi gün saat 8 de direk tren için bilet alıp sehri dolaştık ve akşam eve geldik.
Nazım bey, Derismliyim diyor ama bir dersimlinin tipik özellikleri yok. Kendisi Erzinca n ve ankarada büyümüş, hayatında iki kere dersimde akrabalarını ziyarete gitmiş,Ankada otruruyor ve TOPAO da memur olarak çalışıyormuş. Siyasi olarak sol geciniyor, ve Partizan çevresi ile ilişkileri olmuş .
Nazım bütün gün marsilya ya gidememenin sıkıntısını yaşadı. “keşke sabah erken gelseydim” deyip durdu. Neden bu kadar acele ettiğini sorduğumda da “ dedem hastahanede,ölmeden görmeliyim onu”dedi. Dedesini hic görmemiş ve tanımıyordu. Bölük pörçük verdiği bilgiler de beni hem şaşirttıyor hem meraklandırıyordu. Eve döndügümüzde cantasında otuz dört sayfalık el yazması bir mektup ve üç resim verdi. Mektubu bir kaç kez okudum. Şok olmuştum.mektup nazımın dayısı kendi babasının ağzından yazmıştı. Nazımın dedesinin hikayesini mutlaka herkesin okuması gerektiğine inandım . Bende Nazımın bir an önce dedesini ölmeden önce mutlaka görmesi gerektigini istiyordum. Nazımın Ankarada oturan bir dayısı ve anneside passaport ve vize işlemleri biter bitmez gelecekler. Nazım memur olduğu için yeşil passaportı varmış ve vize muafiyeti varmış, bu nedenle hemen gelebilmiş, dedesini görmek için.



İşte aşağıda size Nazım ın dedesinin gerçek hikayesini aktarıyorum. Tarihimizin bir parçası,birazda bizim hikayemizin de bir parçası. Savaş, kahramanlık, ihanet, acı, hasret,aşk,hüzün, umut,ve ölüm bu hikayede en keskin çizgeriyle görüyoruz. Biraz da bizim hikayemiz.





Pülümürün güneyinde pülümür çayının doğusunda, kuzeyden güneye doğru giderek daralan bir vadı boyunca üç komşu köyde kürt ve ermeniler iç içe yaşarlardı.Vadiyi boyunca akan dere her üç köyün topraklarını suluyarak bir kaç km sonra pülümür çayı ile birlişer. Bu vadinin en büyük ve verimli köyü Qerepınar köyü idi. Eskide bu yörede ermeniler sadece b u köyde yaşarlardı, kürtler ile iç içe. Kuzeydeki pulesıpe ile güneydeki Xırabe köyleri daha küçük ve daha yoksldurlar.Qerepınarda bağ ve bostancılık gelişmiş ,köy bu yeşilliğin içinde kayboluyordu, köyde birde su değirmeni vardıı.Bu yörede bir çok insan Harputtaki amerikan misyonerleri aracılığıyla ABD ye işçi olarak gitmiştir. Birinci dünya savaşı sırasında türkler ermeni kırımına başlayıncı çevre illerde binlerce ermeni aile dersime gelmiş, dersimdeki ermeniler kadar kürtler de bu mültecilere yardımcı olmuştu. Zaman zaman ermeni parti sorumluları bu yörelere gelip sosyalizm propagandası yapıyorlar, Dersimli entellektuellerle günler süren tartışmalar yaparlardı. Dersimdeki ermenilerin çoğunluğu politize olmuş ve muradov paşanın komutası altında örgütlenmişti. Kürtlerle aralarında zaman zaman sorunlar çıkmıyor değildi ama Muradov paşanın müdahelesi ile sorunlar haledilirdi. Rusyadake Ekim devreminden sonra, rus ordusu işgal bölgelerinde çekilirken yönetimi iller bazında seçimler yaptırarak yönetimi bu secilmişler meclisine devretti. Dersime sığınmış Ermeniler de silahlarıyla birlikte Erzincanda kurulan şuura hükümetinin emrine girdi ve erzincana yerleştiler. Türk ordusu Erzincanı işgal edip Ermeni kırımını yeniden başlatınca bir çok Ermeni ailesi Bolşevik ordusunun korumasını sağlamak için kafkasya doğru yollara düştü, ancak bolşevikler Ermenileri korumadılar aksine Ermeni soykırımı için karabekir in komutasında ki türk ordusuna yardımcı oldular. Çünkü türklere karşı direnenler menşevik ermenileri idi. Bu ikinci Ermeni kırımından sonra Dersimdeki Ermeniler de yavaaş yavaş dersimi terkettiler. 1935,36 da türk ordusu Dersimi işgal edip kırıma hazırlanırken, Qerepınar da yedi sekiz aile kalmıştı.


Ankaradaki kongre hükümeti Ermeni sorununu katliam ve sürgünle çözdükten sonra kürtlere yöneldi.1935 yılına gelindiğinde kürt toprakları katliamlarla işgal edilmiti Dersim dışında. 1935 yılında dersim askeri olarak kuşatıldı. Askeri birlikler dersimin içlerine kadar yavaş yavaş yerleşiyorlardı. Dersimliler kendi aralarında bir türlü direniş kararı alamıyorlardı. 16 yaşını geçen her Dersimli 30 gün yol yapımında zorla ve ücretsiz çalıştırıldı. Yol yapımı bir katliama dönüşmüştü. Elazığ Erzincan Hozat yolu dersimlilere kazma kürekle santım santım kazarak yaptırıldı.bu yol yapımında binlerce kişi can verdigi söylenir. Askere gitme, vergi verme, silah teslimatı, karakol ve yol yapma yükümlülükleri bu dönemde kongre hükümetinin dersimlilere dayatığı konulardı.

Pulesıpe, Qerepınar ve Xırbe köyleri ne yol yapımına katıltılar ne de silahlarını teslim ettiler.Halk bir saldırı durumund tedbir almaya çalışıyordu. Pule sipede oturan Ape Musa bö yörenin fiili lideriydi.Ape Musa yaşı eliyi geçmesine rağmen hala dinç ve sacına ak düşmemiş çok okuyan ,adaletli, en zor sorunları pratik zekasiyla çözen bilge bir adamda. Liceye Vartoya adam gönderip kitap getirdi .Şeyh Sait isyanı döneminde dersim ileri gelenleri harakete geçirmek için çok ugrastiğı , silahlı güç topladığı ama isyan kısa sürdüğü için yardımına gidemedig söylenir. Ape Musa”nın seyit Rıza ve Seyhusen ile de ilişkili idi. Yanında yetiştirdiği talebelerinden iki kişiye kızlı ve erkek genclere okuma yazma ögretme görevi vermişti. Kendisi de zaman buldukça gençlerinde katldığı felsefi dini ve mantık sohbetleri yapardı. Zazaca kurmancı ve osmanlıcayı çok güzel konuşurdu, birazda ermenice bilirdi.

Xırabe köyünde Ap sılaman artık yaşlanmış, iki kızını üç oğlunu evlendirmiş, hali vakti yerinde hatırı sayılır biri idi. Kızların payına düşeni Xelat olarak bir miktar davar ve para verdikten sonra mallarını ve arazısını üç oğlu arasında paylaştırmıştı. Oğulları sırasıyla Hasan, Hüsseyin ve Ali Haydar da evlenmiş ayrı ev kurmuşlardı. Kardeşlerin hepsi uzun buyludu ama A.Haydar daha yapılı ve güçlüydü. Kumral,kızıla çalan bıyıkları, geniş omuzları,iri kemikleri kendisinden emin ve dik duruşu ayrı bir hava veriyordu Ali Haydara. Aynı zamanda iyi bir güreşçi ve nişancı idi. Beş tenekelik bugday çuvalını dişleriyle kaldırırdı. Ali Haydar Aynı zamanda zeki ve cesur bir gençti. Ape Musanın talebelrinde kısa zamanda okuma yazma ögrenmiş, ve Ape musanın sohbetlerini kaçırmaz olmuştu. Kaba ve iri parmaklarına rağmen iyi bağlama çalardı. Ali Haydar kendisiyle birlikte okuma-yazma kursuna katılan Ape Musa nın kızı Guleye sevdalanmış, bir türlü açalamıyordu kıza. İçin içini yiyordu. Kızın kendi ilgisini bildiğini ve karşılık verdiğinden emindi ama bir türlü cesaret edemiyordu.Ali Haydar annesi üzerinden işi haletmeye çalıştı ama Gule isi inada bindirmiş “niye kendi ağzı yok mu” demiş. Gule ile konuşmak için fırsat kollayan Ali Haydar ,domuzların Ape Musanın nohut tarlasına girdiğini duyar ve çok sevinir. Bu gece gidip nohut tarlasında bekleyecek, gelecek domuzları vurarak ne kadar cesur olduğunu guleye gösterecekti. Ali Haydar o gece sabah kadar nohut tarlasında bekledi ama sansızlak iste, domuzlar gelmedi. Sabah yorgun ve keyfsiz bir şekilde tarlayı terkederken pulesipinin girişinde Gule ile karşılaştı. Aslında Gule görmüştü Ali Haydarın gelişini. “nereden geliyorsun böyle silahlı”,diye sordu, A.Haydar “domuzları bekledim gelmediler” dedi.Gule “yada geldiler sen korkudan saklandın mı” dedi. Ali Haydar sesini yükselterek “sen benim kaç domuz vurduğumu bilmiyormusun ,neden korkayım ki” Gule gülerek “kaç domuz vurduğunu biliyorum ama” deyip kesti . Ali Haydar Gulenin ne demek istediğini anlamıştı ,çok ağırına da gitsi Gule ye hak vermişti. Hemen oracıkta Guleye duyğularını açmak istedi ama aldığı hediye yanında değildi,. Aynı gün akşama doğru cebinde ipek mendil ile kapaklı cep aynası ile Pulesipeye yöneldi ve Gule yi kolladı ve cayırda atı almaya giderken Guleyi yakaladı. Hiç teklemeden ezberlediği kelimeleri sıralıyarak işlemelir iperk mendili ve kapaklı cep aynasını Guleye uzattı vee senin için Erzinganda aldım dedi. Gule ipek mendili alırkın benimde gönlüm sendedir dedi ve kuşağında çakardığı kendi eliyle işlediği mendili Ali haydara uzattı. Haydar şaskınlıkla “nerede biliyordun bugün geleceğimi”
Gule “seni hep bekledigim için mendili her zaman yanımda tutuyordum”


Ali Haydar ile Gule mutlu bir cift oldular. Üç çocukları old. Ali Xıdır. Bese ve sıleman. Haydar ile Gule baba evinden ayrılıp köyün altında kendilerine bir ev yaptıkları yıl biraz sıkıntı cektiler . en az dört göz ev lazımdı, samanlık iki hayvan ağılı, ev damı. O sıkıntılara rağmeen ikiside kendilerine ait kücücük evde çok mutluydular. Ali Haydar elimiz biraz ferahlansın size iki katlı konax yapacam diyordu.
Dersimde binlerce mutla ciftin hayallerine olduğu gibi Haydar ile Gule nin hayalerini ankaradaki kongre hükümeti yerle bir etti.

1936 yılına kadar Gule-Haydar çifti biraz para biriktirmişti, konax yapmak için.hatta haydar beyaz kesme taşlarıda kırmış bellir yerlerde toplamıştı. Ne varki Ape Musa ikide bir damadını çağırır, iş çıkarırdı kendisine. Ya bir mektupla kendisini dersim ileri gelenlerinden birine gönderir, ya da katıldığı toplantılara birlikte götürürdü. Anlaşılıyorki Ape Musa damadının bir cemaat adamı olmasini istyor, yanında cemaatlere götüryordu. Hatta Haydarın yeteneklerini keşfetmiş, ve cemaat lideri olmasıı için yetiştiriyordu. Bu yüzden dir ki cemaatlerde Haydarın konuşmasını da istiyordu. Ali Haydarda bu cemaatlerdeki konuşmalarda çok şey ögreniyordu. O gönlerde Ape Musa ya gelip giden heyetler çoktu. Haydar işini gücünü bırakarak bu görüşmelere katılıyordu. Bu toplantılar, genellikle kürtlerin kendi aralarındaki görüşmelerdi ve türk ordusinun saldırıları karşısında çareler aranıyordu. Ama bazen de diger kürt illerinden gelen misafirlerde olurdu.bazen arabulucu adı altında dost kisvesi ile yanaşıp “teslim olmak en hayırlı yoldur” diyenlerde vardı. Ama Ali Haydarın unutamadığı en önemli toplantı, Dersim Mutasarıfı pulur,kızıl kilise kaymaknları ve dost geçinen eski mir ailelerinden birkaç kişi nin, Qerepınarda o bölgedeki köylerin ileri gelenleri ile yaptıkları toplantı dır. Yemeklerden sonra Cayda misafirlere ikram edildi ki cay dersime yeni girmişti şekerde cok kıymetli idi ve ya xarput ya da erzinganda bulunurdu.caydan sonra misafirlere hizmet eden Ali Haydarı Ape musa yanına çağırıp oturttu. Toplantıyı Ape Musa toplantıyı açarık sözü misafirlere verdi.



Dersim mutasarıfı” Size Gazi Paşanın selamlarını ve mesajlarını getirdim. Gazi Paşa da alevidir ve dersimlilere büyük bir muhabeti ve sevgisi vardır.asıl Türk sizsiniz ama diger türk boylarıyla ilişkileriniz koptuğu için geçmişinizi unutmuşsunuz. bazı fesatcılar Dersim içinde dedikodu yaymaktadırlar dersim işgal edilecek katliam yapılacak yollar ve karakollar onun için yapılmaktadır diye. Doğru değil. Gazi paşanın kesin emri var Dersim halkına dokunulmıyacak , sadece suç işleyen bazı kaçakların takibi yapılacak ve mahkemeye verilecektir. Ayrıca çevre illerden sikayetler var, Dersimliler her yıl mallarımızı yağmalıyorlar diye, bunun önüne geçilecek Bu gasp eylemlerini yapanlar Dersim adını kirletiryorlar, bunu önlemelisiniz. Gazi paşa bundan sonra vergi verenlerin , geçmişte birikmiş vergilerinin afedilmesini emretmiştir.Bundan sonra güvenliğinizin karakollar ve türk ordusu sağlayacak, güvenlik için silah bulundurmaya ihtiyanız olmayacak,onun için silahlarınızı teslim edin.Dev let size okul yol ve medeniyet getirecek, artık çağdışı yaşamdan geleneklerden vazgeçin, dedelik seyitlik artık çağdaş degil, bunları terk edin.......” mutasarıfın uzun konuşması uzadıkça küştahlaşıyor ve gerçek niyetlerini gizleyemez oluyordu. Ape Musa sinirli sinirli önündeki kağıda birşeler karalıyor ve mutasarıfın konuşmasının bitmesini bekliyordu. Şimdiye kadar Mutasarıfa ^”mutasarıf beyefendi “ diye hitap eden Ape Musa söze başlarken “Efendi” dedi.”Efendi söylediklerinizin külliyesi bihakikattır.biz mustafa Kemal”in alevi olmasına bir itirazımız yok, bizim beklentimiz, Cumhuru reisin, idaresi altında yaşıyan, alevi suni, müslüman,hırıstıyan, türk, kürt ermeni, rum gürcü herkesin reisi olması ve herkese aynı adaletle yaklaşmasıdır. Biz onbeş yıllık mustafa kemal idaresinde bunu görmedik ama bir çok adaletsizliği de yaşadık. Türküm diyen her kes hertürlü şakiliği yapar, mükafatlandırılır,ama bir kürt bu şakiliğe itiraz edince şaki olur, bunu anlamaktan mümkün değil. Efendi, çevre illerdeki şikayetlere gelince, bize tek tek olay söyleyin size gerçeği söyliyeyim. Dersimliler hiç bir zaman çevre halkın malına namusuna el uzatamaz.uzatan olmuşsa mutlaka cezalandrılmıştır.şimdi size sabre ederseniz bu olayların iç yüzünü anlatayım. İslamdan bu yana Ehl-i Beyt halifelere sultanlara vergi vermemiştir.Ehli Beytin canına kasteden emevi sultanları bile bırakın Ehli beyitten, taliblerinden bile vergi almadılar. Abasıler,farsiler,osmanlı memlük hiç kimse Ehli beyitten vergi almamıştır. Dersimlilerin ataları İmam Rıza ocağındandır. Ellerinde imam Rızanın mühürünü bastığı beraatleri vardır. Seyit Mahmude Heyranı, Ağuçan, babamansur, türklerden önce bu topraklara geldiler. Allaadin Keykubattan bu yan bütün selcuklu ve osmanlı sultanları bu beraatlerin altına mühürlerini basarak, tasdik ettiler ve imtiyazlarını tanıdılar, yani bu soydan gelenler ve bunların taliplerinden vergi alınmadı. Şimdi Mustafa Kemal Aleviyin diyor ama seyitlerden Ehli beytten vergi istiyor. Komşu illerdeki şikayetlerinin aslı şudur. Osmanlı da dirlik düzenlik olduğu dönemlerlde bizin bunlarla bir düşmanlığımız yoktu., osmanlıda düzen bozulunca, valiler, celaliler ve mültezinmler halka zulm ettiler, vergi adı altında varına yokuna el koydular. Sultanlar bu illerin vergilerini ihale ile satıyordu, vergi toplama hakkını para karşılığında sultandan satın alan valiler, istediği şekildi vergi koyardı. Öyleki ahalinin elinde yiyecek birşey kalmıyordu. Ahali celalilere sığında ama onlarda valilerreh aşağı değild. O zaman çevre illerin ahalisi hatta uzak illerden heyetler gelerek dedelerimize, seyitlerimize talip oldula, vergi vermemek için.. Sultanın fermanına karşı çıkamıyan valiler, alevi olan bu ahaliye karışmadılar ama celalilere karşı dersimliler bu ahaliyi korumak için çok ölü verdiler. Taki sultan sultan aziz döneminde yeni toprak ve vergi fermanı çıkana kadar. Sultan azizin azalttığı bazı vergiler muşrutiyet zamanında kaldırıldı. Vergiler azalınca bu yeni aleviler yeniden eski dinlerine döndüler, sunii oldular. Bizimle iken sunni düşmanlığını yaptılar, şimdi de alevi düşmanlığı yapıyorlar. Egin kemah Xarbut yöresine gidemiyoruz. Sonbahar ve Kış aylarından Bayburt sivaş çorum malatya yöresinde taliplerini ziyarete giden dedeler bu dönmeler tarafından yollarda soyuluyor hakarete uğruyur.hükümete kaç kere bu soygunların önünün alınması için başvurulduysa sonuç alınmadı. Onun için dedelerimiz artık taliplerine gidip gelirken tedbirli gidiyor, dönüşlerinden, bunlar sunni köylerini basıp mallarını gasp etti diyerek dönmeler saldırınca dersimlilerde cevabını veriyor elbette. Efendi Siz bu dönme türklerin yaptıklarını görmuyor duymuyorsunuz, ama dersimlilerin kendilerini savunmasına şakilik diyorsunuz. Dört tarafımızı kuşatmışsınız.” Ape musa mutasarıfla gelen şerif beye dönerek” Şerif bey hilaf varsa söyle. Sen türk ve sunnisin. Dersimlilerden ne kötülük gördün. Ama dersimliler senden çok zarar gördü. Sen eski bir mir ailesindensin. Mirlik kalkmasına rağmen, toprakları elinde tuttun. On bir köyün bütün yarıcısı kürttür, sen beyliğini onlar üzerinede kanuna rağmen sürdürdün ta ki neşet paşanın ordusuna katılıp katliamlar yapatığın 1907 kadar. Senin Dersimlilere kinin neydiyki Neşet paşayı bile çileden çıkaran katliamlar yaptın. Dersimliler marabalarınla beraber senin topraklarına el koyup, köydeki konağını yıkanca katlettiğin kureyşan dedelerine sığındın. Sana iki köyünü geri verdiler.hala kürtlerin sayesinde beysin. Sen türk ve sunnisin ama kürtler hep sana yardım ettiler. Şimdi sen bizin türk olmamızı istiyorsun. Aslını inkar eden haramzadedir. Biz kürdüz ve aleviyiz.” Ape Musanın mutasarıfın suçlamlarını belgeleri ve tarihi gelişimi ile çürütüp uzun konuşmasını bitirince salona bir sessizlik çöktü. Mutasarıf “epeyce hazırlanmışsın” derken şerif bey “biz kürtlerden düşmanlık değil dostlük gördük” deyince mutasarıf “türk asıllı kürt” daha doğru olur. Dedi, daha sonra cemaate bulunanlara söz verildi.hepsi Ape Musaya katıldıklarını söyledi. Ali Haydar kayınbabasının konuşmasından çok etkilendi ve yıllarca bu konuşmayı unutmadı.


Bir kaç gün sonra anlaşıldı ki ordu müfetişi Abdullah paşa benzer heyetleri dersimin bütün bölgelerine gönderip dersimlilerin teslim olmasını istemiş. O Günlerde dersimde hergün karabir haber yayılıyordu
Türk ordsu Dersime yerleştikten sonra ardıkları kanun kaçaklarını milis olarak yanlarına aldılar ve bunlardan aldıkları bilgilerle Dersime de şekavata başladılar. Yağma katliam sürgün idam ırza geçme her türlü melaneti yaptılar. Xarput pazarı Dersimden getirilen mallarla doldu.


Eylul 37 de Dersime kara bir haber daha çöker. Binbir yalan ve hile ile yakaladığı Dersim önderlerinden Seyit Rıza ve Oğru Resik Hüseyin, Kureyşan aşiret reisi Seyh Hüseyin,Yusufan aşiet reisi, Kamer ağanın oğlu Fındık, Demenan aşiret reisi Cebrail in oğlu Hasan,Kureyşan aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan, Mirzalinin oğlu Ali Elazığda ida edilmiş. Dağlara sığınan Dersimliler Dağa taşa şehitlerinin ismin verdiler, onlara ağıt yaktılar, oğür bugündür dersim halkı pepug kuşu olmaş derdini yere göge dağa taşa anlatır durur.


O kış çok çetin geçti. Köyleini terkedenler türk askerlerinin ulaşmadığı köylere ve dağlara sığınmıştı. Yiyecek sıkıntısı başlamıştı. Türk ordusu hala yığınak yapıyordu ki bazı dersim ileri gelenleri bunun bir katliam hazırlığı olduğunu biliyorlardı. 1938 kışı biter bitmez, ape Musa cevre köylülerle son bir toplantı yaptı. Baharla birlikte türklerin saldıracağını söyliyerek düşüncelerini sordu. Hepsi direnişten yanaydı ama nasıl.kimisi kadın çocok ve yaşlıları hayvanlarla birlikte Haydaran yaylalarına gönderelim, eli silah tutan hem ekin ekip biçmek hem köyleri korumak için kalmaları savundu, kimi hiç bir yere gitmeyelim, hayvanlarımızı ve kadınlarımızı bu ortamda kimseye teslim edemeyiz dedi, kimi topluca dağlara çekilelim haydaran ve demenanlarla birleşelim dedi, ama bunlarda kışı nasıl geçireceklerine cevaap bulamıyorlardı, haydarak demenan köyleri kendileri açlıktan s ağa sola dağilmaktadır. Yaşlılar geçmişten örnekler verdi. “1904 1906 1907 1911 1926 üstünüze seferler düzenledi, her seferinde bu vadiyi geçemediler. Bir daha denerlerse yine dersini alacaklar. Kadınları çocukları kara kışta dağlarda donduramayız. Ölürsek de hep beraber savaşarak ölelim.” Dediler ve bu genel eğilim kabul gördü. Toplantı da savaş için hazırlıklar konuşuldu ve bunun için Ali Haydar görevlendirildi.


O günden sonra Ali Haydar beş köyün gençlerini toplayıp görevler verdi. Derenin güneyindeki vadiye yiyecek depolandı, para toplıyarak mermiler bingöl ve muş yöresinden mermiler alındı. Martta türk askerinin haydaran ve demenan köylerinde katliamlara başladığını bazı aileleri de toplayıp sürgüne gönderdiği haberleri geldi. Ali Haydar bazı tepelere nöbetçiler yerleştirdi. Artık geceleri bile eve uğramaz olmuştu, köyleri dolaşıyor sık sık ileri gelenlerle görüşüyor ve Ape Musayı her gelişmeden haberdar ediyordu. Eski savaşlara katılanların anılarını dinliyor, önerilerini alıyordu. Ali Hayadar iki kişi de kendisine yardımcı almıştı. Sağdıcı Veli ile Qerepınarda Xıdır. Üçüde otuz dört Qerepınardaki yardımcısı Xıdır dı. Kötü haber getirmişti. Asker Qulik köyünde katliam yapmış bu taraflara doğr gelmektedir. Ali Haydar tabağını çakarıp sigarasını sardı hiç konuşmadan. Gulenin sessiz sessiz ağlaması içini yakıyordu ama onu kıracak bir şey söylemek istemedi. Sigarasından bir iki nefes aldıktan sonra guleye dönerek sen eve git ben sonra gelirim dedi. Xıdırla kısa konuştu. Daha önce belirledikleri altmış beş kişinin Qerepınarda toplanması için köyün geçleri ile haber gönderdikten sonra eve gitti. Gule sofra hazırlamıştı. Karnını doyurduktan sonra silahını kuşandı. Altın kesesinden 20 altını guleye uzatarak ne olur ne olmaz dedi ve gerisini kuşağına yerleştirdi. Gule kocasını üzmemek için ağlamasını kesişmişti, ama kelimeler boğazında düğümlenmiş konuşamıyordu. Ali haydar cıkmadan Guleye kucaklayıp korkma ben sağ oldukça kılınıza kimse dokunamaz dedi cocuklarını tek tek kucaklayıp öptü kokladı. Kızı Beseye çok düşkündü,sıkı sıkı gögsüne bastırdı ve aniden hızlı adımlarla cıkıp gitti.


Qerepınarda ilgili ilgisiz yüzlerce kişi toplanmıştı. Ali haydar hemen beşi kişiyi vadiyi kontrol etmek için gönderdi. Belirlediği altmış beş kişiyi topluluktan ayırrarak yola koyuldu. Geri kalanlarda savaşmak için gitmek istedi Ali haydar onlara hazır olmalarını ihtiyaç halindençağıracağını söyliyerek vadiye gitti. Yanına iki eski savaşlara katılmış yaşlıda almıştı. O gece Erzak ve muimat dağımı yapılarak belirlenen siperlere gurup gurup yerletirildi. Vadinin en dar yerine Ali Haydar kendi ekibiyle mevzilendi.


Çatışmalar ikinci günün safağında başladı. Asker kurumuş dere yatağında ve Vadinin batı yamacındaki patikadan ilerliyordu. Askeri konvayun sonuda da dar vadinin girmişti ki ilk kurşunu Ali haydar sıktı. Birdğn vadide yankılanan silah sesleri insan naraları ortalığğı kapladı. Asker derhal siper vaziyeti alarak ateşe başladı ama dedefsiz ateş ediyordu. Bütün gün süren çatışmalarda Dersim güçleri ne ölü ne yaralı verdiler. Gece karşı yamaçta mevzilenen aker geri çekildi. İkinci gün tekrar dere yatağında ilerlemeye çalışan türk ordusu moralleri yüksselmis kürt güçlerinin saldırısına üğradi. Hali Haydar ile ekimi mevzisini terk ederek dere yatağana hakim bir kayalı siper edinerek türk ordusuna büyük kayıplar verdi. İkinci günün safağında geri çekildi. Gündüz düşmandan herhangi bir işaret görülmedi. Dere yatağında yapılan keşifte öbek öbek kaz izlerine rastlandı ama herhangi bir cesede rastlanılmadı. Öyle anlaşılıyor ki, türkler ölü ve yaralılarını birlikte almışlar. Üçüncü gün uçaklardan vadiye bomba barakılmasından başka bir çatışma olmadı. Dördüncü gün çok şidetli çatışmalar oldu. Hem vadinen girişinde türk ordusu inatcı ve yoğun bir ateş açıyor, hem de karşı yamacın orta yerindeki küçük iki tepeye top ve makineli tufek kurmüş, dersimli güçlerin başını kaldırmasın fırsat vermiyor. Ama türk ordusu ilerliyemiyordu. Oğünün gecesi de çatışmalar sürdü. Geçe Ali Haydar yanına on kişiyi alarak karşı yamaçtaki makineli tüfet mevzine bir sldırı yaptı. Müfreze arkadan sarıldığı için ani baskına karşı direnemedi . 7 ölü ve muhimatlarını geride bırakarak dereye doğru kaçtılar. Makineli tüfekleri taşımaya çalışan Ali haydar birden karşı yamaçta çığlıklar duydu. “köylerimizi yaktılar” Ali haydar hızla geldiği yoldan karşı yamaca geçerek güçleri ile olup bitenleri değerlendirmek istedi. Hiç kimse yerinde değildi vadinin kuzey yamacında yoğun silah sesleri geliyordu. Hızla o tarafa yöneldiler. Top sahası büyüklüğünde yamaçtaki düzlük alana çıkınca 18 dersimlinin cesedi ile karşılaştılar. Çevresine seslendi, yardımcılarını çağıdı, biraz daha yüksek bir tepeye çıkıncı ne görsün, üç köyde yükselen alevler yeri gögü aydınlatıyordu. Büyük bir inilti ile yere çöktü. Durumu kavramıştı. Düşman kuzeyde de Haydaran dağlarını ve harçik suyunu aşarak vadiye Kuzeyde de girmişti. Köyleri yaktıktan sonra vadideki savaşçılar kuzeyde sarmıştı. Derhal savaşçılarını çeberden çıkarmalıydı, yoksa hepsi imha olacaktı. Silah seslerinin geldiği yere yaklaşısnca yardımcılarına seslendi. Onların yanına gitti. Düşmanla çok yakın mesafede çatışıyorlardı. 20 25 kişilik dersim gücü çemberi yarmaya çalışıyordu. Digerlerini sordu. Veli”köylerin yandığını görünce mevzilerden çıkanlar köye doğru koştu, meger sarılmışız. Düşmanın ilk ateşinde epey şehit verdik 18 kişi düzlükte iki kişi burda. Digerleri çemberden çıkıp kurtuldular. Ali Haydar karşı yamaçtaki makineli tüfek mevziinde üç el bombası bulmuştu. Sürünerek düşmanın siper aldığı kayaın önüne kadar getti ve el bombalarını tek tek kayanın arkasına etti korkunç gürültüden sonra kısa bir sessizlik oldu. Ali Haydar kayanın arkasına kadar sürünerek gitti. Yerde yatan ölü askerleri görünce arkdaşlarına işaret etti. Hepsi birden köye doğru koşmaya başladılar.Xarabe de hala duman yükseliyordu. Ali haydar yanmış evine girdi dayanılmaz bir sacaklık vardı. Ortalıkta bir canlı yok. Güle diye bağırarak yukarı evlere koştu. Kendisinden önce köye ulaşan savaşçılarından başka kimse yoktu. Biri yüksek sesle bir ağıt tutturdu.bir digeri, hepsini burda yakmışlar. Digerleri içerde kömürleşmiş yanık insan iskeleti dışarıya taşıyorlardı. Türk askeri bütün hayvanları gütürmüş, insanları da Ali Haydarın babasının iki göz ağılına düldürüp üstüne benzin döküp yakmış. Yanık et kokusundan nefes almak mümkün değildi. Ali Haydar ağıla daldı. Kendi çocuklarını kardeslerini yeğenlerini tanımaya çalıştı. Tanımak mümkün değildi. Sadece büyük veya küçük oldukları beliydi. Küçük bebekleri bile yakmışlardı.her kes şoktaydı.kimseden ses çıkmıyordu. Ölüleri dışrı çıkarıp saydılar .83 kişi. Köy nüfüsu bu kadardı. Demekki kurtulan olmamış Ali Haydar iki üç saat içinde ölülerin gömülmsini söyledi çünkü türk askeri bizim burda olduğumuzu biliyor ve buraya hücum edecek. O gün köylüler ölülerini gömdüler.hiçbiri tanınmaz durumdaydı.Pule sıpa köyünde de hiç bir canlı kalmamıştı. Qerepınar köyündekilerin yarısı kurtulmuştu. Onlar askerin Xrrabeye yaktıklarını görmüş koyün arkasındaki dağın yamacındaki ormanlık alana kaçma fırsatı bulmuşlar. Ama yarısını asker köyde yakalayıp katletmiş ve köyük ateşe vermiş.Ali haydar ölüleri gömerken yine tek tek inceledi, eşini ve çocuklarını tanımak için ama mümkün değiil. Hepsi simsiyah iskelet parçasıdır.


Asker vadiye hakim kemere resin dibindeki çesmenin yanında karakol kurdu. Ali haydrın yanında savasıp kurtulanlar bir ümit belki kurtalan çocuk ve akrabasını olur diye çevre köylerde aramalara gittiler.bir kısmı haydaran savaşçılarana katılmak için gitti. Ali Haydar gündüzleri dağ taş mağara mağara gezdi belki kurtulan bir tanıdık bulur diye. Ama nafile.geceleri de silahı ile gelip mezarların başında için için ağlar, dualar, bedualar, küfürler ederdi. Yaşama sevinci yoktu ama intikam duyguları onu yaşatıyordu. Bir iki hafta sonra oda haydaran savaşçılarına katılmaya karar verdi. İki yardımcısına giderek vedalaşmak istdedi ama onlarda birlikte gitmeye karar verdiler.


1938 in ikinci yarısında savaş Munzur dağlarının güney yamaçlarında Pülümür çayı ile Munzur çayı arasındaki bölgede yani demenan ile Haydaran bölgesinde devam etti. İşin aslı savaş değil katliam vardı. Kürtler sadece canlarını kurtarmak için ateş ediyordu. Haydaran köyleri perişandı, açlık had safhadaydı. Kimse ekinlerini biçememişti. Silahı olanda mermi bulamıyordu. Asker köyleri yakıyor, canlı hayvanlara el koyuyordu. Bölgede canlı hiç bir şey bırakmama kararı vermişti. Ali haydar ile arkadaşlarını gittikleri her köyde köpekler karşılıyordu. Munzur dağlarının eteklerinde bir kaç sefer çocuklar ve kadınlardan oluşan kafilelerle karşılaştılar, ot ve yanlarında getirdikleri hayvanları kesip yiyorlardı. Zel dağının arka vadilerinde Haydaran savaşçılarına katıldılar. Haydaranlar köylerini terk ederek dağlaraka çekilmişlerdi ellerindeki mühümat ve yiyecek kalmamıştı. Bir iki baskınl türk karakollarında elde ettikleri mermiler yetmiyordu. Demenan Hozat ve pulur tarafında durum daha iyi değildi. Haydaran ve Demenanların daha yukardaki dağın eteğindeki bir kaç köyü boşaltılmamıştı. O günlerde Laç deresi vadisindeki köylerin de dağlara doğru kaçtığını vadinin türk ordusu nun eline geçtiğini duydular bu demekktir ki türk ordusu batıdan da önü açılmış, hem doğudan hem batıtan saldırma durumu ortaya çıkmıştı. Durumu tam ögrenmek için bir kaç kişinin demenan bölgesine gönderilmesi gerekiyor. Ali Haydar ile iki arkadaşı bu görevi üstlendi. Sultan dağının güney eteklerinde biraz dinlenmek için yürüyüşe mola verdiler. Ağlayarak sultan dağına yukarıya doğru koşan üç çocuk gördüler. Yerlerinden kalkip çocuklara seslenince üçü hızla onlara doğru koştu. “yardım edin amca kurban olayın eline ayağına.öldüryorlar” çoçukları sakinleştirip durumu ögreniyorlar. Asker köylerini terk edip dağa sığınan bir kafileye denk gelmiş, hepsinin ellerini bağlıyarak aşağılara doğru götürüyormuş. Bu üç çocuk kaçma fırsatı bulmuş, kurtulmuşlar. Çocukları da yanına alan Ali Haydar, Veli ve Xıdır kısa bir müdet sonra çocuk ve bebek seslerini duyar,ve bir tepeye tırmanılar. Elleri önde bağlanmış bir 80- 90 kişilik coğu çocuk ve kadın ,bir tarafı uçurum olan bir yerde oturtulmuş, etrafında askerler bekliyorlar.Çoçuk hemen Dokuz on yaşindaki çucuk hemen Veliye sarılarak ne olur silahını ver, hepsini öldürecekler. Benden onlardan birkaç kişi ölrdürmeliyim. Ali Haydar, kafileden dört veya beş yaşlarında bir çocuğun ayakta bekleyen bir askere ağlayarak elini uzattığını gördü. Asker bir şeyler söyliyerek iki eliyle çocuğu tuttu bir kaç adım attı ve bebeği uçurumdan aşağı attı. Bir adım daha ileri giderek uçurumdan aşağı baktı. Birden yerinden keçi çevikliği ile fırladı koç gibi başı ile askere vurdu ve ikisi birden uçurumdan aşağı uçtular. Bir ağacın gölgesinden oturan komutan olduğu anlaşılan biri birden yerinden fırlayarak ateşe hazır emrini verdi askerler koşarak sıraya girdi . askerler henuz koşuştururken Ali Haydar ateş emrini verdi, komutan ve iki asker ilk ateşle yere yığıldı. Türk askeri panik içinde yere yatıp düzlüğün içindeki meşe kümesinin arkasına atmaya çalışıyordu. Esirler ilk ateşle yukarıya doğru koşarak ormana girdiler. Bir saatten fazla çatışma sürdü, türk askeri rastgele ateş ediyordu. Ali haydar mermilerinin az kaldığını görünce ateşe sonverdi kafilenin gittigi istikamete doğru yürüdüler. Gidecekleri yere kadar güvenlik içinde götürmeleri gerekiyordu. Kafileye yetişince ağlayarak ellerini ayaklarını öpenler dua ederek minnettarlığını bildiriyorlardı. Kafile yukarı laç vadisinin köylerindendi, hayvanlarını iki çobanla yukarı göndermişler, katırlara yükleyebileceği kadar un yağ kazan vs de sultan dağının kuzey yamaçlarına göndermişler. Kafile yiyeceklerini gönderdigi vadiye varınca Ali Haydara Veliye Ve Xıdıra hemen güzel bir yer hazırladılar. Onları bırakmıyorlar, mutlaka bir kaçgün misafir olarak tutmak istiyorlardı. Akşam çoban sürüyü getirici hemen yedi keçi kesildi, ekmekler yapıldı herkes karnını doyurdu. O gece kafilede bulunan bir kaç yaşlı ile konuşarak geçirdiler, yeni bilgiler aldılar. Laç deresinin türk askeri tarafından işgal edildiği doğrudur, ama bu çevredeki bütün aşiretlerden savaşçılar, demenan,Heyderan, kureyşan, yusufan güç toplayıp karşı saldırıya geçtiler. Dün yer yer çatışmalar başlamış,.inşahlah muafak olurlar, bu zalimler çeker gider bu zulüm biter.


Ertesi gün Ali Haydar ile arkadaşları bütün ısrarlara rağmen yanlarına yeteri kadar ekmek alarak laç vadisine doğru yola düştüler. Peşlerine onbeş onaltı yaşlarında iki genç takıldı. “siz bölgeyi bilmiyorsunuz, size yol gösteririz” dediler. Ögleden sonra yukarı laç vadisinde istirahat edip yemeklerini yediler. Ortalıkta bir çatışma emaresi yok. Akşama doğru Laç deresinin tepelerine geldiler. Gençler yöreyi ve mağaları çok iyi biliyorlar. Biraz daha aşağı inince katırlarla gelen bir gurupla karşılaştılar.Gruptki iki kişi yaralıyda ama gülüyor şaka yapıyorlardı. Kürtler bugün türk ordusuna hiç unutamıyacağı dersi verdi. Her savaşçımız bir kahramandı dediler. Türkler ölü ve yaralılarını bile alamadan kaçmışlardı. Ali Haydar büyüğünüz kim” diye sordu, onlarda “Süleyman ağadır, aşağıdaki mağaraya gittiler” dediler. Klavuzcu gençler o büyük mağarayı biliyorlardı. Ali Haydar duvar gibi yükselen lac deresinin yamacından mağaranın önündeki nöbetçiye kendilerini tanıttı ve içeri girdi. İki yüz kişinin rahatlıkla sığacağı mağaranın bir ucundaki sedirde oturan üç türk askeri ile hemen yanında onbeş yirmi kişilik bir gurup yemek yiyordu. Selam verdikten sonra sofraya buyur edildiler. Yemekten sonr sıleman ağa ile tanıştılar. Sılo Pıt ın namını duymuştu ve ilk defa tanişıyıorlar. O gece ikisi uzun uzun sohbet etti. Sılo Pıt da Ali Haydarı duymuştı. Akşam iki kişi gelip üç türk askerinin yaralarını pansuman etti. Ali Haydar “kim getirdi buraya bunları” Sılo Pıt- yaralıydılar ben getirdirm. A.H- ne yapacaksın bunları . S.P- iyileşince bırakırım, ister giderler isterlerse kalırlar. Obaştakinin ismi Ragıp mış, yüzbaşı. A.H – Süleyman ağa, bunlar bu kadar bize zulüm ediyor, cala-çocuumuzu yakıyor, köylerimizde canlı bırakmadılar, sen onları iyileştiriyorsun, besliyorsun ve serbest bırakıyorsun, bu nasıl iş. S.P – onlaın kitabında o yazılı bizin kitabımızda da bu yazılı. Biz silahsıza, kadına çocuğa, suçsuza esire silh çekmemişsiz ve kıyamete kadar da çekmeyiz, ne kadar kötü olursa olsunlar yine silah çekmeyiz. Dedi. Ertesi gün Ali haydar ile Arkadaşları Sılo Pıt tan izin istiyerek Ragıp beyle konuşmak istediklerini söyledirler. Sılo Pıt çok az türkçe bildiği için kendiside doğru dürüst konuşmamıştı, altı yedi kişi Ragıp beyin yanında oturdular. A.H.-Bu zulmü niye yapıyorsunuz. Dersimliler size ne kötülük yaptı. R. Ben askerim o sorunun muhatabı ismet İnönü dür, Gazi paşadır, onlara sorun. A.H. –kör mıstoya Gazi diyor. Peki çocukların kadınların sucu nedir onları niye öldürüyorsunuz. R,Ben kadın çocuk öldürmedim, öldürenlerede karşıyım. A:H. Suçsuz gühsız insanları öldürenler senin arkadaşların, karşıyım diyorsun ne yaptın, yapmyın dedin mi,yada ceza verdin mi. Ragıp gözleri ile sabit bir nokya dikti ve sadece omuzlarını yukarı kaldırdı. Ali Haydar._Peki seni şimdi serbest bıraksalar yine gelip bizi öldürmek istersin,silahsız savunmasız kadın ve çocukları öldürürsün. R. Ben askere silah çekmeyene karışmam. A.H.- sinirli bir ses tonuyla,- Alahtan korkmazlar kim size silah çekti. Kaç yıldır askeriniz geldi dersime yerleşti, korokollar kurdu. Nezaman ki katlam yaptınız bizde kendimizi savunduk, kedi bile pençesini kaldırır, suçlu bizmiyiz sizmisiniz. Ragıp cevap vermedi. Biraz sustuktan sonra. Bakın size önemli bir sey söyliyeyim. Bir iki ay dayanın,herşey düzelir. Mümkün oldukç askerle yüz yüze gelmeyin. Kasımda ordu geri çekilecek. Bende ne askerin ne sizin kayıp vermesini istemiyorum, dedi. Ragıpın bu sözleri üzerine dersimlilr birbirlerine baktılar.



Ali Haydar ile iki arkadaşı üçüncü gün Sılo Pıt tan bir katır birde türk ordusunun geriden bıraktığı mühümatı da yükliyerek Zel dağının Vadilerine gittiler.
Sılo Pıt da iki haftalık bakımdan sonra yaraları iyileşen üç türk askerini Xeç dağında karargah kuran türk birliklerinin yakınına kadar götürüp, “ sizinkiler bu dağın bir yerlerindedir, siz yerinizi daha iyi bilirsiniz. Bir daha da karşımıza çıkmayın.” Diyerek serbest bırakır.
-----------------------------------------


Not: Sılo Pıtın esir alıp serbest bıraktığı Ragıp bey, daha sonra Erzincandaki üçüncü ordu komutanlığğı yapan, 1960 darbesinden sonra emekli olup Adalet partisini kuran orgeneral Ragıp gümüşpaladır. Ragıp bey daha sonra da Sılo Pıt ile ilişkilerini hiç kesmedi, heberleşir ve bazende ziyaret ederdi. 1959 yılında türüşmek karakolunun rüşvetçi ve küfürbaz uzatmalı bir komutanı vardı. Ragıp Gümüşpala üçüncü ordu komutanı olarak karayolu ile Erzincandan Elazıga giderken Türüşmek Korokol komutanına “ Sılo Pıta git selamlarımı söyle, Elazığ da acil bir işim var ugrıyamadım, ama dönüşte uğrayıp cayını içerim. Asker gönderme kendin git” der . Uzatmalı çavuş panik içinde İbrahim Kalşenden yardım ister. Sılo pıt kimdir nasıl bir adamdır vs. İbrahim akrabamızdır der seni götüreyim. Sılo Pıtın evine yaklaşınca, Sılo Pıtın salvarlarını dizüsütün kadar çekmiş kerpiç çamurunu ayaklarıyla yoğurmakta olduğunu görürler. Komutan topuklarını birbirine vurrak,” üçüncü ordu komutanımız orgeneral Ragıp paşanın selamları var, yarın Elazıg dönüşü sizi ziyaret etmek istediğini bildiriyorum,,” ufak boylu ve hızlı hızlı konuşan Sılo Pıt bir cünleyi üç kere tekrarlardı. “aleykümselam, aleykümselam, aleykümselam, hoş geldi, hoşgeldi, hoşgeldi” der ve elellerini ayaklarını yıkıyarak ev e davet eder. İbrahim Sılo Pıt ile kürtçe sohbete dalamıştı. Sılo pıt türkçe biraz daha ögrenmişti ama meramını tam rahat anlatamıyordu. Uzatmalı, merak içinde idi paşanın bu adamla ne arkadaşlığı dostlüğü olabilirdi ki. Ve daynamayıp sıkıla sıkıla, “müsaade ederseniz bir şey sormak istiyorum. Paşa ile nereden tanışıyorsunuz? S.P ben Ragıp beyle 20 yıldır tanışıyorum. Dosdoğru konuşan sözüne güvenilir biridir.” Uzatmalı bu yaşlı köylünün paşasına bey demesine içerlenmiş ama bir şey diyemedi. U-nereden; S.P savaştan. U-sizinde mi komutanınızdı. S.P yok yok biz beraber savaşmadık, birbirimize karşı savaştık., Uzatmalı anlamıştı durumu, ama paşanın eski bir şaki ile arkadaşlığını anlamıyordu. Ama bu köylünün paşanın adamı olabileceği tahmini ile hareketle, evet eskide dersimde kanun nizam tanımıyan çeteler varmıış, paşamız onları yola getirmiş” deyiverdi. Sılo pıt kendi evinde yapılan bu terbiyesizliği kaldıramazdı, gözleri açıldı sık sık nefes alıp verdi ve karakol komutanına dönerik “Çavuş biz devletle suhl yaptık,eski defterleri kapattık, simdi siz yeniden mi açmak istiyorsunuz.bizim üzerimizde mazlumun ahı yoktır.” Uztmalı şoke olmuştu,korkudan sapsarı olmuştu.bu ufak tefek yaşlı köylünün asaletli duruşu karşısında iyice küçülmüştü “özür dilerim, öyle demek istemedim” diyebildi. Bir daha ağzını açamadı.

Notun sonu D.K



Haydar, Veli Xıdır bir katır yükü mermi ve iyi haberle zel dağındaki arkadaşlarına döndüler. Türk ordusu halkın boşalttığı köyleri yakıp yıkmıştı. Yakalayabildiği sivil silahsız herkesi kurşuna diziyordu. Bir gece baskınıyla kutu deredeAli haydar ile iki arkadaşının da için dolduğu gurup türk ordusuna büyük kayıplar verdirdi.
Havalar soğumaya başlamış yüksek dağların eteklerinde soğuk geceleri dayanılmaz olmuştu. Dağlarda otlar ve meyvelerde artık kalmadıı için açlık çekilmez olmuştu. Tarlalarda buğday başakları arıyordu halk.
Kasım 38 de Ankara hükümeti “Tunceli tenkil harekatına son verdiklerini” açıkladı. Türk ordusu çevre illere ve Dersim içlerinde, mameki, deşt ve hozat kışlalarına belirli karakollara çekildi.

Dersim eski Dersim değildi. Her kes çocğunu, ana-babasını akraba dostunu arıyordu. Kimisi sürgün edilmiş, kimi katledilmiş kimi başka bölgelere kaçmştı. Dersimde yeni düşmanlıklar çıkmıştı.
Halk yavaş yavaş köylerine döndü, erkekler hala gündüz dağda saklanıyor gece köye inip evlerini yapıyordu. Yada kışlık erzak temin etmek için uzak köyllere gitmek gerekiyordu.
Dersimliler dünyada eşine az rastlanan bir dayanışma içinde yaralarını sarıyorlardı. Bugdayını yağını hayvanını paylaştı, yaralı ve saakatlar köylere paylaştırıp bakımını sağladı.
Ali Haydarın gideceği bir evi yurdu yoktu.savaşçı arkadaşlarından sağ kalanlar yavaş yavaş ailelerinin yanına gitmeye başlamıştı. Bir af söylentisi de ortalıkta dolaşıyordu. Ali Haydar türklere teslim olmayı hiç düşünmüyordu. Gelecege ve yaşama için hiç bir düşncesi yoktu. Bir Veli ile Xıdır ı çağırıp
“ben bu memlekette yaşıyamam. Türklere teslim olmam. Gidecek evim de yok. Siz ne yapmak istiyorsunuz bilmem ama artık herkes kendi yolunda gider.” Onlarında geleceğe ilişkin düşünceleri yoktu. Ali Haydar zaman zaman Amerikaya gitmekten bahsetmişti. Sonunda üçü Amerikaya gitmeye karar verdiler.
Amerikaya gidip gelenlerden duydukları kadarıyl Trabzonda gemiye binmeleri gerekiyor. Hemen yola koyuldular. Bir kaç gün sonra Murat nehrini aştılar. Murat suyundan sonra ihtiyatlı olmaları gerekiyordu. Çünkü nede olsa dersimlilere düşmanlık yapan bir bölgeydi. Bir kaç günde yiyecekleri bitti.bir tepede bir hayvan sürüsünü gördüler ve o tarafa doğru gittiler. Sürüde bir çocuk bir kadın vardı. Ali Haydar kadına doğru gidince kadın ters istikamete doğru uzaklaştı. A Haydar. Korma bacım, kötü bir amacımız yok. Yolcuyuz ama yiyeceğimiz kalmadı. Bu torbaya ekmek doldurup getirirsen sana bir ceyrek altın vereceğiz. Kadın dönüp Ali Haydarı tepeden tırnağa süzdü ve “siz dersimlimisiniz” diye sordu. A.Haydar, Nerden bildin bacım. Kadın bellidir. Siz burda bekliyecekmisiniz ekmek icin. Dedi. A.Haydar. başka çaresi varmıdır. Kadın Bekleyin size ekmek getireceğim. Dedi ve sürüyü köye doğru sürdü. Ali Haydar ile arkadaşları hem kuşkulu hem caresizlerdi. Kadın asker ve köylülere ihbar edebilirdi onları saklanarak beklediler. Karanlık Çökünce bir kadın bir erkek gerçekten çıkageldiler. “dersimliler nerdesiniz” diye seslendiler. Ali haydar yerinden kalkarak onlara doğru gitti, selam verip ekmeği aldı ve çeyrik altını uzattı. Köylü Ali Haydarın elini yüzüne yapıştırarak ağlamaya başladı. “ ne parası canımız size kurban olsun. Nedir bu başımıza gelen felaket. Biz burdakiler size yardım edemedik kahrolduk diyerek ağlaşmaya başladılar köylü ile karısı gece yarısına kadar sohbet ettiler.Evlerine misafir etmek istediklerini ama komşularına güvenmediklerini söylediler. Ayrıca bu kıyafetle kim görse dersimli olduklarını anlıyacaktı ve ihbar edebilirdi. Beyz don ve gömlekle o yörede kimse dolaşmazmış. Ertesi gün Bayburta gidip ücü için pantalon, gömlek caket ve kasket alacağını söyledi.
Köylü ertesi gün gerçeekten elbiselerle geri geldi. Parasını da ısrarlara rağmen almadı. Ayrıca aldığı bilgiye göre Trabzondan artık geminin amerikaya kalkmadığını ya istanbul ya da izmirden kalktığı biligisini aldığını . En iyisi Erzincandan Trene binip İstanbula gitmek olduğunu söyledi.


Ali Haydar, Veli ve Xıdır o gecee köylü ile vedalaşıp Erzincana doğru yola koyuldular. Ertesi gün Erzincandan trene bindiler iki gün tren yolculuğundan sonra Ankarada aktarma yaparak izmire gittiler. İzmirde kalacakları yerleri yoktu. Oteller kimlik istiyordu, ama kimlikleri yoktu. Kimliksiz gemiye nasıl bineceklerini hiç düşünmemişlerdi. O ğeceyi bir parkta geçirdikten sonra büyük gemilerin yanaştığı limana gittiler. Gemiye bir binadan gidiliyordu ve kapıda polisler vardı. Butun gün gemiye gelip giden beyaz ceketli insanları gözetlediler. Sonunda birini gözüne kestiren Ali Haydar “kardeş bir dakika. Amerika gemisi burdan mı kalkar.” Genç Ali Haydarı tepeden tırnaga süzdükten sonra. “ evet burdan kalkar, niye sordun” dedi. AH.bizde Amerikaya gitmek istiyoruz onun için sordum. Dedi.genç ”billetiniz varmı? “ yok ama yardım edersen alırız, dedi Ali Haydar. Genç paranızı alırım ama “ sen bizi Amerikaya götür ne istersen veririz dedi. O gün gençle Ali Haydar bir kaç kere görüştüler. Sonunda gemiden biri ile geldi ve pazarlığa başladılar ve üç kişi için on beş altına anlaştılar. Ertesi gün tekrar görüştüler. Her üç kişiye beyaz caket giydirdiler. Sebze meyve dolu bir kamyon iskeleye gelip yanaştı. Ali Haydar Veli ve Xıdır gemi işçisiymişler gibi omuzlarına birer sebze kasası alarak gemiye girdiler. Kasaları gemi deposuna koyar koymaz konuştukları adam onları geminin en dipdeki odalarından birisine götürdü. Ve on beş reşat altını aldı.” Bakın sizin ne passaportunuz ne de billetiniz var. Onun için odadan çıkmayın. Bu oda sürekli anahtarlı olduğu için, bende kitleyip gideceğim arada bir gelir ihtiyaçlarınızı sorarım,, dedi. Oda kötüydü.yatak yoktu. Kuçük bir tovaleti vardı. Işık sadece kapının üstündeki kücük pencereden içeri giriyordu. Gemi ertesi günün gecesi hareket etti. O gece sadece bir kaç saat tahta zeminde uyuklamışlardı ki biri kapıyı açtı ve haydi inin Amerikay geldiniz dedi. Yukarı cıkıp yolculara karıştılar. Bir binaya girdiler. Herkes Passaport gösterip geciyordu. Sıra üç dersimliye geldi. Ali Haydar kontrol memuruna pasaport yok deyip geçmek istedi. Polis önünü keserek,passaport istedi.ingilizce fransızca yunanca sorulara cevap veremiyordu. Sadece passaporumuz yok diyebiliyordu. İki polis gelerek üç dersimliyi alarak bir odaya götürdü.Ali Haydar dersimli olduklarını passaportlarının olmadığını söyledi. Bir kaç saat sonra kürtçe bilen ermeni bir tercüman getirdiler. Meger üç dersimli kandırılmış, Amerika diye Yunanistanın Pire Limanında indirilmişler. Yunan Polisi her üçünün ifadesini tek tek aldı. Ermeni tercüman kefil oldu ve üçünü evine götürdü. Her gün polie gidip görünüyorlardı.Tercümanda dersim Ermenilerinden miş ikinci bir ermeni partısının üyesiymiş. Dersim ve Dersim katliamı konusunda uzun uzun konuştular.Tercüman Amerikaya gitmeye gerek olmadığını, Yunanistanda kalmaları halinde ev ve is konusunda yardımcı olacağını söyledi.bir ay Tercümanın evinde kaldılar. Veli ile Xıdır kalmaya karar verdiler ve Ali Haydarı da kalması için ikna etmeye çalıştılar. Ama Nafile Ali Haydar mutlaka Amerikaya gitmek istiyiordu. Ermeni Tercüman Ali Haydar için çııkış kağıdı aldı, bilettini aldı ve Ali haydarı gemiye bindirip yolcü ettiler.
Pireden kalkan gemi bir gün bir gece gittikten sonra büyük bir limana yanaştı. Yolcular inmeye başladılar. Ali Haydarda indi. Pirede başına gelen burda da başına geldi. Polis gelip kontrol noktasında aldı. Meger burası da Fransanın Marsilya Limanıymış. Burda da yine Kürtçe bilen bir Ermeni tercüman karşısına çıkıyor. İfadesi alındıktan serbest bırakılan Ali Haydar, Amerika zanederek indiği marsilyada ne yapacağını nereye gideceğini bilmiyordu. Tercümandan kalabileceği bir yer icin yardımcı olmasını rica etti. Ali Haydarın yedi Reşat altını kalmıştı. Tercümanla gidip iki reşat altını satıp Frank aldı. Ve kücük bir otelin odasına yerleşti. Tercüman ertesi gün uğrayacağını söyleyerek ayrıldı. Bir kaç gün içinde marsilyaya sığınmış olan Ermeniler arasında Dersili bir kürtün geldiği yayıydı. Hergün birileri gelip Ali Haydarı ziyaret ediyordu. Özzelikle Dersim ve Xarpet yöresinden gelenler vatan harsetini gidermek için uzun uzun sohbet eder evlerine davet eder ya da yemeğe götürürlerdi. Ali Haydarın Amerkan sevdası da hergün biraz daha zayıflıyordu.Ali Haydar Ermenilerin yardımı ile kücük bir oda kiraladı. Bir kaç ay sonrada sebze halinde bir yahudinin yanında işe başladı.



Hadar her gün biraz daha yanlızlaşıyor, yaşamı anlamsızlaşıyordu.her gün rutin şekildi işe gider eve gidip uyur, bir parkta yada sahilde gezer bir bankta oturur iç dünyasındaki firtınayı dindirmeye çalışırdı. Belli bir arkadaş çevresi edinmişti ama kimse onun dertlerini anlıyamazdı, kimseye de açılamıyordu. Onların konuştukları konular onun ilgi alanı değildi. Çocuklar eşi,kardeş ana baba bütün tanıdıkları neden katledildi, hemde yakarak. Sebep sebep sebep. Neden bütün kürtler birleşmedi bu zalim devlete karşı. Dünya bu vahşete neden sessiz kaldı. Şimdi komünist partisinde tanıdığı arkadaşları dayanışmadan, ulusların kaderini tayin hakkından, demokrasiden hergün bahsedip dururlar, kürtlere yapılan zulme neden sessiz kaldılar. Gulenin Besenin ali Xıdırın, küçük sılemanın omdığı bir yaşamın ne anlamı olabilir. Onları koruyamayan bu canlının ne değeğri olur ki.


Haydarın Marsilyadaki arkadaşlarının çogu fransız Komünist Partisi taraftarlarıyda. Haydar gençliğiinden beri bu düşünceyi yabancı değildi. Ermeni partileri, ve Erzincandaki rus ordusunda komutayı devralan bolşevik lerin etkisi Dersim içlerine kadar tartışılıyordu ve çoğu tarafından da kabul görüyor. Marsilyada da benzer şeyler konuşuluyordu .Haydar da doğru görüyor ama bir noktadan sonra hepsi boş sözler olarak kalıyordu. Ara sıra arkadaşlarının ısrarları ile mitinglere toplantılara katılırdı ama hiç bir tartıışmaya girmez kendi iç dünyasında muhasebesini yapardı. Konuşulanları hergün biraz daha iyi anlardı, Fransızcası giderek gelişiyordu. Aynı Apartmanda kalan ve arkadaş oldakları bir cezayırli dil konusunda kendisine yardımcı olur, fransızca ögretirdi.böylece günler aylar yıllar geçmeye başladı. Ama en çok sevdigi genç bir Fransızdı. Oda komünist parti üyesi idi ve her faaliyetin içinde o vardı. Aynı mahalede otururlardı. Zaman zaman birlikte kahve içerlerdi. Oliver isimli bu genç tane tane konuştuğu için onu daha iyi anlardı. Onu içten ve samimi bulurdu.Haydar 1942 yazında işvereni haldeki işyerini kapatıp Amerikaya gittigi için issiz kaldı, ama kısa bir zamandanda Marsilya garında iş buldu ,sefere çıkarılan yolcu vagonların temizliğini yapıyordu. Marsilyanın en eski ve daracık sokakları olan liman mahlesine taşındı.



Haydar kendisini marsilya da da savaşın içinde buldu.alman nazi güçleri ocak 1943 de marasilyayı işgal etti Nazi ordusu Marsilyada terör estiriyordu. Haydarın hayatı da alt üst oldu. Hergün kötü haberlerle işe gidiyordu. Naziler, yahudi ve komünist avına çıkmıştı. Bunların çoğu da zıhrı arabaların giremediği daracık sokakları olan liman mahalesine sığınmış, kacmak için gemi bekliyorlardı. Nazıler iki hafta içinde Liman mahalesini kuşattılar. Haydar iş dönüşü eve gitmek isterken, engellendi.mahaleye giriş yasaklanmıştı, boşaltılıyordu. Otuz bir kişiyi beş saat süre verilmişti, mahale yerle bir edilecekti. Gruplar halinde nazilere teslim oluyordu liman mahalesi sakinleri. Yahudi ve komünistler tutuklanıyordu. Digerleri serbest bırakılıyordu. Tutuklananlar haydarın temizlediği vagonlara bindirilerek kamplara götürülüyordu. Liman mahalesi yerle bir edildi. Daha sonraki yıllarda buraya, bir kale gibi görünen beton yığını halinde olan bir yapı yapıldı,ki bu halada marsilyanın yüzünü çirkinleştiren bir yapı olarak durmaktadır. Haydar yeniden evsiz kalmıştı, yine arkadaşlarını dostlarını komsularını yitirmişti.dağa çıkan savaşan arkadaşları kurtulmuştu . çok sevdigi oliverde tutuklanıp kampa gönderilmişti.
Haydar yeni bir aradı, partizan gruplarına katılmaya karar verdi.iki üç içinde tanıdıkları aracılığı ile dağa çıktı, tanıdık arkadaşlarıyla buluştu.

Devam edecek

http://www.newroz.com/modules.php?name=News&file=article&sid=6008

__________________________________________________________________

Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
03.09.2009 17:12 (UTC)[alıntı yap]


MARSİLYADA BİR DERSİMLİ 1938—1986 =2=

Davut Kurun

Tarih: 25 July, 2009 14:56



MARSİLYADA BİR DERSİMLİ 1938—1986 =2=




DAVUT KURUN




Alp dağlarının eteklerindeki köyler ve küçük kasabalar Fransız direniş güçlerinin denetiminde idi ki bu dağlarda üstlenen savaşçıların çoğu Fransız komünist partisinin taraftarlarıydı. Bir müdet Avingon yöresinde kalan Haydar daha doğuya Province ilinin dağlarına gitti. birkaç yeni katılmış partizanla birlikte Haydar orda askeri eğitim aldı.Haydar yeni gördüğü silahlara ve patlayıcılara çok meraklıydı ve kısa zamanda verilen bilgileri eksiksiz kavrayıp uygulayabilir hale geldi. Nişancılıkta zaten üstüne kimse yoktu. Tuzaklama sistemlerini hayret ve hayranlıkla ögreniyordu. Dersimde bu basit sistemleri uygulayamamanın üzüntüsü kahrediyordu kendisini.
Haziran 1943 de Nazi güçleri, İtalya Fransa sınırındaki geçiş noktalarını güvenlik altına almak için bir operasyona başladılar. Partizan güçleri Nazi güçlerine iyi bir karşılık vermek için bunun iyi bir fırsat olacağına karar vermişlerdi.Ali Haydar yüz kişiye yakın bir partizan gurubu ile Moutie ve cıvarlarındaki vadiye gönderildi. Sen bernard geçidinden Almanların geçişini engelliyeceklerdi.
Haydarın gittigi bölgede de bir o kadar partizan güçleri vardı. Bu güçlerin içinde kadınlarda vardı. Haydar bu kadınların varlığını anlamaktan zorlanıyordu ve bunların savaş kapasitesini düşürdüğüne, yük olduklarına inanıyordu. Bu dağlarda hızlı hareket, tırmanma, saklanma vs haydar için hiç sorun değildi, dağ keçileriyle yarışıyordu. Arkadaşlarının onun dağcılık eğitimi aldığına inanıyorlardı. Bir çok arkadaşı, dağa tırmanma, mühümat taşıma,geceleme, yemek gibi dağ yaşamına adapte olamıyordu. Tartıştıkları konular haydarın garibine gidiyordu, ve gereksiz görüyordu. Sıcak su ve çay kahve bile tartışılıyordu ki haydara kalsa bunların hepsini yasaklayacaktı. Bazıları iki haftalığına geliyor, çatışma anı dahi olsa gitme günü geldiğinde gitmek için huzursuzluk çıkarıyorlardı. Haydarı bu tür tartışmalara hiç girmedi.
Haziran ayının sonunda, yine bir alman konvoyunun partizan denetimindeki köylerde baskın yapacağı haberi geldi. Pier olarak bilinen partizan komutanı, görev dağılımı yaptı. Her zaman olduğu gibi, yollara tuzak kurulacak, tepeler tutulup yaylım atesine tutulacak alman güçleri.Haydar Pier le konuşmak istedi. İlk defa bir eylem için öneri ve görüşleri söylüyordu. Haydarın itirazı, uzak tepelerdeki ateş etkisizdi, bunu bilen nazi güçleri hiç telaşa kapılmadan ve kayıp vermeden düzenli bir şekilde geri çekiliyorlardı. Önerisi tuzağa düşen Nazi gü çlerinin imhası idi ve daha yakın mesafede mevzilenmekti. Böyle bir görevi kendisinin yerine getirebileceğini de ekledi. Pier birkaç arkadaşı ile sabaha kadar tartıştılar ve sonunda Haydarın önerisini kabul ettiler. Pier büyük sorumluluk gerektiren bu eylemi bizat kendisi yönetecek, haydar onun yardımcısı olacaktı.
Ertesi gün 80 kişilik partizan gücü bölgeye gitti. Mayın ve patlayıcıların yerleştirildiği yolun karşı yamacandaki kayaları ve kum torbalarını siper ederek bir gün beklediler. Bir sabah on iki araçlık bir alman askeri birligi vadiye girdi. Arkasında Motorsikletli güçleri olan kovboy tuzaklı yola girer girmez büyük bir patlama oldu , üç dürt kamyon havaya uçtu. Hızla kamyonlardan inen Almanlarla partizan güçleri arasında kulakları sağır eden cehenemi bir çatışma başladı. Motorsikletli güçlerin bir kısmı dereye doğru inerken bir kısmı gerisin geriye kaçıyorlardı . Haydar, atış menzilinden çıkıp burnun dibine , dereye inen motorlu Almanların her han mevzilerine yaklaşıp büyük bir tehlike yaratabilirler diye, bağırıp durdu. Sonunda kendi insiyatifi ile yanındaki dört kişiyi alarak mevzisinde çıkıp dereye hakim bir yere kadar süründü. Gerçekten almanlar mevzilere doğru sürünüyorlardı. Haydar yanındakilerle birlikte bunları yaylım atesine tuttu, almanlar hemen dereye doğru koş
arak inmeye başlarken bazıları vurularak düştü, kaçabilen dereden aşağı kaçıp gittiler. Nazilerde panik vardı. Sağa sola ateş ederek kaçısıyorlardı. Bir saatlik bir çatışmada partizan güçlerinde bir ölü iki yaralı, Almanlarda ise18 ölü ve birçok yaralı vardı. Partizanlar bir ölü iki yaralısını alarak güvenlikli yere çekildiler. Hmmm




Haydarın bu çatışmadan sonra yıldızı parladı. Bu çatışmanın mimarı ve uygulayıcısı o idi.Fransızlar alman işgalinden bu yana en büyük savaşını burada vermiş ve Nazileri yenilgiye uğratmıştı. Haber bütün Fransadana büyük yankı buldu. Fransızlarda Almanları yenebilir düşüncesi , Fransızlara büyük bir güven verdi. Basında sık sık Pier ile Haydarın ismine yer verirdi. Eylül 43 de haydar bir partizan birligine komutan yapıldı. O yaz boyunca haydar birkaç büyük eylemde yaptı. D ark börgesindeki bir Nazi garnizonunu sürekle taçiz ederek bölgeyi boşaltmasını sağladı. Nazilere yaptığı ani baskınlarla, kayıp vermeden, onlara kayıplar veriyordu. Birliği, Fransız direniş güçleri içinde, dağ şartlarına dayanan,savaşkan, risk alan, düşmanın sürekli peşine düştüğü ama her çatışmada yenilgi ile kaçtığı, bir bırlık olmuştu.
Haydarın birliğinde yedi kadın savaşçı vardı ve bunlar Haydarın ayırımcılık yaptığından şikayetçi idiler. Aslında eve gitselerdi haydar sevinirdi, ama gitmiyorlar ve sürekli sikayet ediyorlardı, kendilerine sürekli pasif görevler verildiğini, çatışma anında uzak yerelere gönderdiğini, çatışmaya girmemeleri için, düşünceleri sorulmuyor, mutfak ve levazım işlerinde çalıştırılıyorlar vs. bu kadınların içinde Marilo diye biri vardıkı huzursuzluğu had safhaya çıkarmış Haydarı daha üst kademelere yazılı şikayet etmişti. Haydar komutanı Pier den bu şikayetlerin sıralandığı bir yazı aldı, küplere bindi. Derhal marilo yu yanına çağırdı. Fransızcası epeyce gelişmişti ama yine de meramını tam anlatamıyordu. İki yardımcısı ile birlikte konuştular. Marilo şikayet dilekçesinde belirttiği şeyleri Haydarın yüzüne de söyledi. Komünist saflarda bu olmaz diyordu. Haydar burnunda soluyarak, _ ben ne fransızım ne komünist. Ben zalımlere karşı savaşan biriyim. Ben zulüm yapan, suçsuz insanla
rı öldüren, kadın ve çocukları yakan zalimlere karşı savaşıyorum. Kadınlar ve çocuklar öldürülmesin diyorum, sizin ölmenizi istemiyorum. Bu kadar burada sizden daha iyi savaşan erkek varken siz neden illede savaşmak istiyorsunuz, anlamıyorum._ mealinde kısa bir konuşma yaptı. Marilo ikna olmadı, bir erkek kadar savaşabileceğini, onlar kadar dağda yürüyebileceğini, onlardan daha iyi tırmanabileceğini vs söyledi durdu.
Ondan sonra kadınlarda çatışmaya katıldılar. Haydar kadınların başarısı karşısında şaşırmıştı, onların cesaretine hayran olmuştu.1944 baharında Haydır marilo yı üc yardımcısında biri yaptı. Planlama istihbarat, eğitim, vs konularda sık sık görüşüp tartışırlardı. Marilo çok zekiydi, pariste idari bilimleri okumuş, komünist partisinin aktif bir üyesiydi.Haydar onun zekasına hayran olmuş, zaman zaman çağırıp görüş sorardı.
Marılo da Haydarı daha yakında tanımış, bazı özelliklerine hayran olmuştu. Korkusuz, pratik zakasıyla en karmasık sonuları basit ama radikal bir şekilde çözerdi, önderlik özellikleri vardı, arkadaşlarını korur kollar, en zor görevleri kendisi üstlenirdi. Ama garibine giden davranışları da vardı. Cuma günleri mümkün oldukça çatışmalara girmezdi, her Cuma bir taşın üstüne, bezleri yağa batırıp bir kayanın başına koyar, çakmakla tutuşturur seyrederdi. Kürtçe bir şeyler mırıldanırdı. Hersabah ellerini göge açıp mırıldanırda. Allaha yalvardırğını biliyordu ama komünist saflarda bu davranışlar garibine giderdi. Bir Cuma günü, yanlız başına bir kayanın arkasında türkü söyleyip ağladığını görmüştü, ki o anda bu iriyarı hiç kimseye açılmayan adamı mutlaka daha yakından tanımak onun için bir tutku olmuştu. Marilo daki bu tutku aşka dönüştü. Ali Haydar da Mariloya karşı bir yakınlığı vardı, ama içi köz doluydu, orda sevginin yeşermesi çok zordu. Sevdikleri aşkları bu hiç sönmeyen
içini hep yakan bu ateşte yokolup gitmişti ve marilonun hislerine karşılık vermiyordu.
1944 başlarında Nazıler, güney Fransada ki kamplarda tutulan Yahudi ve komünist esirleri Almanyaya taşıma kararı verilmişti. Fransız direnişçiler bunu nasıl engelliyebileceklerini tartışıyorlardı.. Ali haydarın da düşüncesi soruldu. Ama Haydar karar için gerekli olan verilerden yoksundu. Onun için tek cümle ile düşüncesini söyledi. Ya kampları basma yada nakil yollarında Nazileri basıp esirleri kurtarma önerisi yaptı. Bunun için de verilere ihtiyaç vardı. Fransızlar istibarat topluyorlardı, ne zaman nerede nekadar güçle nakil yapılacak diye. Ali haydar ise bizzat görmediği bir istihbarat bilgisi ile planlama yapamıyor, bizat görmek için de taa Ahlene kadar gitmesi gerekiyordu. Almanlar esirleri gecici olarak Ahlene nakletmişlerdi. Birliginde Ahleni iyi tanıyan insanları aradı. Marilo ahlenli idi, orda büyümüş, anne ve babası da halen orda oturuyorlardı ve bu görevi üstlenmek istiyordu.
Haydar yanında iki bayan bir erkek alarak Ahlene gitti. Marilo onlara hemen kalacak bir ev ayarladı. Marilo nun anne ve babası Haydarı mutlaka tanımak istyiorlardı, ertesi gün akşam Marilo sadece Haydarı alarak eve gittiler. Haydar şato gibi olan bu evin büyüklüğüne ve güzelliğine hayran olmuştu. Marilo ona evi gezdirdi, kendi odasını gösterdi. Akşam anne ve babasıyla direniş üzerine konuştular, fransanın geleceği üzerine sorular sordular, ama Ali Haydarın bu konularla fazla ilgili değildi, komünist de değildi. Marilo siyasi konulara fazla girilmemesini söylemesine rağmen, bu garip adamı çözemiyorlar, merak ediyorlardı. Fransız değil ama Fransa için savaşıyor, komünist değil ama onların en ünlü komutanlarındandır..Marilo Haydarın verebileceği cevabı kendisi kestirmede verdi, o sadece haksızlıklara karşı savaşan enternasiyonalist bir askerdir, Marilonın anne ve babası bu garip adamı çok sevdiler. Haydar gerekli bilgileri topladıktan sonra yerine döndü. Üssü basmak çok r
iskli idi, önerisi, trenle taşınacaklarına göre, , ahlenin seksen kilometre kuzeyindeki yamaçta, kurtarma eylemi yapmak. Burada tren hem yavaşlıyor, hem çevre köyler yardımcı olma durumları var. Haydar bu eylemin sorumluluğunu ve komutanlığını aldı ve hazırlıklarına başladı. Çok detaylı bir planlama yaptı. O makinist olarak çalışcakları belirleyip diger güvenilmeyen makinistleri marsilyadaki partililer aracılığıyla başka işlerle görevlendirdi. Nakilden iki gün önce birliğini gizlice bölgeye soktu ve eylemin yapılacağı vadide hazırlığını tamamladı. Haydar ahlendeki gelişmelerden anında haberdar ediliyordu. Sekiz vagonun hazırlandığını, ön ve arkadaki vagona tahminen kırk alman askerin bineceği, ortadaki yük vagonlarına esirlerin doldurulacağını, tahminen 150 kişi olacaklarını, makinisitin tanıdık ve güvenilir olduğunu ama yanındka iki alman makinistin daha olacağı bilgisi ulaşmıştı. Trenin hareket ettigi haberi gelir gelmez, partizan birliği mevzilerine yerlerşti. Takri
ben bir saat olmadan, önde ve arkada yolcu vagonu ortasında altı yük vagono olan tren vadide yokuşu tırmanmaya başladı.. Haydar ateş emri verir vermez tren ön ve arka vagonu yaylım atesine tutuldu. Bir iki dakika sonra tren durdu. Makinist trene sakladığı tabancayla iki alman makinistini vurup hızla kendisini partizancıların arasına atmıştı. Nazi güçleri başlarını bile kaldıramıyorlardı, yaylım atesinden, kısa bir süre sonra, almanlar beyaz bayrak çıkarıp teslim oldular. Esirler büyük bir sevinçle çığlık atıyorlardı, yaşasın Fransa naralarıyla kurtarıcılarına sarılıyorlardı. Esir alınan alman Askerleri ile kurtarılan tutsaklar kamyonlarla güvenlikli yerlere taşındılar. Marilo sevincinden Haydara sarılmış ağlıyordu. Haydar, esirlerin içinden oliveri tanıdı, marilonun ellerini belinden sıyırarak ona doğru gitti. Oliverde onu tanıdı, koşup Haydarı kucakladı, senin hakında çok güzel seyler duydum dedi. Gözlerinde sevinç yaşları gelince haydar yapılacak işlerimiz va
r, gel yardım et, dedi ve gidip arabaya bindiler. Marilo arkasındaki koltuga oturmuştu.
Bu eylemle haydarın nami sadece bölgesinde değil, pariste de duyulur oldu. Nazi güçleri ne pahasına olursa olsun bu birliği imha etmek istiyorlardı. Bu eylimden bir hafta sonra Naziler ani bir baskın yaptılar haydarın üslendigi yere. Alman esirler, bulunduğu yerden iki kilometre uzaklıktaki bir köyde tutulmuşlardı. Bütün gece şidetli çatışmalar oldu. Uçak helikopterle birlikte kara birlikleri inatçı bir ateş başlatmıştı. Her zaman saldırı durumunda olan Haydar savunma durumunda zorlanıyordu. Kadın birliğinin geri çekilmesini emretti, marilo itiraz etmeye çalıştı, emri kesindi. Dersim vadisindeki direnişini hep kafasında canlandırıyordu, kadınların bu sefer yakılmasını istemiyordu. Oliver askeri eğitim almadığı için onunda kampta gelip kendilerine katılanları alıp geri çekilmesini emretti. En son çok güvendiği 12, 13 kişi kalmışlardı. Bunlarda sabaha doğru hızlı bir şekilde geri çekildiler, birkaç hafif yaralı dışında kaybı yoktu. Hızla bölgeden uzaklaşıp daha sarp yerlere
çekilmişti. Ama Almanlar, esirleri kurtarmakla kalmamış, köydeki 7 köylüyü katletmiş , geri kalanları da alıp birlikte götürmüştü. Ali Haydarın içi yine yanmış, kadın ve çocukları bu zalimler neden öldürüyor, bu nasıl insanlık. İçi kan ağlıyordu.. Herkes onu kutlarken komünist parti yetkilileri basın kendisi ile görüşmek, kutlamak isterken o inzivaya çekilmişti. Sadece komutanı Pier ile görüşürdü iş için, birde Oliverle görüşürdü. Marilonun yardımından, onun yanından olmasından hoşnutluk duyardı, ama ona kesinlikle açılmak, dertlerini anlatmak istemiyordu. Marilo sağdan soldan, onun hakında doğru yanlış bir sürü bilgiye sahipti ama neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyordu. Bazen kendi dilinde mırıldamalarına sahit olurdu. Dersim katliamından kaçıp geldiği, orda iyi bir savaşçı olduğunu biliyordu. Ama evli miyidi, çocukları ve eşi nerdeler. Yada bekarmıydı. Bu adama aşıktı ama açılamıyor, adam fırsatta tanımıyordu. Çok dertli olduğunu, biliyor, ağladığı anlara şahit
olmuştu. Haydarın mutlaka çok iyi Fransızca konuşması gerektigine inanmıştı, bunun içinde çaktırmadan, yanlış kulandığı kelimeleri gramer hatalarını düzeltip yardımcı olmaya çalışıyordu.
Fransız direniş cephesi, Haydarın başında olduğu birliğin, Almanların birincil hedefi olduğunu bildiği için, kesinlikle zorunlu olmadıkça eylem yapmamasını, güvenlikli yerlerde korunması gerektigini bildirmişti. 1944 ve 1945 yılında büyük çaplı çatışmalara girmediler, birkaç küçük caplı çatışmalar da onların günlük yaşamlarında bir değişiklik yaratmıyordu. Birliklerinden bazıları evlerini ziyaret etmek için enfazla bir haftalığına ayrılırlardı, ama yardımcılarına hiç izin vermedi. Marilo da gitmek istiyordu, ama müsaade etmiyordu. Israrla neden izin vermediğini sorunca, - başına bir iş gelmesini istemiyorum- deyip kestirip attı. Marilo onun kendisini koruma duygusuyla böyle yaptığını, kendisine yakınlık duydugünü biliyordu ama neden açılmıyordu kendisine, neden kendisinin yakınlaşmasına müsaade etmiyordu, anlamıyordu bu garip adam,. Artık Haydar onun için, aklından çıkmayan, bütün gün çözmeye çalıştığı, sevdiği biri olmuştu.
İkinci dünya şavayı bitip direniş komutanları, Fransada yada bölgesinde sözsahibi olup, fransanın geleceğinde rol alırken, Haydar Marsilyaya dönme kararı aldı. Yine belirsiz bir geleceğe gitme kararı aldı. O geleceğini dersim vadilerine gömmüş, başka da bir gelecek beklemiyordu. Fransız komünist partisinin Fransa kahramanlık madalyası için önereceği birkaç kisiden biri olduğunu örgenince çok sert ve kesin bir dille redetti. Gerçi bu sefer zalimleri yenmenin huzuru vardı içinde ama yinede içindeki köz sönmiyordu, içini yakıyor, ve kimsede onu anlayamıyordu. Pier bu inatçı adamdan umudu kesince, oliver ile mariloya Haydarı kesinlikle yalnız bırakmamalırını, hissettirmeden yardımcı olmalarını, mümkünse dersimde başına nelerin geldiğini ögrenmelerini, partinin bu adamı sokaga bırakmıyacağını söyledi. Marilo ile oliver de Marsilya ya yerleşmeye karar verdiler. Haydar bu karara sevindi. Her üçü ayrı ayrı evler tuttular. Ama Haydar Marsilyadaki aşırı ilgiden rahatsız oldu. İl
k müracaat ettigi şarap toptancısında işe başladı, ama hem ücreti yüksek hem hakında gelemedigi idarecilik görevi verilmişti. Hak etmediği bir şeyi kabul edemiyeceğini söyliyerek işten ayrıldı. Bu arada her akşam marilo ile oliverle buluşuyorlardı. Her ikisi de bölgesinde komünist parti yöneticileriydi. Bazı belediyeler komünist partisinin elinde idi. Haydara yardım etmek istiyorlardı. Ama onlar bu öneriyi haydara söyliyemiyorlardı bile. Haydar, bu marilo nın yeteneklerine girişkenliğine hayrandı. Onu görmediği gün bir şeylerin eksik kaldığıhı hissediyordu. Birlikte yemege giderlerdi. Bazen hayadarın evinde, haydarın bağlama çalmasını ister, hatta bazı türkülere artık refakat de ederdi. Marsilya Haydarı sıkmıştı. Daha küçük bir yere yerleşmenin daha doğru olacağını mariloya söyleyince , hemen çok doğru ya Ahlen ya da Ahlenin bir köyüne ne dersin. Haydar şaşırarak sendemi geleceksin. Dedi. Marilo evet izin verirsen hep senin yanında olmak istiyorum çünkü seni seviyorum de
yiverdi.
Haydar,Marilonun kendisini sevdiğini biliyordu, ama ona karşılık veremiyeceğinden, mutsuz edeceğinden korkuyordu, içindeki ateş sönmüyordu. Ama diger taraftan, Mariloyu göremdiği günü kayıp sayıyor,, mutlaka yanında olmasını istiyordu. Marilonun bu ani çıkışı karşısında, gayri ihtiyarı Haydarın ağzından _/ bende seni seviyorum ama içimdeki ateş sönmüyor, seni bu dertlerle mutsuz etmek istemiyorum., ama bu bu koca dönyada senden başka da hiç kimsem yok.bana para mevki madalya teklif ediyorlar, ne yapayım,ne anlamı var, senin iki güzel sözün her şeye değer---sözleri ağzında döküldü. Marilo yerinden kalkarak Haydarın yanına oturtu, kollarıyla belini kavradı başını gögsüne bastırarak sessiz sessiz ağlamaya başladı. Haydar da artık duygularına yenik düşmüş, karışık duygular içinde, boğazını çıkmayan kelimeler tıkamış bir sekilde, oturuyordu, sadece ağlama diyebildi. Marilo mutluluktan ağlıyorum, yanlış alnlama. Dedi,
Ahlene taşınmaya, karar verdiler. Orda evlendiler. Ailenin tek çocüğu olan Mariloda, partideki işlerini sınırladı, haydarla beraber kendi yaşantılarını kurdu, babasının işlerini üstlendi. Marilonun anne ve babası Haydarı kendi çocukları gibi sevdiler ve işlerini ona devrettiler. Ama marilo ile Haydar şatoya taşınmadılar, Ahlende kendileri bir daire satın alıp orda kaldılar,, taaki marilonın anne ve babası 1954 arka arkaya ölünceye kadar. Ondan sonra şatoya taşındılar. Zamanla Haydar şarap üretiminde çok iyi bir üzman oldu, Şatonun bodrumlarında üretilen şaraplar çok kaliteli idi ve pahalı idi. Haydar ile Marilo nun iki erkek çocukları oldu, büyüğü Pier, küçüğü oliver. Büyüğü fotoğrafçılık örgendi ve zamanla Marsilyada kendi fotoğraf laboratuarını açtı, küçüğü mühendiliği okuyup Ahlen belediyesinden imar dairesinin müdürü oldu.
Marilo ile Haydarın evlilikleri sorunsüz bir şekilde sürüp gidiyordu, ama Haydarın garipleri de hep devam etti. Bazen kendi kendine Kürtçe mırıldanmalar, Cuma akşamı mum yakmalar, sömüneyi kesinlikle yakılmasını yasaklaması, hatta bir müüdet sonra sömüneyi kapatması, ellerini göge kaldırıp ağlamaklı yalvarışları, vs. Haydarın en çok sevdigi yüksek dağlara çıkmasıydu. Marilo da bu gezintilerden zevk almaya başlamıştı. Dağın en yüksek zirvesinde sessiz oturup kendi dünyandan, kendi duyğularınla dünyayı seyretmek, her ikisi için de büyük bir zevkti. Haydar geçmişinden hiç bahsetmiyordu. Birkaç kere Marilo bu konuda sohbet etmek isteyince, Haydar çok sert tepkiler verip kabuğuna çekilirdi. ---ne ögrenmek istiyorsun, zulüm vahşet her şey var.karımı çocuklarımı bile koruyamadım hepsini yaktılar. Sizin kahraman dediginiz bu korkak karısını çoçuklarını bile koruyamadı. Eş dost akraba komşu hepsini yaktılar. Türklerin bize yaptığı Nazilerin size yaptığının katbe katıdır. Neyi ögr
enmek istiyorsun, sendemi içimi yakan bu ateşten yanmak istiyorsun, rahat bırak beni, deyip kestirip atmıştı. Marilo bir daha Haydar ile bu konuyu konuşmadı. Ama ondan bağımsız sürekli Kürdistan ve Dersim hakında bilgiler topluyor, kitaplar okuyor, hatta iki kere de istanbula gidip Kürtlerle tanışma imkanı bulmuştu. Ama Haydar ile bu konuları konuşmuyordu , Haydar bu konunun üstünü betonlamak istiyordu ama başaramıyordu.




1970 sonunda Haydarın büyük oğlu Pier, marsilyaya taşındı ve 1980 de de fotograf laboratuarı açtı. Aynı yıllarda Marsilyaya türkiyeden mülteciler akın etmeye başladı. Pier de kendisini yarı kürt olarak bu mültecilere yardım etmeye kararverdi iş oturum konusunda gönüllü danışmanlık yapıyordu. Bu arada bir çok dersimli tanıdı ve arkadaş oldu.
Hatta birgn babasına ,----Baba buraya birçok Dersimli gelmiş, neden tanışmak istemiyorsun, dedi ve Haydar ona da aynı tepkiyi gösterdi. Ve bir daha bu konuyu açmamasını söyledi. Ama içine bir süphe ve merak da düşmüştü. Kimdi bu dersimliler.
1985 kışında Birgün marsilyada Oğlünü ziyarete gitti. Akşam yemeğinden sonra bir kahveye gidip oturmak istediler. Pier, baba benim tanıdığım bir kahve var çok güzel kahve yapıyor deyerek babasını bir kahvehaneye götürdü. Garip bir yerdi. Pier şekersiz iki kahve ismarladı.. Haydar, ,__ oğlüm daha güzel kahveler varken niye beni buraya getirdin, dedi. Haklıydı,basit sandalye masa , trezen ve kirli zemin Haydarın garibine gitti. Üç dört masada yabancılar oturmuş oyun oynuyorlardı. Yandaki masada Zazaca kulağına birkaç kelime geldi, baktı, galiba yanlış duyduğuna yorumladı. Biraz sonra tekrar dört genç kendi aralarında Kürtçe konuşmaya başladılar. Haydarın beyni zonkladı. 47 yıl sonra, zazacı konuşanlarla karşılaşmıştı. Kimlerdi, ne arıyorlardı . kahvesini içemedi. Bir iki yudumdan sonra Piere kalk gidelim dedi ve çıktı. Pier başarmıştı, babasının kendi gerçeği ile kendi geçmişi ile yüzleşmesi gerekirdi. Bundan kaçmak bir çözüm değildi. İkisi ilerde başka bir kah
veye oturdular. Haydar neden götürdün beni oraya dedi. Pier, baba kendi geçmişinden kaçman için bir sebep yok, dersimliler gelmiş, belki arkrabamızda var neden kaçıyorsun, neden tanışmak istemiyorsun. Yardıma ihtiyaçları var neden yardım etmiyorsun, ben birçoklarına yardım da etti. Haydar sustu sadece, içinde Piere hak verdi, ama cesaret edemiyordu. Ertesi güün kendisi teklif etti Piere, bir daha gidelim oraya dedi. Bu sefer, aynı gençler okey oynuyorlardı. Pier bu sefer daha provakatif davramanarak direk o gençlerin masasına iki sandelye çekerek= bonjour mösyo diyerek oturdu, babasını da yanına oturttu. Gençler tedirgin oldular, oyunu bırakmak istediler, kendi aralarında dersim Kürtçesiyle söylenmeye başladılar, Haydar, gençlere, sima kamraye diye sordu. Gençler Türkçeye başladılar ve amca sen zazaca biliyormusun. Haydar bildiği Türkçeyi unutmuştu ama söyleneni anlamıştı. Ez tirki nezonen , ben Türkçe bilbiyorum dedi. Gençler, hala hala bir Fransız Türkçe bilmiyor
ama zazaca örgenmiş, ne garip deyerek kendi aralarında konuşmaya başladılar. Ama Haydar ısrarla siz nerelisiniz kimlerdesiniz. Gençler , amça bir dersimliyiz, ne yapacaksın kimlerden olduğumuzu sen kimleri tanıyorsun. Haydar bu gergin diyalogdan şunu çıkarmıştı. Gençler Türklerle savaşmış yenilmiş buraya kaçıp iltica etmişlerdi. Kürtçeleri iyi değildi, ama dersimli olduklarından şüphesi yoktu. Gençler ise bu yaşlı fransızın zazaca konuşmasından ve ilgisinden hoşlanmıştı. Kalkardende gençler yaşlı adamın içecek parasını vermesine müsaade etmediler, bir daha görüşme dileğiyle ayrıldılar. Haydar ikinci ücüncü gün yine gitti, gençlerin başlarında geçenleri, nasıl savaştıklarını ögrenmek istiyordu. Gençlerden biraz daha yaşlı olanında ismi Haydardı ve dağda bir yıl kalmış karakol basmış, iki kerede baskından kurtulmuştu. Dersimin Pertek köylerindendi. Digerleri dersimden elazığa taşınmış gençlerdi ama onlarda Türklerle savaşmışlardı. Oturumları, kimlikleri ve iş müsaadel
eri yoktu. Kaldıkları yer kötüydü. Haydar bu dört gençi Ahlene davet etti. Onlara Ahlendeki binasının dördüncü katını verdi. Belediyede çalışan küçük oğlu oliverle tanıştırdı ve onların oturum ve iş müsadelerini haletmelerini söyledi. Gençlerin on gün içinde bütün sorunları çözüldü, kartsejur aldılar, eve yerleştiler ve hemen işe başladılar. Akşamları yaşlı Fransız amca onları hep ziyaret ederdi.




Devamı var.

http://www.newroz.com/forum/read.php?1,28527,28527#msg-28527


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
03.09.2009 17:14 (UTC)[alıntı yap]


MARSİLYIDA BİR DERSİMLİ 1938- 1986 --3--

Davut Kurun

Tarih: 2 September, 2009

Bir hafta sonu, iki oğluda geldi ve dört genci eve yemege aldılar. Özellikle haydarın esiş marilo ile iki oğlu buna çok sevinmişlerdi. Haydarın geçmişi ile yüzleşmesini istiyorlardı.,kendileri de bilmek istiyorda.




Ama haydar, o akşam daha çok gençleri dinledi, ve daha çok silahları ile savaşları ile ilgili sorular sordular. Gençler ise daha çok siyasi konularda konuşuyorlardı. TKP M/L partisinden olduklarını, ne kadar şehir verdiklerini, cezaevlerindeki direnişlerden bahsettiler. Haydarın eşi ve çocukları da Fransız komünist partisi üyesidi ama dil so
runundan dolayı pek diyaloğ kuramıyorlardı. Gençlerden birkaç yaş daha büyük olan Haydar Kürtçe konuşabiliyordu ve Fransız amca terüme ediyordu, odaa gerekli görürse.




Gençlerin ısrarlı soruları karşısında Haydar kendisini tanıtmak zorunda kaldı. Kendisinin de dersimli olduğunu, savaştığını, ama kadınları ve çocukları koruyamadıkları için Türklerin hepsini öldürdüğünü, daha sonrada af çıkardığını , ama kendisinin dersimi terk
Edrek buraya geldiğini söylemekle yetindi. Daha fazla da konuşmak istemedi




.
Haydarın mültecilere yardım ettigi, valinin bile önünde ayağa kalktığı, hemen oturum alabildiğini ve iş verdiği bütün mülteciler arasında hızla yayıldı. Ta paristen telefon edip bu dört gencin kendilerine de yardım etmesini istiyorlardı. Haydarın büyük oğlu babasını çok iyi tanıdığı için, her olayda onu devreye sokmanın yanlış olduğunu ama kendisinin ve kardeşinin ellerinden geleni yaptığını söyledi gençlere. Bu gençlerin getirdiği birkaç kişi Pierin yardımıyla Marsilyada kartlarını aldı ve çalışmaya başladı. Yalnız bir arkadaşı, varki durumu çok kötüydü. Süleyman isimli bu arkadaşı Holandada ilticası red olmuş, parise gelip iltica etmek istiyor, ama sansı çok azmış, Süleyman çocukları ile birlikte gelmiş, partiye ve mücadeleye çok katkıları olan birimiş ve bu gençler süleymana mutlaka yardım etmek istiyorlardı. Süleyman ile hergün telefonlaşıyorlardı. Birgün Süleyman trene atlayıp Ahlene gitti ve arkadaşlarını buldu.








Oturduğu koltukta yan dönüp yanında çöken Süleymanı dinleyen Haydarın beyninde bomba patlar gibi oldu, ağzından uzun bir waaaayyy Leeemmmiiiin kelimesi çıktı ve yere yığıldı. Yıllarıdır içini yakan köz kalbine ve beynine sıçramıştı. Haydar derhal hastaneye kaldırıldı, kalp krizi geçirmişti, kurtarılmıştı ama bir tarafı felçliydi ve dokdorlar hastanede kalmasını ve tedavi görmesi gerektiğini söylüyorlardı. Süleyman artık aileye dahil olmuştu ve hergün üvey annesi ve üvey kardeşleriyle babasını ziyaret ediyordu. Haydar yıllardır içine gömdüğü vatan hasretine artık dayanamıyordu, dersime gitmek istiyordu.




Ama Doktorlar bırak dersime eve gitmesine bile müsaade etmiyorlardı. Hergün süleymanı saatlerce yanında tutar, tek tek cok ince detaylara ilişkin sorular sorardı. Haydarda babasından, üvey annesi ve kardeşlerinden dinlediklerini, benim okuduğum bu otuz dört sayfalık mektuba yazmış, babasının hastanede çektiği resimlerini de ekliyerek ankarada oturan ablasına ve abisine göndermiş, babamızı buldum acele gelin diye yazmış,




Ben bu hikayeyi okuduktan sonra, nazım beye dedesiyle iligili birçok soru sordum ama nazım bey dedesi hakında fazla bir bilgiye sahip değildi. Nazım beyi ertesi gün sabah erkenden Chambery garından dedesine gönderdim ve sabırsızlıkla yolunu gözlemeye başladım. Hikayenin devamını merak ediyordum.




VE SON




Haydar bir buçuk ay hastanede tedavi gördükten sonra doktorlar eve gitmesine müsaade ettiler. Haydarın vucudu fiziki olarak güçlü idi ama içindeki köz hasret özlem öyle bir ruhunu sarmıştı ki hiçbir vucut dayanamazdı. Haydar artık fransadan kopmuş dersimde yaşıyordu. Beyninde ve ruhunda 1938 de dondurduğu dünyayı yaşıyordu.tekrar köyüne dönüp yapmak istediği konağı yapmak yarım bıraktığı yaşamı devam ettirmeyi düşlüyordu. Artık süleymanı hiç yanında ayırmıyordu. Beni dersime götürün diyordu. Haydarın sağ tarafı artık yarı felçli idi, sağ elini ve ayağını tam istediği gibi kulanamıyordu. Vucudu ve ruhu ayrı yerlerde idi. Oğlu süleymana öyle sorular soruyordu ki süleymanın hiç haberi ve bilgisi yorktu. Süleyman, marilo, oliver pier Haydarın durumuna çok üzülüyorlardı ve onun bu duruma düşmesinde kendirlini suçluyorlardı.




Suleyman ankaradaki Ali xıdır ve kız kardesi ile telefonlaşıyordu ve babasının durumu hakında bilgi veriyordu. Hatta marilo da haydardan gizli haydarın kızı bese ile suleymanın aracılığı ile telefonlaşıyor bir an önce gelmelerini ve kendilerini görmek istediklerini, vize için hiçbir problemin olamıyacağını söylemişti. Alı Xıdır ile Bese babaları ile konuşamıyorlardı, Marılo kocasını iyi tanıyordu ikinci bir kalp krizine Haydarın kalbinin kaldıramıyacağını biliyordu. Ali Haydar sürekli Süleyman ile Marilo ya kızı ile telofonla konuşmak istediğini söylüyordu, onlarda onun telefonu yok diyorlardı. O zaman o bizi arasın diyen Haydara hemen itiraz ediyorlardı.Bir gün Marilonun Süleymanın yardımı ile birileri ile telefonda konuştuğuna şahit olmuştu. O akşam Haydar telefon defterinden telefon numaralarını kontrol etti, sonra Marilonun çantasını karıştırdı ve besenin telefonunu onun telefon defterinde buldu. Kızı ile konuşabilirdi artık. Ama heyecan ve korku bedenini sarmıştı. Ölmeden kızını ve oğlunu görmek istiyordu, onlarla dersime gitmek istiyordu. Birkaç kez telefonu eline aldı ama cesaret edemedi. Haydar o gece uyuyamadı. Sabah marilo kalkıp kahve yaptı. Kahvaltı hazırladı. Haydar sadece kahve içti. Süleyman ile Marilo kahvaltı masasına otururken Haydır kalktı telefona gitti. Marilo- kahvaltıdan sonra telefon etsen olmazmı dedi ama Haydar hiç oralı olmadan telefonu çevirdi. Karşıdan bir bayan sesi alo deyince Haydar- tı kama, tı besera- karşıda şaşkın bir sesle evet siz kimsiziniz. Haydar – çena mı, ez Heydero, cigera mı, ez piye tiyo, rostiya çıme mı –kızım ben Haydar, senin babanım gözümün nuru dedi. Karşıda beser bir çığlık attı ve sesi kesildi. Haydar etrafına baktı oturacak bir sandalye aradı ama telefon elinden düştü ve yere yığıldı. Süleyman , ablasın ile konuştuğu anlamıştı. Marilo ile Süleyman Haydara koştular, marilo hemen ambulans çağırdı ve haydarı hastaneye kaldırdılar. Ama Haydar hasthaane yolunda öldü. Haydarın cenaze töreni çok görkemli oldu. Marsilyadan paristen binlerce kişi onu bir kahraman olarak uğurladı. Ahlende marılonun aile mezarlığına gömüldü.




Pier Oliver marilo Süleyman Haydarın geçmişini taşıdığı yükü içindeki ateşi hasret ve özlemi son iki ayda daha iyi kavramışlardı. Pier kendisini suçluyor ve babasının içinde yanan ateşi o güne bilmiyor ve kavramıyordu.




Nazım bey ne yazıkkı dedesini göremedi. O daha ankaradan Parise uçtuğu gün dedesi ölmüştü. ,, Ahlene vardığı gün dedesi öleli 8 gün olmuştu.




Nazım beyi Marsilyaya yolcu ettikten bir ay sonra bir akşam eve dönerken Nazım beyi kapının önünde beni beklerken buldum. İlk sorum, dedeni gördün mü oldu, oda ben görmedim gidişimden 8 gün önce ölmüş dedi. Yerimde dona kaldım, boğazımda birşeyler düğümlendi. Konuşmadan asansöre bindik ve eve çıktık. Kafamda birçok soru var nereden başlıycağımı düşünürken Nazim bey birden öfkeli bir sesle- dedemin malını gavura yedirmem dedi. Şaşırdım konuyu anlamaya çalıştım. Birkaç sorudan sonra anladım ki Nazım miras peşine düşmüş dedesinin ölümü onu hiç etkilememiş. Gavur dediği kişilerde Haydarın iki oğlü Pier ile Oliver ve Karısı Marilo dur. Nazım bey benden yardım istemeye gelmiş. Dedesinin 16 milyon Franklık gayrı menkulu varmış. Bu paraya konmak istiyor. Ahlen ve Marsilyada bazı girişimleri olmuş. Bir tercüman tanımış. Tercüman ona biz dedenin mirasını sana alabiliriz ama senin dörtyüz bin frankını alırız demiş ve bir notere götürmüş. , Noterden vekaletname diye satış senedi imzalamış.dil bilmediğinden. Daha sonra dayısı Süleymana bu belgeyi gösterince dayısı kızmış ve kovmuş, tercümanın kendisini kandırdığını örgenince gidip dövmeye kalkmış ama dayak yemiş ve soluğu benim yanımda almış., ben kendisine yardımcı olamıyacağımı, kendisinin dedesinin mirascısı olamıyacağını, kaldıkı gavur dediği insanların haydarın çoçukları ve karısı olduklarını, onların miraş haklarının olduğunu, vs. söyledim, Nazım bey benim evimde iki hafta kaldıktan sonra annesinin marsilyaya gediğini söyleyirek gitti ve kendisinden bir daha haber alamadım


http://www.newroz.com/forum/read.php?1,30344,30344#msg-30344

__________________________________________________________________


Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 243
Bütün postalar: 610
Bütün kullanıcılar: 695
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden