Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  Zazalar ve Kırmanclar
 


Zazalar, Kırmanclar, Dımıliler ve Aydınlarımız




Dersimlilerin Kırmanc dediği ama uluslararası alanda Zaza olarak bilinen halkın geçmişi hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Ancak, bu halkın bugün de hala yoğun olarak yaşadığı yaşadığı coğrafyada, sonraları Alevilik ve Sünnilik şeklinde somutlaşan kesimler arasında büyük bir kapışma ve mücadele yaşanmıştır. Bu bir ölüm-kalım, var olma-yok olma savaşıdır. Geçmişi daha önceki dönemlere dayanan bu çatışma ve mücadeleler, Babai İsyanları ile en üst boyutlara ulaşmış, sonra Celali direnişleri şeklinde yüz yıllarca devam etmiş ve nihayet 16. yüzyılda Şah İsmail-Yavuz Sultan Selim kapışmasıyla, 1514’de Çaldıran’da Alevilerin genilgisi ve hezimeti ile sonuçlanmıştır.


Bu mücadele ve çatışmalar, on yıllara ve giderek yüzyıllara dayanmıştır. Kırmanc/Zaza olarak bilinen halk ayrımları, bu dönemde ortaya çıkmış ve farklılıklar giderek büyüyerek bugüne ulaşmıştır. Bu dönemi incelemek ve olanları gün ışığına çıkarmak, ayrı bir incelemenin ve tartışmanın konusudur. Ama gerçek şudur ki, Alevi-Sünni çatışması sonucunda şekillenen bölünme açısından bu dönem, bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde sadece Zaza olarak bilinen halk bölünmemiş, diğer halklar da bölünmüş ve ayrışmışlardır. Mesela Kürtler, Türki kökenli Türkler ve Türkmenler, ve diğerleri. Belki de daha öncesine dayanan bölünme ve ayrışmaların, kesin bir sonuca uluştığını ve Sünni olarak da bilinen Müslüman kesimin zaferiyle sonuçlandığını söylemek daha doğru olacaktır. Sonuç da Alevi-Sünni ayrımı, Türk/Türkmen, Kürt/Kırdaş ve Zaza/Kırmanc şeklinde somutlanmış ve sonuçlanmıştır.


Zaza/Kırmanc adlarının ayrışmasının temellerinin bu döneme dayandığı kanısındayım. Bu adların etimolojik ve bilimsel analizlerinin yapılması ayrıca yapılabilir. Ama bir gerçeklik vardır ki, bu adlar, ister benim belirttiğim şekilde, Kırmanc/Zaza şeklinde olsun, ister halkın kendi adlandırmaları ile Kırmanc/Dımili şeklinde olsun ve isterse Alevi-Müslüman şeklinde olsun, net ve ayrı bir kimliği ifade ediyorlar. Yani Dımililer (Dımıliler) ve Kırmanclar, her ikisi de aynı etnik kökene dayansalar ve Zaza olarak da adlandırılsalar veya nitelenseler , iki ayrı halk, iki ayrı kültürel toplulukturlar. Bu sadece Zazalara özgü bir durum da değildir. Bugün Hırvat ve Sırp, Kuzey Irlanda’da Katolik ve Protestan kesimleri, Kosovalılar ile Arnavutluk Arnavutları, vs gibi aynı kökene (etnisite) ve aynı dile sahip halklar, pekala ayrı halklar ve hatta ayrı uluslar olarak şekillenebilmişlerdir.


Zazalar olarak kabul edilen Kırmanclar ve Dımililer, uluslaşma sürecini henüz tümüyle tamamlayamamış ve tamamlayıp tamamlayamayacakları şüpheli olmasına rağmen, ortak dil dışında, temel ortak özelliklere sahip değillerdir. Uluslaşmak için dil birliği şarttır ama dil tek başına ulusu belirleyen kıstas veya özellik değildir. Bugün Almanlar ile Avusturya ve İsviçre’de Almanca dili konuşanlar, aynı dili, üstelik standart olarak yüksek Almanca’yı (Hoch Deutsch) resmi anadil olarak konuşmalarına rağmen, tek bir ulus teşkil etmezler, tersine ayrı ayrı halklar ve uluslardır.


Zazalar’ın, Kırmanclar ve Dımililer olarak ortak bir dil olan Zazaca’yı konuşmaları, tek bir ulus olmaları için yeterli sebep değildir. Kaldı ki, son altı yüzyıldır ayrı olan bu halkların konuştukları Kırmanciki ve Dımiliki dilleri arasında da oldukça farklar vardır. Bazı dezavantajlarla beraber değerlendirildiğinde, anlaşma güçlüklükleri yaşandığıdığı da bilinen bir gerçektir. Bu halklar otantik olarak da kendilerini Kırmanc ve Dımili ve dillerini de Kırmanciki/Kırmancki ve Dımilki/Dımiliki olarak nitelediriyorlar.


Altı yüzyıllık ayrı bir tarih söz konusudur. Altı yüzyıldır ortak bir tarih yaşanmamıştır. Altı yüzyıldır ortak bir kültür ve ortak bir ruhi şekillenme yoktur. Ya da diğer bir değişle altı yüzyıldır, ayrı bir tarih, ayrı bir kültür, ayrı bir ruhi şekillenme yaşanmıştır. Altı yüzyıl ayrı yaşayan halkların, farklılaşmamaları, değişmemeleri doğanın yasalarına aykırıdır. Kaldı ki, bu ayrı yaşama zoraki bir ayrı yaşama olarak da değerlendirilemez. Her ne kadar dış etkenler hesaba katılsa da, esas olarak kendi iradeleriyle bu yaşam tarzlarını benimsediklerini söyleyebiliriz. Nedir bu benimsenen yaşam tarzı ya da felsefe? Bu tamamen bugünkü deyimlerle Alevilik-Sünnilik şeklinde ifade edilen dindir. Evet, din, bu halkların bölünmesinde ve ayrı halklar olarak şekillenmesinde esas ve belirleyici rol oynamıştır.


Dinin, tek başına bir halkın uluslaşmasında belirleyici bir kıstas olduğu kanısında değilim. Aynı dine sahip ayrı ulusların olduğu, olabileceği bilinen bir olgudur. Aynı şekilde ayrı dinlere sahip olan tek bir ulus da olabilir. Daha doğrusu bu sonuncusu, zordur ama imkansız değildir. Kırmanclar ve Dımililer açısından durum, iki ayrı dine sahip olmalarıdır. Bu aynı dinin mezhepleri olarak nitelendirilse de, sonuç değişmez. Tek bir ulus ya da tek bir kültürel-etniksel topluluk olarak hareket edebilmek için, gönüllü bir birliktelik şarttır. Bölgemizde Araplar’dan başlayan ve sonra Türkler’de ve Kürtler’de süren dinsel bölünme, Zazaca konuşan etnik kökenli halka da yansımıştır. Bölünme, belirsiz ve toleranslı değil, keskin ve kesindir. Bu iki inanca mensup kesimler birbirini boğazlamış ve düşman kamplara ayrılmışlardır. Sonuç genelde Sünnilerin lehine ve Alevi olanların aleyhine olmuştur.


Bu olguya gözlerimizi kapayamayız. Bu olguyu yok sayamayız, görmemezlikten gelemeyiz. Bunu kabul etmek zorundayız. Mesele bu şekilde ortaya konduktan sonra, çözüm yolları kalmaktadır. Ayrı halklar olmak, düşman olmayı gerektirmez. Tersine karşılıklı olarak birbirini kabullenmek, birbirine saygı göstermek, dahası birbirini olduğu gibi kabul etmek gerekir. Bunun adı toleranstır, hoşgörüdür, demokrasidir. Kaldı ki, tek ulus olarak kabul edilse bile, ayrı özelliklere veya farklılıklara sahip olan iki kültürel topluluğun, ayrı ayrı örgütlenme hakkının olduğu kanısındayım. Sanıyorum, sorun burada başlamaktadır. Biz genelde çevremizdekileri, en başta da Türkleri ve Kürtleri örnek aldığımızdan, hemen tekçiliği öne sürüyoruz. “Tek ulus, tek devlet, tek ses” vs. “Tek örgütlnme” teorisi de bu yaklaşımın bir yansımasıdır. Durum böyle olunca farklılıklara tahammül edemiyoruz. Çünkü her şeyin, tek tip ve onun da bizim istediğimiz gibi olmasını istiyoruz.


Bu nokta aşıldığında sorunlara daha farklı bir pencereden bakılabilinir. Ben açıkça Kırmanclar (Dersimli Zazalar) ve Dımililer (Güney Zazaları) ayrı örgütleneblilir diyorum. Objektif durumdan ve mevcut gerçeklerden hareket ederek, adı ne olursa olsun, bu iki ayrı kültürel topluluğun ayrı örgütlenmesi gerekir, ayrı örgütlenmesinde yarar var. Zaten pratik olarak ayrı yaşandığı da objektif bir olgudur. Ayrı örgütlenildiğinde düşman olmak gerekmediği gibi, dayanışma içinde bulunmak ve bazı şeyleri beraber yapmak veya ortak davranmak pekala mümkündür.


Hamideye Alaylarınn komutanlarından Cibranlı Halit Bey ile Gökdereli Şeyh Şerif’in 1908 ve 1916 yıllarında Dersim’deki çatışmalara ve katliamlara karıştıkları bilinen bir gerçektir. Cibranlı Halit Bey Kürt’tür. Gökdereli Şeyh Şerif ise Zaza’dır. İkisi de Sünni-Müslüman’dır. Bu ikisi daha sonra, Şeyh Sait isyanı olarak bilinen 1925 yılındaki İsyan ve direşin önderlerindendir. Direnişin esas önderi Cibranlı Halit bey’dir. Ancak daha önce yakalanmış olduğundan isyan günlerinde cezaevinde öldürülür. Gökdereli Şeyh Şerif ise Şeyh Sait İsyan’nın en önemli komutanlarından biri olarak yakalanır ve idam edilir.


Dersimliler, öncesini bir yana bırakırsak Yazuz Sultan Selim döneminden beri Osmanlı-Türk-Sünni egemenliğine karşı direniyorlar. Bu yuvarlak olarak altı yüzyıllık bir direniştir. Bu mücadeleler sırasında Sünni Kürtler ile Sünni Zazalar’ın yeri neresi olmuştur? Yani hangi saflarda yer almışlardır. Açık ve net olarak söyleyebiliriz ki, Sünni-Türk ve Osmanlı’nın yanında ve saflarında yer almışlardır. (Alevi Kürtler, yaşadıkları coğrafyadan yani iç içe, yan yana olmalarından ötürü Alevi Zazalar ile beraber hareket etmiştir. Aynı şekilde Alevi Türk ve Türkmenler’in, Alevi Zaza ve Kürtlerle komşu olanları aynı ortak kaderi paylaşmışlardır. Batı da olanları ise nispeten ayrı hareket etmek zorunda kalmışlardır). Ama gün gelmiş, Sünni Zazalar ve Sünni Kürtler de Sünni-Türk egemenliğine baş kaldırmışlardır. İşte Şeyh Sait baş kaldırısı, böyle bir direnişe örnektir.


Sünni Zazalar (ve Sünni Kürtler) geçmişte yanlış yapmıştı diyebilir miyiz? Evet, bence yanlış yapmışlardır. Sadece uzak geçmişte değil, yakın geçmişte de bu hatalarını devam ettirmiş, 1908 ve 1916 Dersim direnişlerinde olduğu gibi tekrarlamışlardır. Sanıyorum, biz Dersimliler olarak bu durumu eleştirebilir ve onların torunlarının özeleştiri yapmalarını isteyebiliriz. Ya da onlar, yani Sünni Kürtler ve Sünni Zazalar, atalarının bu hatalarını kendileri görür ve kabul ederek, kendileri özür dileyebilirler. Ben bunu demokrat olmanın gereği sayıyorum. Ermeni soykırımı ile ilgili bir değerlendirmemde de bu yaklaşımımı ortaya koymuştum.


Peki, Sünni Zazalar’ın veya Sünni Kürtler’in Dersimlilerden özeleştiri isteme veya özür bekleme hakları var mıdır? Bence var. Teorik olarak bu mümkündür. Pratik ve somut olarak da, nerede, ne zaman ve nasıl bir hatanın ne oranda yapıldığının tespit edilmesi gerekir. Ama asıl önemli olan bizim kendi açımızdan, bir demokrat ve bir insan olarak hatamızı görmemiz, onu ortaya sermemiz ve gerekli doğru tutumu takınmamızdır.

Hakkı Çimen arkadaş, bence olumlu bir adım atmıştır. Kendi adına, özür dilemiştir. Bence bu erdemli ve onurlu bir tavırdır. Sadece insani ve hümanist değil, aynı zamanda demokrat ve çağdaş bir yaklaşımdır. Kimseye de iftira atmamıştır. Bizzat isimlerini vererek, kendi tanıdıklarının isimlerini saymıştır. Olaya katılanların, yani Şeyh Sait güçlerine arkadan vuranların tek tek kişilerle sınırlı olmadığı bilinmektedir. Hem Varto ve Bingöl’ün Xormek ve Lolan aşiretleri ve hem de Mazgirt ve çevresinin Dersim aşiretleri Şeyh Sait kuvvetlerine arkadan vurmuşlardır. Örneğin Zazaca konuşan Khuresu (Kureyşan), Şixmemedu (Şeyhmemedan) ile Kurmanci (Khurmanci/Kırdaşki) konuşan Sadu/Sadızu (Şadiyan) ve Xırancıku (Hıran) aşiretlerinin bazı kesimleri Şeyh Sait kuvvetlerine karşı savaşmışlardır. Dersimlilerin ve Dersim aşiretlerinin ezici çoğunluğu Şeyh Sait İsyanına karşı tarafsız kalmış, bir kısmı da sempatiyla yaklaşmıştır. Ancak küçük de olsa bir kesimi, bu isyana karşı savaşmıştır. Bu bilinen bir olgudur. Bunun hata olduğunu kabul etmek ve özeleştiri yapmak, özür dilemek erdemli bir davranıştır.


Peki bu yaklaşıma karşı çıkanlar neyi savunuyorlar? Eğer Şeyh Sait kuvvetlerine karşı savaşmalarının doğru olduğunu savunuyorlarsa, buyursunlar, yaklaşımlarını ortaya koysunlar. Biz de bilelim ki, kim neyi savunuyor. Şeyh Sait kuvvetlerine karşı savaşmanın doğru olduğunu savunanlar kimlerdir? Türk devleti ve Türk milliyetçileridir. Bunu anlıyoruz, çünkü ayaklanma, niteliği ne olursa olsun, Kemalist Türk devletine karşı düzenlenmişti. Peki Dersimlilerin bu ayaklanmaya karşı çıkmalarını veya savaşmalarını gerektirecek bir neden var mı? Denebilr ki aradaki ilişkiler iyi değildi, soğuktu, limoniydi. Ama yine de Sünni Zazalara –ve de Sünni Kürtlere- karşı savaşmak için geçerli bir neden göremiyorum. Tersine Sünni Zazalar’a ve Kürtler’e karşı savaşmanın doğru olduğunu savunan bir Dersimlinin, ilkel bir mantığın, ilkel bir mezhepçiliğin esiri olduğunu belirtmek istiyorum.


Alevilik ve Sünnilik (Müslümanlık), tıpkı Hıristiyanlık veya Yahudilik ve diğerleri gibi birer dindir, birer inançtır. Her din veya inanç farklı aşamalardan geçerek benimsenmiştir. Biri gönüllü, diğeri zoraki, biri kılıç zoruyla öteki barışçıl bir şekilde benimsenmiş olabilir. Bu dinleri eleştirebiliriz. Şahsen ben, öteki yaklaşımlar gibi, din ve inanç meselesine her zaman eleştirel yaklaşılmasından yanayım.


Din, siyasetin bir biçimidir. Din, kılık değiştirmiş siyasettir. Bazen, din kisvesi altındaki siyasetler de tarihsel olarak olumlu bir rol oynamış olabilirler. Ama genel anlamda belirtmek gerekirse din, sömürücü hakim sınıfların veya egemen güçlerin ve onların temsilcilerinin kitleleri aldatmak için kullandıkları gizemli bir silahtır. Esrardır, halkı uyuşturan afyondur. İnsanı yaratan tanrı değildir ama tanrıyı ve dolayısı ile dini yaratan insandır. Bilmem bunu başkaları söylemiş midir? İlk söyleyenin ben olduğumu sanmıyorum. İnsan, kendi yarattığı şeye tapmakta veya inanmaktadır. İşte ilkellik buradadır.


Bazen zalim güçler, din kisvesi altında, din düşmanları diyerek başka mazlum inanç veya din mensuplarını katliamlara uğratmış veya imha etmişlerdir. Bazen de aynı dine ve inanca mensup güçler, kendi dindaşlarına zulüm yapabilmişlerdir. Şeyh Sait Sünni Zaza’dır. Türk egemen güçlerinin resmi ve hakim dini de Sünni Müslümanlıktır. Ama Sünni Türkler, Sünni Zaza ve Kurmançlar’a zulüm yapmışlar, yapabiliyorlar ve yapıyorlar.


Unutmamak gerekir ki, özünde bütün dinler ve bütün inançlar aslında kaba bir ilkelliktir. Günümüzün değerleri meselelere, dinsel açıdan bakmaya izin vermez. Laiklik denilen olgu, böyle bir ihtiyacın ve zorunluluğun sonucu ortaya çıkmıştır. Dine ve inanca saygılı davranılabilir. Gerçeklik bunu gerektiriyor. Aynı şekilde, genel anlamda bütün düşüncelere karşı belli bir tolerans da şarttır. Ama bir dinin başka bir dine karşı tahammülsüzlüğü, bir mezhebin başka bir mezhebe karşı düşmanlığı, çağdaş demokrat bir tavır değil, olsa olsa ilkel-mezhepçi bir tavır olabilir. Tıpkı, bir ulusun, başka bir ulusa karşı düşmanlığının, ırkçı ve ilkel düşünüşlü bir milliyetçilik olması gibi.


Ermeni Soykırımını sorgularken, sadece Türklerin ve Kürtlerin değil, aynı zamanda Zazalar’ın ve Dersimliler’in de kendilerini sorgulamalarını belirtmiştim. Sadece Sünni-Müslümanlar’ın değil, Alevi inanç mensuplarının da kendilerini sorgulamalarını vurgulamıştım. Bazıları bu durumu Kürt düşmanlığı yapmak olarak değerlendirmişti. Bunu anlıyorum. Çünkü bunların ataları, Türklerle beraber Ermeni katliamlarına karışmıştır. Bunu gizlemek için, Türk devletinin inkar politikasına sarılıyorlar. Ama gerçekleri uzun süre gizlemek mümkün değildir. Er geç bir gün ortaya çıkacaklardır.


Bazı Dersimli kişi ve aşiretlerin, Ermeni kıyımında rol aldığını veya oynadığını belirtmiştim. Bazıları beni, “mobal” altına altına girmekle, altından kalkamayacağım şeyleri söylemekle eleştirdiler. Bazıları, açıkça Dersimliler’e iftira attığımı savladılar. Bazıları ise, Ermeniler’den özür dilediğim veya dilememiz gerektiğni savunduğum şeklinde meseleyi alaya aldılar. Ama bu durum hiç bir şekil de, Türkler’in yanında Kürtler’in Ermeni katliamının mimarları ve suç ortakları olduğu olgusunu ortadan kaldıramaz. Aynı şekilde bazı Dersimli aşiretler ve şahsiyetler ile Sünni Zazalar’a mensup bazı aşiret ve şahsiyetlerin, şu ya da bu biçimde, Ermani katliamlarında rol aldığı olgusunu da yok sayamaz. Tabii ki, bunların etraflıca ortaya konulması ve katılma oranlarının belirlenmesi gerekir. Ama küçük ve kısmi de olsa, genelleştirilmese de, bu durumun bir hata olduğu açıktır. Bence hatalarımıza karşı cesur ve doğru bir tavır takınmak, demokrat olmanın bir geregidir.



M. Hayaloğlu

04. Temmuz 2006


http://f25.parsimony.net/forum62148/messages/23578.htm 

http://www.iphpbb.com/board/ftopic-33096965nx69579-91.html


 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden