Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - 1937-1938’de Dersim’de neler oldu?_2

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => DERSİM ve DERSİM SOYKIRIMI => 1937-1938’de Dersim’de neler oldu?_2

<-Geri

 1 

Devam->


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
09.02.2009 20:50 (UTC)[alıntı yap]
Tekrar merhaba 1938


Üstte, 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası, altta Dersim isyanında yakalanan Kürtler.



Bütün insanüstü çabalarımıza rağmen bu 'eşkıya' meselesi hortladı da hortladı. Tek farkı, 1970 ve 80'lerde 'bölücü ve anarşist', şimdi de 'terörist' adını alması


23/12/2007


BASKIN ORAN (Arşivi)

Irak'a başarılı bir hava operasyonu yaptık. Son model uçaklarımız nokta atışıyla terörist yuvalarını dağıttı. Üstelik kış günü ve gece vakti. İki şey söylenebilir:
1) "Terör sorunu K. Irak'ı vurmadan bitmez" dediğimize göre bu iş herhalde artık bitmektedir,
2) Uluslararası bir tepki gelmemiştir.
Galiba, 1938 yılındayız. Çünkü bunlar o yıl da gerçekleşmişti.

İnsanüstü önlemler

Şeyh Sait isyanının hemen ardından Takrir-i Sükun Kanunu ve askerî harekatla yetinmeyip bir de gizli reform planı yaptık: Eylül 1925 Şark Islahat Planı. Burada her şeyi inceden inceye hesapladık. Kimi önlemler şöyleydi:
- Ermenilerden kalan arazinin Kürtlere kiraya dahi verilmemesi ve buraların evleri, hayvanları, tarım araçları ve bir yıllık geçimleri hükümet tarafından sağlanacak biçimde Balkan ve Kafkas göçmenleriyle iskan edilmesi. On yıl içinde buraya 500 bin göçmen yerleştirilmesi (md. 5).
- İsyanı bastırma masraflarının bölge halkına ödetilmesi ( md. 8 ).
- Bölgedeki 'tali memuriyetlere dahi Kürt memur tayin' edilmemesi. Burada görev yapacak jandarma dahil bilumum memurlara 'tahsisat-ı fevkaladelerinin' yüzde 75'i oranında zam verilmesi, ordu mensuplarına "1 ilâ 5 nefer tayını" oranında zam yapılması (md. 10).
- 'Aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan' il ve ilçelerdeki devlet dairelerinde, okullarda, 'çarşı ve pazarlarda Türkçeden maada lisan kullananlar'ın hükümet ve belediye emirlerine karşı gelmekten ve mukavemetten cezalandırılması (md. 13). (Bu ceza Kürtçe ve Arapça kelime başına 5 kuruş olarak gerçekleşecektir).
- 'Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe' asimile olmak üzere bulunan veya Arapça konuşan yerlerde acilen yatılı okullar ve 'mükemmel kız mektepleri' açılması (md. 14).
- Fırat'ın batısındaki dağınık Kürt yerleşimlerinde Kürtçe konuşmanın 'behemehal' yasaklanması ve 'kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe konuşmaları[nı]temin' (md. 16).
- Halktan para toplayarak 'hükümet binaları ve jandarma karakolları ve askeriye ve hudut karakolları'nın inşası (md. 17). Bu binaların telefon ve telsiz gibi modern araçlarla donatılması (md. 20). Kaçakçılığa karşı 'zırhlı otomobil' alınması (md. 22).
- Bölgeye 'ecnebi bir şahıs veya müessesenin' izinsiz girmesine engel olunması (md. 24).

İran'ı bile işgal ettik

Bunlara rağmen eşkıya 1930 Ağrı'da yeniden ayaklandı. Günün basını şöyle anlatıyor: 'Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk'ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltihak eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekatında imha edilenlerin sayısı on beş bin kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur. Bir hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekatına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı'da tarama harekatına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkanı tasavvur edilemez.' (Cumhuriyet, 16.07.1930).
Yine de isyancılar sıkıştıklarında İran'a ait K. Ağrı'ya geçip kurtuluyorlardı. O kadar kararlı hareket ettik ki, İran'ı güzellikle ikna edemeyince girip orayı işgal etmekten çekinmedik. K. Ağrı'yı topraklarımıza kattık. İsyan bitti. Kimsenin de hiçbir sesi çıkmadı (Türk Dış Politikası-1, İstanbul, İletişim Yay., s. 362).
Burada da askerî harekatla yetinmedik, 'gayet mahrem ve zata mahsus' bir Türkleştirme genelgesi yayınladık (Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri gizli belgeler, araştırmalar, notlar, Ankara, Öz-Ge Yay., s. 506-9):
- 'Yabancı lehçelerle görüşen köyler'den küçük dağınık olanları "civar Türk köylerine" dağıtılacaktır (md. 3).
- 'Bilhassa kadınlar arasında' Türkçenin yaygınlaştırılmasına çalışılacak, 'Türk kızlarının Türkçe konuşmayan köylülerle evlendirilmesi teşvik' edilecek, 'Türkçe bilmeyen köylü kadınları şehirlere celbed[il]erek Türk evlerine münasip hizmet ve suretlerle' yerleştirecektir (md. 10).
- "Dahiliye Vekili" imzalı genelge şöyle bitiyordu: '... hülasa dillerini, âdetlerini ve dileklerini Türk yapmak, Türkün tarihine ve bahtına bağlamak her Türk'e teveccüh eden milli ve mühim bir vazifedir'


Meseleyi kesin bitirmeye doğru: Dersim 1938

Ülke içinde fesat kaynağı olarak bir tek Dersim kalmıştı. Dağlar yüzünden girmek zordu. "Dersim temizlenmezse bu mesele bitmez" diyorduk. Çok planlı-programlı hareket ederek onu da bitirdik:
- Lider düzeyi: Şeyh Sait isyanından sonra 1927 ve 34'te iskan yasaları çıkartarak elebaşlarını batıya sürdük,
- Altyapı düzeyi: Dersim'e kolayca asker nakletmek için yöreyi kara ve demiryollarıyla ördük. Ahşap köprü ve karakolları betondan yaptık,
- Yasa düzeyi: 1935'te buranın adını değiştirecek "Tunceli Kanunu"nu çıkararak yörede farklı bir hukuk uygulamaya başladık. Bir korgenerali "Korkomutan" adıyla vali yaptık ve kendisinin "tecil" etmediği durumlarda idam cezalarının derhal infaz edilmesini öngördük (kanun md. 33).
- Uluslararası hukuk düzeyi: 1937'de Sadabad Paktı'nı imzalayarak, İran ve Irak'a kaçmak isteyecek şakilerin (Çoğulu: Eşkıya; o zamanlar adları böyle idi) geri verilmesini sağlama bağladık (Pakt md. 7).
C. Bayar'ın, 1 Kasım 1938'de, hasta olan Atatürk'ün şu sözlerini okuyarak Meclis'i açması olayı bağlıyordu: 'Tunceli'deki toplu şekavet hadiseleri bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur' (Der. Nimet Arsan, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, I. Cilt, Ankara, TİTE, 1961, s.406).
Bütün bunlar 3 noktada özetlenebilir:
1) Çok kararlı davrandık. Günün en son silah ve iletişim teknolojisini kullanarak bütün gücümüzle vurduk,
2) Askerî harekatla yetinmedik; komple reform planları yaparak herkesin Türkleşmesi için düşünülebilecek bütün önlemleri aldık,
3) Uluslararası ortam fevkalade müsaitti. 1929 Büyük Bunalımı'ndan ve özellikle de 1933'te Hitler'in iktidara gelmesinden sonra, dünyanın ağzının içine baktığı İngiltere ve Fransa, hızla savaşa giden ortamda Almanya'ya yanaşmasın diye Türkiye'nin ağzının içine bakıyordu. Atatürk bundan ustaca yararlanmasını bildi. Bu fevkalade uluslararası koşullarda ve Kürtlerin entelijansyasının bulunmadığı bir dönemde bu önlemler teker teker gerçekleştirildi.
Ve böylece bütün isyan odaklarını yok ettik. Mutlak bir iç barış sağladık. Hiçbir ülkeden de en ufak itiraz gelmedi. Atatürk'ün önderliğinde herkes Türk oldu.

Anlamıyorum

Fakat hiç anlamıyorum. Bütün bu insanüstü çabalarımıza rağmen bu "eşkıya"meselesi hortladı da hortladı. Tek farkı, 1970 ve 80'lerde "bölücü ve anarşist", şimdi de "terörist" adını alması. Hiç kuşku yok, bunun sebebi bizim büyük devlet olmamızı istemeyen dost ve müttefiklerimizdir. Son biçimiyle de, misyoner faaliyetleri. Başka sebep düşünemiyorum. Çünkü biz yapılabilecek her şeyi hiç eksiksiz yapmıştık.
Ve şimdi 1938'i televizyondan izledikçe titriyorum. 1938'e dönmek ve orada kalmak istiyorum. İstiyorum da, Atatürk devrinde en müsait iç ve dış durumlarda olamayan şimdi nasıl olacak?

Biz acaba neyi eksik bıraktık?


http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7805




_________________________________________________________________


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
09.02.2009 20:54 (UTC)[alıntı yap]

Şeyh Said'den Dersim'e


Kadiri şeyhi Şeyh Said (solda).
Yanda, Dersim isyanında idam
edilen Seyit Rıza (ortadaki).




Aralık 1935'de Tunceli Kanunu çıkarılır ve Dersim'in adı Tunceli olarak değiştirilir. Ocak 1936'da Elazığ, Tunceli, Erzincan, Bingöl, Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illerini kapsayan Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kurulur


12/02/2006


AYŞE HÜR

Resmi tarihe göre, Kürtler 1803'ten 1914'e kadar 12 defa ayaklandılar. Sonuçlardan biri, Türkçü Osmanlı aydınlarından Naşit Hakkı'nın dediği gibi, Osmanlı'nın Alevi Kürtlerin yurdu "Dersim'e sefer edip zafer eyleyememesi" oldu. Sünni Kürtlerle II. Mahmud'un başlattığı zorunlu askerlik uygulaması ve 1858 Arazi Kanunu ile bozulan ilişkileri ise ne Abdülhamid'in Hamidiye Alayları ne de Aşiret Mektepleri düzeltebildi. Cumhuriyet kadroları ise işi kökten halletmeye kararlıydı. Gerçi, 1921 Koçgiri İsyanı'nı "Türkiye'de Zo (Ermeniler) diyenleri temizledik. Lo (Kürtler) diyenlerin köklerini de ben temizleyeceğim" diyen Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki Topal Osman'ın gönüllüleri şiddetle bastırdı, ama Mustafa Kemal'in sonraki tutumu gayet yumuşak oldu. İdama mahkum edilen 117 kişiden elebaşları hariç hepsi affedildiği gibi, bazı Dersim ağaları mebus olarak Ankara'ya davet edildi. Ne yazık ki bu barış hali kısa sürdü. Bir süredir Diyarbakır havalisinde "din elden gidiyor" yolunda vaazlar veren varlıklı ve eğitimli Kadiri şeyhi Said'in, 13 Şubat 1925'de Bingöl'ün Piran köyündeki evine sığınan altı asker kaçağını almak üzere gelen jandarma birliğine ateş açmak zorunda kalmasıyla erken patlayan isyan önemli bir dönüm noktası oldu. Şeyh Said'in yandaşlarına şöyle seslendiği rivayet olunur: "Artık bu işi durdurmak elimde değildir. Ne netice verirse versin harekata devam edeceğiz. Kürtlerin bulundukları yerleri Türklerin elinden alacağız. Topraklarımız verimlidir. Madenlerimiz çoktur, bunlardan yararlanacağız." (Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması. Şeyhin konuşmalarındaki ulusal ve dinsel temalara tam o günlerde yerel beylere ödenen Aşar vergisinin kaldırılmasından kaynaklanan feodal öfkeyi de eklersek, bu isyanın arka planını biraz daha iyi kavrarız.

İngiliz parmağı mı?

Her şeyi dış güçlere bağlamayı seven resmi tarihçiler ise, Şeyh Said'in bir adamının isyan öncesinde İstanbul'da kendisine İngiliz ajanı Mr. Templeton süsü veren Nizamettin Bey adlı bir istihbaratçı ile temasa geçmesini olaylardaki "İngiliz parmağına" kanıt olarak gösterir. Bu iddiayı, Bakanlar Kurulu'nun 3 Mayıs 1341[1925] tarihli kararnamesi yalanlar: "Öson isyan ve irticâ olayının basınımızda ve özellikle İstanbul basınının büyük bir kısmında genel bir Kürt ayaklanması şeklinde gösterilmesi, iç ve dış düşmanlarca propaganda zemini ittihaz edilmekte olduğundan ve esasen sınırlı bir sahada çeşitli emeller ve iğfalât (aldatmalar) neticesi oluşan olayın büyütülmesi uygun olmadığından, isyanın ayrımcılıktan ziyade irticâî cehalet ve aldatma neticesi zemininde yayın yapılması için gereğinin yerine getirilmesi teklif olunmuştur."
"Sınırlı" olduğu bizzat hükümet tarafından itiraf edilmesine karşın 14 doğu vilayetinde sıkıyönetim ilan edilir. Ardından 1920 tarihli Hıyaneti Vataniye Kanunu'na dinin siyasal kullanımını vatana ihanet suçu sayan bir madde eklenir. Başbakan Ali Fethi (Okyar) Bey'in hükümeti "pasif davrandığı" için düşürülür. Yeni İsmet Paşa kabinesinin ilk icraatı, hükümete iki yıllık bir süre için neredeyse sınırsız yetkiler veren Takrir-i Sükun (Huzur ve Güveni Sağlama) Kanunu ile biri Doğu için Diyarbakır'da, diğeri öteki bölgeler için Ankara'da olmak üzere, iki İstiklâl Mahkemesi'nin kurulması olur. Sonuçta, isyancılar düzenli ordu güçleri karşısında ancak 1,5 ay dayanırlar. 15 Nisan'da yakalanan Şeyh Said, 48 yandaşıyla birlikte 28 Haziran'da Diyarbakır'da yerli ve yabancı erkanın huzurunda idam edilir. Bundan 25 gün önce de muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası isyana destek verdiği iddiası ile kapatılır. Peki ülkeye huzur ve güven gelmiş midir?


Tedip ve tenkil

İlginçtir, Genel Kurmay belgelerinde, 1924-1938 döneminde yaşanan 17 Kürt isyanının yarısı "ayaklanma" diye tanımlanırken, diğer yarısı "harekat", "tedip" (terbiye etme) ve "tenkil" (örnek olarak ceza verme) olarak adlandırılır. Tedbir diye akla gelen ise, önde gelen Kürt ailelerini ülkenin Batı vilayetlerine sürmektir. Ancak 1927 ve 1929 tarihli tehcir yasaları caydırıcı olmayınca, Mayıs 1926 ile Eylül 1930 arasında fasılalarla gerçekleşen üç Ağrı ayaklanması dolayısıyla son derece sert bir yasa çıkarılır. Olaylara müdahale eden güvenlik güçlerinin nelerden muaf olduğuna dair bir fikir vermek için 1930 tarihli 1850 sayılı yasanın ilk maddesine bakalım: "20 Haziran 1930'dan 10 Aralık 1930'a kadar, devlet ya da vilayet temsilcileri, askeri ya da sivil yetkililer, jandarma ya da korucular ya da üst makamlara yardım eden veya tek başlarına hareket eden siviller tarafından, Erzincan Vilayeti'ndeki Pülümür ve Birinci Müfettişlik bölgesi dahil olmak üzere, Erciş, Zilan, Ağrı Dağı ve çevreleyen bölgelerde meydana gelen isyanların takibi ve bastırılması sırasında tek başına ya da topluca işlenen cinayetler ve diğer eylemler suç olarak görülmeyecektir." Yani atış serbesttir! Nitekim üçüncü ayaklanmayı izlemek üzere bölgeye giden yarı-resmi Cumhuriyet gazetesinin yazarı Yusuf Mahzar, 16 Temmuz tarihli haberinde müjdeyi verir: "Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadar şaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk'ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkiyaya iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan Harekatı'nda imha edilenlerin sayısı 15.000 kadardır. Zilan deresi ağzına kadar ceset dolmuştur..."

Zilan Deresi'ni cesetlerle doldurursa sorunu çözeceğini düşünen İsmet İnönü, "Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur" derken (Milliyet, 31 Ağustos 1930) Ödemiş'te seçmenlere bir konuşma yapan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt baklayı ağzından çıkarır: "Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!" (Milliyet, 19 Eylül 1930)

"O bölgeye ayıracak zaten fazla para yoktu. Yani ülkenin olanakları bu kadardı ancak, özellikle de fazla yatırımdan kaçınılırdı. 'Bunları uyandırmamalıyız, yol yaparak, okul yaparak milliyet hissi uyandırılmamalı' yaklaşımı egemendi. Fevzi Çakmak, 'ne okulu bunların cahiliyle baş edemiyoruz, okumuşu ile nasıl baş edeceğiz' demişti". Bu sözler 1932-1948 arasında emniyet teşkilatında görevler alan, 1965-1978 arasında ise aralıklarla dışişleri bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil'e ait. (Anılarım, 1990) Fevzi Çakmak'ın "o bölge" dediği yer ise şimdiki adı Tunceli olan Dersim. 1928-1932 arasında birkaç kez silahlarını ve bölgeye sığınmış Koçgiri isyancılarını teslim etmeleri için sıkıştırılan Dersimliler yine Naşit Hakkı'nın deyimiyle "kapılarını misilsiz bir inatla içerden kilitleyince", asırlık kilidi ne pahasına olursa olsun açmaya yeminli olan devletin aklına dahiyane (!) bir fikir gelir: Aralık 1935'de Tunceli Kanunu çıkarılır ve Dersim'in adı Tunceli olarak değiştirilir. Ocak 1936'da Elazığ, Tunceli, Erzincan, Bingöl, Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illerini kapsayan Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kurulur ve başına Dersim Valisi ve Kumandanı sıfatıyla, Koçgiri şahini Sakallı Nurettin Paşa'nın damadı Abdullah Alpdoğan atanır. Tunceli yasak bölge ilan edilir, giriş çıkışlar özel izne tabi tutulur. Ve görünen köy kılavuz istemez, gerginlikler sonucu çıkan küçük çatışmaları Koçgiri isyanının lideri Alişer Bey'le aynı aşiretten olan Şeyh Rıza liderliğindeki kalkışma izler. Diyarbakır'dan kalkan uçaklar (Mustafa Kemal'in manevi kızı Sabiha Gökçen de pilotlardan biridir) yöreye bombalar yağdırır. Sonuçta 31 Ağustos 1938'e kadar isyanın liderleri ele geçirilir ve bölge tümüyle boşaltılır.

Çağlayangil anılarında, "Elazığ'da bekleyen beyaz donlu 6,000 Doğulu Pertek'teki Singeç köprüsünün açılışına giden Mustafa Kemal'den Seyit Rıza'nın hayatını bağışlanmasını istemesin diye" her türlü hukuk ilkesini çiğneyerek, tatil günü, gece demeden, otomobil farlarının ışığı altında isyancıların davasını alelacele nasıl sonuçlandırdığını pek güzel anlatır. Mahkemenin verdiği 11 idam cezasının dördü yaşlılık gerekçesi ile 30 yıla çevrilmiş, Seyit Rıza ve altı yandaşının idam hükmü 18 Kasım 1937'de Elazığ Buğday Meydanı'nda infaz edilmiştir. Ölülerin bedenleri ise Elazığ'da dolaştırılır ve "mezarları türbe olmasın diye" yakılır. Yıllardır resmi tarihçilerce tekrarlanan, Seyit Rıza'nın idama giderken "Yaşasın Kürdistan!" dediği meselesine Çağlayangil şöyle açıklık getirir: "Son sözünü sorduk, 'kırk liram ve saatim var, oğluma verirsiniz' dedi. Oğlunun asılacağını bilmiyordu.(.) Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. 'Evladı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdur. Cinayettir' dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü, çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu infazını gerçekleştirdi". Kürt beylerinden Nuri Dersimi ise bu sözlerin Zazaca olmadığına dikkat çekerek, Seyid Rıza'nın sadece Zazaca "şerefsiz ve yalancı hükümet" dediğini iddia eder. Başbakan İsmet İnönü idamdan sonra "Dersim müşkilesinden kurtulduk" der. Tahminlere göre 110 bin nüfusu olan Dersim'in 72 bin kişisi ülkenin değişik bölgelerine sürülür. Dağlara sığınanların mücadelesi 1946 affına dek sürer, bölgenin yasak bölge olmasına ise ancak 1948'de son verilir. Hikâyenin devamını anlatmadan bir kez daha soralım: Başımızdaki dert 20 yıllık terör meselesi mi, yoksa 80 yıllık Kürt meselesi midir? Yoksa ortada aynı zamanda bir de Türk meselesi mi vardır?



http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=5542

Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
09.02.2009 21:40 (UTC)[alıntı yap]


DERSİM 37- 38 ÜZERİNE



Yaşar Kaya

Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı



Bıra na zalumu ma qırr kerdimê
Cendegê ma kerdi verê tij u vayi
Bêmezel u bêkefen şime


(Kardeş bu zalimler bizi katlettiler,
Cesetletimizi güneşin ve rüzgarın önüne attılar,
mezarsız ve kefensiz gittik).


1937-38 yıllarında, yani İkinci Dünya Savaşı arifesinde Hitler Yahudi soykırımı
yaparken Anadolu’nun ücra bir köşesinde mazlum bir halk vahşice katliama
uğruyordu. Munzur aylarca insan cesetleri taşıdı, mağaralarda insanlar gaz
ile zehirlendi, insan etiyle beslenen köpekler çıldırdı. Kadın, çocuk ayrımı
yapmaksızın 40 ila 70 bin civarında Dersimli öldürüldü. Öldürülenlere bir
mezar bile nasip olmadı. Bu gün Dersim topraklarında, mağaralarda hala
insan kemiklerine rastlanır. Dersimin sesi yanlızca Laç Deresinden duyuldu,
yalçın kayalardan yankılandı. Kayalıklardan Munzura atlayan genç kızlarımızın
çığlığı, susuzluktan ağlayan bebeklerin sesi duyulmadı. Aradan geçen 70 yıl
sona ancak zayıf ve ürkek sesler yükseliyor. Dersim 70 yıldır vicdanları
kanatan bir yara. Bu mesele inkar edilerek çözülemez, gerçekler er ya da
geç açığa çıkacaktır. Demokrasi, özgürlük ve kardeşlik istiyorsak cesaretle
tartışmalıyız. Tarihte bir daha Dersimler, Sivaslar, Çaldıranlar, Koçgiriler
olmasın istiyorsak bu karanlık sayfaları aydınlatmalıyız, kendi tarihimizle
yüzleşmeliyiz.


Dersim’de İsyan Olmadı, Katliam Yapıldı


Toplum olarak yakın tarihimizi gün gün unuttuğumuz bir gerçekken,
uzak tarihimizi hemen hiç hatırlamadığımız bir başka yakıcı gerçek.
Dersim ‘37/’38 de neler oldu? Resmi tarih savunucuları bu konuda
tam bir ölüm sessizliği içindeler, sanki tarihin bu kanlı kesitinde hiç
bir şey yaşanmadı. Dönemin gazeteleri küstahça başlıklar atmakta,
kahramanlık destanları yazmaktaydılar. Dersim 1937-38, çoğu zaman
eksik ve yanlış bilgilerle -kimi zaman da çarpıtılarak- “kanlı bir isyan”
olarak nitelenir. Bu durum bugün basitleştirilmiş olduğu fark edilmeden
bir “isyan kahramanlığı” böbürlenmesine neden olmaktadır ki, gelecek
kuşakların bu kof böbürlenme üzerinden kavrayacağı “isyan” anlayışı
yanlıştır ve katliamcıların argümanıdır. Dersim’de yapılan en fazlasından
nefsi müdafaadır. Kendisini katledip öldürmek amacıyla gelen silahlı
güçlere karşı kendi eşini, çocuğunu koruma refleksidir. Dünya ise
böylesi bir vahşetten haberdar bile olmadı. Haberdar olan Komintern
ise “gerici köylü ayaklanması” diyerek katillere destek çıktı.


Dersim neden katledildi?


“Tek millet, tek mezhep” yaratma zihniyetinde olan Türk milliyetçileri
uygun bir zamanda Dersim Kırmanclarını ortadan kaldırmayı baştan
beri planlamaktaydılar. Çünkü onlara göre azınlıklar yalnızca Lozan
Anlaşmasında adları anılan Ermeni, Rum ve Musevilerdi. Türkiye de
yaşayan herkes Türktü, bütün Türkler ise Sünniydi. Dersim’de ne
Türkçe konuşulmaktaydı, ne de Dersimliler Sünniydi. Diğer bir
anlatımla Dersim ne camide, ne de milliyette bu zihniyet sahipleri
ile buluşmaktaydı. Tek millet, tek mezhep nidaları atıp, farklı fikirleri
bir zenginlik olarak değil de, bölücülük olarak gören zihniyet, etnik
ve inançsal bir katliama zemin hazırlamıştır. Bu gün bu zihniyet aynı
katılıkta olmasa da devam etmektedir.


Laç Deresi direnişini anlatan ağıtta Dersimlilerin meseleye nasıl
baktıkları açık bir şekilde görülmektedir:

De halo halo
Halê ma yamano
Ordiyê Tırki gurlax amo
Dorme ma çorali qapano
Pırodê bıra pırodê
Na qewxa aşiro niya
Merevê Dersimi u zalımona Tırkano

(Hal hal hal,
Halimiz yaman,
Türk ordusu etrafımızı kapatmış,
Vurun kardeşler vuralım,
Bu kavga aşiret kavgası değil).

Dersim 37 / 38 Kerbela’nın, Çaldıran’ın devamıdır

15 Kasım 1937 tarihinde idam sephasına yürüyen Seyit Rıza’nın son
sözleri “Ewladê Kerbelayme, bêxeta u bêgunayime, no zulmo,
cinayeto” olmuştu. (Kerbela evladıyız, hatasız ve günahsızız,
bu yapılan zulümdür, cinayettir). Demenanlı Usenê Boro Bınen
Sogaige de Kureşanlı pirleri ile beraber yaşadıkları katliamı anlatırken:
“Ma berdime serê kemeri, tij hona eşt bi, Bavaunê ma zona ke ma
qırr kenê. Amay zoniyu ser, ver çarna ve Duzgın Bava, vakê:
“Ya Usenê Kerbelay, ewro roza tuya” (Ya Kerbelanın Hüseyini,
bugün senin günündür). Dersimliler halk anlatımında da,
38 ağıtlarında da bu kara günleri Kerbela ile özdeşleştirirler.
Devlet de meseleye böyle bakmaktadır. Jandarma Genel
Komutanlığı`nın Dersim Raporunun 36. sayfasında Çaldıran’daki
Sünni ittifakının önemine atıfta bulunularak: "Yavuz Sultan
Selim`in gazabı olmasaydı, bugün güzel Türkiyemizde bir
tek Sünniye tesadüf etmek imkanı belki de mümkün olmayacaktı”
denilmektedir. Dersim sorunu aynı zamanda Alevi Kızılbaş sorunudur.
Dersim 37 / 38 katliamı ise Kerbela’nın, Çaldıran’ın bir devamıdır.


Dersime Resmi Bakış


Ayşe Hür 19-23 Ekim 2008 tarihleri arasında Taraf’ta yayınlanan
‘Osmanlı’dan Günümüze Kürtler ve Devlet’ başlıklı yazı dizisinin
‘Devletin isyanları önleme reçetesi’ adlı dördüncü bölümde durumu
şözle özetliyor: “Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, Şubat 1926’da
hükümete sunduğu raporda, “Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir
çıbanbaşıdır. Bu çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve elim
ihtimalleri önlemek, memleket selameti için mutlaka lazımdır” demişti.


1931’de Birinci Umumi Müfettişi İbrahim Tali (Öngören) yöntemi açıkladı:
“A. Bütün Dersimin hariçle münasebetini kat ederek (keserek) bu yüzden
taarruzlarına ve ticaretlerine mani olmak, aç kalacak halkı zamanla
kendiliğinden ilticaya icbar etmek (zorlamak) ve şu suretle Dersimi
fenalardan tahliye.

B. Her tarafı esaslı surette kapadıktan sonra ihata çemberini tedricen
darlaştırmak ve fenalıklardan dolayı yakalananları derhal Dersimden
çıkarak Garba atmak ve serpiştirmek.”

Jandarma Umum Komutanlığı’nın “Erkânı Harbiye Reisi’ne (Genel
Kurmay Başkanlığı verilen “Dersim” adlı raporda ise açık konuşuluyor:

b. İcap eden yerlere Blok havuzlar yapılması, (Barajlar)

e. Yüksek idare memurlarına adeta koloni idaresindeki selahiyetin verilmesi,

f. Propagandaya kuvvet verilmesi ve Türklüğün telkini

Tedbirlerin devamında:

1.Dersimde bu günkü vaziyetin idamesi tehlikelidir.
Bu vaziyet Dersimlinin maneviyatını takviye etmektedir.

2.Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi
Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder.

3.Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı. Türk camiası i
çinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukukuna
mazhar kılınmalıdır.”... (S. 183, 184)



Yapılan Planlar Adım Adım Uygulanıyor


Devlet uzun yıllardan beri yaptığı planları hayata geçirmeye başladı.
Artık sıra yıllarca yazılıp çizilen planları uygulamaya gelmişti.


· 25 Aralık 1935’de Tunceli Kanunu çıkarıldı.

· 6 Ocak 1936 Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu ve
başına General Abdullah Alpdoğan atandı. (Kendisi aynı zamanda
Koçgiri katliamını yapan Sakallı Nurettin Paşa’nın da damadıdır)

· 1-3 Mayıs 1937 tarihinde Sabiha Gökçe’nin de katıldığı 15 uçaklık
bir filo Zel, Kırmızı Dağ, Yukarı Bor (Keçizeken) çevrelerini bombalar.

· 4 Mayıs 1937 tarihinde toplanan Bakanlar Kurulu bir kararname
ile Dersimde yapılacak olan soykırıma resmi onay verdi.

Sahan Ağa ve Alişeri Öldürüldüler

9 Temmuz 1937 Alişer Efendi, eşi Zarife ile beraber Rayver haini
tarafından öldürülür. Alişer’in kesik başı jandarmaya teslim edilir.
Rayver ise Oğlu Ali Haydar ile beraber 38 katliamı sonrası devlet
tarafından öldürüldü.

28 Ağustos 1937 de Baxtiyar Aşireti reisi Sahan Ağa, üvey kardeşi
Hıdır tarafından uykudayken öldürülerek başı kesilip Hozat
Jandarmasına götürüldü. Kendisi ise Hozat dönüşü öldürüldü.

Sahan Ağa üzerine yakılan ağıt da

Sahan Ağaê mı ke şiyo nêşiyo
Şikiyo tılsımê Kırmanciye

(Sahan Ağa gitmiş gitmemiş,
Kırmanciye’nin tılsımı kalmadı

Böylece Dersim’in iki kartalı satın alınan iki hain tarafından
öldürüldü. Dersim hem güçten düşmüştü hem de bu alçakça
saldırı Dersimlilerin moralini bozmuştu.


Dersim Seyitleri İdam Edildiler


Dersim’in yakalanan aşiret önde gelenleri ise Elazığ’da tercümanın bile
bulunmadığı bir mahkemeye çıkarılarak göstermelik yargılanmaktaydılar.
Amaç Dersimin hatırı sayılır önde gelenlerini ortadan kaldırmaktı ve
direncini kırmaktı. Ismarlama kararda 7 kişi idam, 37 kişi ise ağır
hapis cezalarına mahkum edildi. İdam kararları Ankara’dan özel
görevlendirilen İhsan Sabri Çağlayangil tarafından yerine getirilmişti.
Mahkeme, kararını 14 Kasım 1937 Pazar günü vermişti. İdamların
infazı ise yalnızca bir kaç saat sonra 15 Kasım 1937 günü gerçekleştirildi.
İdam edilenler şunlardı: Seyit Rıza, Usenê Seydi, Fındıq Ağa, Hesen Ağa,
Resık Usen, Ali Ağa ve Hesenê İvraimê Qız. İdam edilenlerin naaşları
ve emanetleri yakınlarına teslim edilmeyerek meçhul bir yere gömüldüler.


İşte bu nedenle, Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu, (FDG)
Tunceli Dernekleri Federasyonu (TUDEF) ile beraber
Seyitlerimizin mezarlarının bulunması için başlattığı imza kampanyasında:
“Olağanüstü bir dönemin mağdurları olan Seyit Rıza ve arkadaşlarının
mezar yerleri aradan geçen 70 yıl sonra artık açıklanmalı ve naaşların
aile mezarlığına defnedilmesine izin verilmeli ve yaşanan haksızlığın
giderilmesi için ilk adım atılmalıdır.

Bu nedenle, biz aşağıda imzası bulunanlar yukarıda isimleri yazılı
Dersim Seyitlerinin mezar yerlerinin açıklanmasını, naaş ve diğer
emanetlerin yakınlarına teslim edilmesini talep ediyoruz” diyor.


Dersim Kızılbaş Ocaklarına Saldırı ve Katliam


Sırada Dersim Ocakları vardı. Çaldıran Sünni ittifakından sonra
Dersim Alevi Kızılbaş coğrafyasının yıkılmaz tek kalesi olarak
Anadolu topraklarında ayakta kalmaktaydı. Neredeyse bütün
Kızılbaş Ocaklar Dersim topraklarındaydı, bütün Kızılbaş
Alevilerin pirleri Dersim’den gitmekteydiler. Pirlerin ve
Seyitlerin Dersim üzerindeki etkileri çok büyüktü ve halkı
bir arada tutmaktaydılar. Devlet de bu durumun farkındaydı.

Genelkurmay’ın Dersim raporunda Dersim Seyitlerini,
Pirlerini aşağılanmakta ve onların öldürülmesini yetersiz
bularak yerlerine geçebileceklerin de etkisiz hale getirilmesi
önerilmektedir. Bu amaçla Bava Mansur Ocağı Mazgirt’in
Muxundi köyünde basılarak Seyitler öldürülür. Sarı Saltık
Ocağı Hozat’ta basılarak Seyit Seyfi başı ezilerek yine aynı
ocaktan Ali Efendi ise kurşuna dizilerek katledilir. Bağin
köyünde olan Ağuçan Ocagı basılarak 13 kişi öldürülerek
yakılır. Kureyşan Ocağı Nazimiye’de, Dewres Cemal Ocağı
Hozat’ta basılarak ocak sahipleri katledilir.


Toplu kıyımların yapıldığı bazı yerler


Katliam ve soykırım için artık bütün koşullar oluşturulmuştu, dünya
koşulları da buna uygundu. 1938 Temmuz ayında kitlesel kıyımlar
başlatıldı. Toplu kıyımlar Eylül ayının sonlarına kadar devam etti.
Katliam’ın yapıldığı bazı yerler şunlardır: Ali Boğazı, Hozat Kışlası
Civarı, Lolan Taneri, Zımek Köyü, Halvoriye, Heniyê Dızdu, Şine,
Inciga, Xeçe, Hopıke, Çemişgezek altındaki dere, Tekke Köyü,
Sıçan Gediği, Çelemuru Deresi, Pertek, Laç Deresi, Muxundi,
Çuxure, Pax, Kalosan Deresi, Kertê Mazgerdi, Koê Sıpe, (üç yerde)
Hegao Pil, (Pulemuriye) Marçig, Saar, Verê Sogaigê de Dara Tope,
Vankug, Pê Derê Bımbarek de Derê Çêqeru, Koê Jele, Mığarê Tewrasiye.


Sürgün ve Dersimli Çocukların Dramı


Katliamdan sağ kurtulabilenler ise Kayseri’nin ötesi olmak üzere
sürgüne gönderildiler. Yanlız bu sürgünü ötekilerden ayıran
belirgin bir özelliği vardı, sürgünler değişik kentlere, ilçelere
ve köylere teker aile olmak üzere dağıtıldılar. Bir köye iki aile
dahi verilmedi. Bu muhacirlerin birbirilerini ziyaret etmeleri
dahi yasaklanmıştı. Dersim köylüleri dillerini bilmedikleri,
inançlarına saygı gösterilmeyen köylerde yaşamak zorunda
kaldılar. Binlerce aile parçalandı, pek çok Dersimli sürgünden
dönemedi, insanlar hala yakınlarını aramaktadırlar. Binlerce
Dersimli çocuk savaş ganimeti gibi beraber götürüldü. Bu
çocuklar ya evlatlık alındı ya da çocuk yetiştirme yurtlarına
verildiler. Aradan geçen 70 yıla rağmen Dersimliler hala
yakınlarını aramaktadırlar. Dersim’in önemli bir bölgesi
1947-1950 yılına kadar yasak bölge ilan edildi.


Tarihi haksızlığı gidermek için taleplerimiz şunlardır:


1- 14 Kasım 1937 de idam edilen Dersim Seyitlerinin mezarlarının
yeri açıklanmalı, maktullerin emanetleri yakınlarına iade edilmelidir.
Dersim Seyitleri’nin mezarları kutsal Dersim topraklarına taşınmalıdır.


2- 1938 katliamından sonra ailelerinden koparılan veya aileleri katledilen
kimsesiz çocukların akibeti açıklanmalıdır. Evlatlık edinilen ya da Çocuk
Yetiştirme Yurtlarına verilen Dersimli çocukların tam listesi açıklanmalıdır.
Böylece parçalanmış aileler yaşayan aile bireyleri ile ilişki kurabilirler.


3- Sürgün edilenlerin tam listesi, bunlardan ne kadarının geri döndüğü,
ne kadarının kaldığı açıklanmalıdır, döneme ait bütün arşivler açılmalıdır.


4- 1937/38 katliamında ne kadar insanın hayatını kaybettiği açıklanmalıdır.


Son olarak


Dersim 37/38 davası siyasal çıkarlara kurban edilmeden, kriminalize
edilmeden, masumiyet ve gerçeklik hattında yürümelidir. Bu davanın
çok boyutları olduğu unutulmamalı. Bu dava uzun soluklu sabırlı bir
çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Amacımız, kin ve nefret uyandırmak
değil, intikam almak hiç değil. Şiddetten ısrarla uzak durmalı ve
çağımızın gereklerine uygun mücadele yöntemleri esas alınmalıdır.
Dersim ‘38 davası bir insanlık davasıdır. Bu dava aydınlatıldığında,
Seyitlerimizin Mezarları kutsal topraklara taşındığında; yetim çocukların
çığlığı kulağımızdan gidecek, Seyitlerimizin ruhları rahat edecektir,
biz de o gün boynumuzun borcundan kurtulacağız.





Not: Bu Yazı Alevilerin Sesi Dergisinde yayınlanmıştır.


http://www.dersimnews.com/Dersim-38/Dersim-37--38-Uzerine--269.htm

http://www.sansaderesi.com/forum/index.php?topic=285.0




Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
09.02.2009 21:44 (UTC)[alıntı yap]
DERSİM 38’ İN ADI NEDEN ‘TERTELE’DİR?



‘Dahili meselelerimizin en önemlisi Dersim meselesidir. Bu bir çıbandır.
Neşter vurup kökünden kazımamız lazım’


Dersimin dört yanı Kemalizmin tek din, tek dil, tek ırk siyasetine teslim
olmuş.


Dersim, Munzur silsilesinin doğu, batı, güney ve kuzeyi olarak asırların
saldırısı ile küçülsede kendi başına Kemalizme teslim olmadan duruyordu.
Bu nedenledir ki, Mustafa Kemal konuşmalarında yukarıdaki belirlemeyi
yapar.


Türk tarihinin saldırgan yazarları Dersime yapılan seferlerin sayısını,
onbir askeri harekattan yüzbir harekata kadar değişik rakamlarla
yazarlar. Bu sayıları, Osmanlıdan beri süregelen katliamların
arşivlerinden çıkardıkları kesindir. Daha da önemlisi! Osmanlı
toprakları içinde sayılan hiçbir bölge halkına karşı bu denli uzun
süreli ve kesinlikle yokedici sonuç almak için ardı kesilmeyen
seferler yapılmamıştır.


Bunun nedeni, Dersim Kızılbaşlığının, Kırmanciya Beleke nin
etrafındaki halklardan farklı, özgün tarihsel değerleriyle örülü
yapısı ve yaşamıdır. Yeryüzünde böyle devasa ordularla,
asırlarca yapılan katliam ve talan seferlerine rağmen yaşamayı
başaran bir başka halk yoktur sanırım.


Türk tarihinin yazdığı, ‘sonuçsuz kalan 101 sefer’ başlığına
bakıldığında, Dersim coğrafyasını binlerce yıldır yurt edinen
toplumsal düzenin, çevredeki halklardan ve idarei otoritelerden
ne kadar farklı olduğu daha rahat anlaşılır.



Daha önce yapılan katliam ve saldırıların hiçbirine, Dersimlilerin
Tertele adını koymadıklarını biliyoruz. Bu bir tesadüf değil,
uygulamların biçimine göre gerçekçi bakış ile yapılan tanımlamadır.
Bizm baba ve dede kuşağı yakın tarihteki şu saldırıları anlatırdı.

Tanımlamaları aynen ana dilde konuştukları gibi aktarıyorum:
‘Hukmaté Tırku waxto ke ame aşiruné cori ser’ Buyer ve Gurk
dağları eteklerindeki Aşiretlere yapılan saldıryı anlatıyorlardı.

‘Waxtoke hukmat ame Qozu ser, Ordi ame Derê Ali. Qırkerdena
Qozu’ Waxtê dewleta Omer Osmani de. Hirê reê ordi onto Heyderu
serke, qırkeré.

Haydaranlılarla ilgili saldırıya gelen son komutanın Müşür Paşa
olduğunu, o saldırıya karşı çatışmalara girenlerin bazıları 1938
kadar yaşamış, 38 katliamında öldürülmüşler. ‘Qırkerdena Pilvançku.’

Qırkerdena aşirunê Mazgeri.

Mazgirt aşiretlerine yönelik yapılan saldırılarda, yöre halkı Haydaran
ve Arêzan dağlarına kadar çekiliyor. Bizim büyükler anlatırlardı.
Muxundunun Kardere Köyünden Mustafa amca, (Mustafa xoca,
mıle, Mustafa Coşkun) o saldırıda Haydaran tarafına geçip Hıdır
ağanın Zağge köyünde bir süre kaldıklarını bana 1978 yılında anlattı.

Qewğa Qoçgıriye. Koçgiri olayına genellikle bu tabir kullanılırdı.
Ağıtlarada qewğa diye geçmiştir.

Peki bunlardan hiçbirine Tertele adını koymamanın nedeni nedir?
Dersimliler her saldırıya TERTELE diyecek kadar gelişmelerden
habersiz değildiler.

1937-38 harekatı öncesindeki yakın tarihi saldırıların boyutu son
soykırım harekatından farklıdır. Sonuç itibari ile tüm saldırılar
Dersim Kızılbaşlığını hedef almasına rağmen, boyut, süre ve
uygulama itibari ile soykırım safhasına ulaşamamıştır.


Eski saldırıların tümü, 1800 ve 1930 lu yıllara kadar, ya lokal
bir bölgeye ya bir aşirete yada birkaç aşirete karşı süreli bir
saldırı yapılır. Çoğunda hedeflenen başarıya ulaşmadan geri
çekilirdi. Bu saldırıların bazılarının sonunda ya bir kaymakamlık
ya birkaç nahiye müdürlükleri atanıp anlaşma ile çekildiği de
olurdu. Çoğu zaman görev verilen memurlar bölge aşiretlerinin
önde gelen simaları olurdu.


Osmanlı devletinin son döneminde Dersime yönelik en kapsamlı
plan, Dersimin doğu çeperinde oluşturulan Hamidiye Alayları ile
Kızılbaş yurdunun kalbine doğu çeperini yırtarak girme planıdır.
Uzun yıllar yaşanan çetin çatışmalara rağmen Xınıs, Varto, Kığı
ve Bingöl Kızılbaşlarının oluşturulduğu çeper yırtılamamıştır.


Çok milletli Osmanlının mirasını devralan İttihat ve Terakki
hareketinin son basamağı olan Kemalizm, ‘Cumhuriyet’ adı
ile ortaya geldi. Ayakları yer tuttuktan sonra, tek dil, tek din
ve tek ırk ideolojisi olarak kendini gösterdi.


Dersimin dört yanı Kemalizmin tek din, tek dil, tek ırk siyasetine teslim olmuş.


Dersim, Munzur silsilesinin doğu, batı, güney ve kuzeyi
olarak asırların saldırısı ile küçülsede kendi başına Kemalizme
teslim olmadan duruyordu. Bu nedenledir ki, Mustafa Kemal
konuşmalarında şöyle der.

‘Dahili meselelerimizin en önemlisi Dersim meselesidir.
Bu bir çıbandır. Neşter vurup kökünden kazımamız lazım’


Dersim 37-38 harekatı Mustafa Kemalın bu belirlemesi ve
direkt istemi sonucunda yapılan, Dersimi tarihten silme harekatıdır.
Dersim orada Dersim olarak durduğu sürece, Türk ırkçılığı hedefine
ulaşamamanın krizleri içinde olacaktı.


Kemalizme engel görünen Dersimi, ortadan kaldırmak için yapılan
ön fizibilite çalışmaları, hazırlık aşamaları yaklaşık 13 yıllık bir
süreci kapsamıştır.


Hazırlıklar 1935 yılında Tunceli kanunu ile pekiştirildiğinde,
Dersimliler Soykırımın geleceğni anlamışlar. 4 Mayıs 1937
tarihli TC bakanlar kurulu kararı ise, Soykırımın ilan edilmesdir.
Kemalizmin iktidar olamsı ile yaşanan sürecin, önceki süreçten
oldukça farklı oluşunu bilen Dersimliler Doğal olarak eski
saldırılara, soykırım dememişler.


Kemalist plan ve uygulamanın muhtevası inkarı imkansız
Soykırım olduğundan, adını doğru tespitle TERTELE olarak
koymuşlar. İsyan diyen bilgi fukaraları, Kemalizmin bakışını
inceleseler doğru sonuca gidebilirler.

TERDENE U TALAN. Terd u talan (kökten tıraş etme ve talan etme)



Mehmet Gülmez


http://www.sansaderesi.com/forum/index.php?topic=285.0



Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
09.02.2009 21:53 (UTC)[alıntı yap]

FDG & TUDEF Basin Beyannamesi - 15 Kasim 2008


70 Yıldır Kapanmayan Yara

Seyitlerimizın Mezarları Nerede?




Bundan tam 71 yıl önce 14/15 Kasım1937 de, Elazığ Buğday Meydanı’nda Sey Rıza, Usenê Seydi, Fındıq Ağa, Hesen Ağa, Resık Usen, Ali Ağa, Hesenê İvraimê Qız idam edilmişti. Bir Pazar günü Ankara’dan özel görevli gönderilen İhsan Sabri Çağlayangil tarafından yeni bir savcı atanarak ve yasadışı bir şekilde pazar günü mahkeme açılarak, ısmarlama idam kararı alınmış ve bir kaç saat sonra da infaz gerçekleştirilmişti. İdam edildiğinde Seyit Rıza 75 yaşın üzerindeydi ve yine hileli mahkeme kararı ile yaşı küçültülerek idam edilmişti.

İdam kararları önceden verilmişti. Zira „tek millet, tek mezhep“ yaratma zihniyeti Dersim’de „Dersim Kanunlarını“ işletiyordu. İdam edilenler Dersim’in ileri gelenleriydi, suçsuzdular. İdamlar ile Dersim sindirilmek istenmiştir, 38 deki kanlı kesitin hazırlıkları yapılmıştır.

Elazığ Valiligine başvuru

Dersim Seyitleri’nin mezarlarının yerinin bulunması, emanetlerin yakınlarına teslim edilmesi istemi ile 30.10.2006 tarihinde Seyit Rıza’nın kızı Leyla Ağlar ve torunu Rüstem Polat’ın avukatları Hüseyin Aygün aracılığı ile açtıkları davanın sonucu Elazığ İdare Mahkemesi tarafından 27.08.2008 tarihinde açıklandı.

Mahkeme özetle “davalı idarenin kayıtlarında bilgi bulunmadığı, defin ve mezarlıklar konusunda yetkili belediye başkanlığı kayıtlarında da belge-bilgi olmadığı ve her türlü araştırma yapıldığı halde belge elde edilememesi ve mevcut olmayan bir belge ve bilginin de verilemeyeceği” gerekçeleriyle davayı kabul etmemiştir.

Mahkeme kararı umut kırıcıdır. “Bu sonucu bekliyorduk” demek istemezdik, ancak bir kez daha haklı çıkmanın üzüntüsü içindeyiz. Dersim söz konusu olduğunda, bugün, tıpkı 1937-38’deki gibi farklı bir hukuk ve “yargı” anlayışı hakimdir. Bu karar ile 1937/38 tarihinde yapılan kıyımlar ve tarihi haksızlıkların giderilmesi için bir fırsat heba edilmiştir. Dersim’e yapılan haksızlıklar, bir kere daha tarihin küflü sayfalarında unutulmaya terk edilmiştir. Bu dava ile bir kez daha görülmüştür ki; devlet, Dersim’e karşı inkarcılık ve kıyımcılık politikasına aynen devam ediyor.

Bu dava yanlızca idam edilen Dersim Seyitleri’nin akrabalarının davası değildir, bu dava bizim de davamızdır, bu dava Dersim’in davasıdır. Bu davanın takipçisi olacağız, hukuki mücadeleyi sonuna kadar yürütülmesine her türlü desteğimizi sunacağız.

Dersimlilerin başlattığı “70 yıldır kapanmayan yara / Seitlerimizin mezarları nerede?” imza kampanyası devam ettirmektedir. Topladığımız imzalar ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayip Erdoğan ve TBMM’ye giderek Seyitlerimiz’in mezarlarının kutsal Dersim topraklarına taşınmasını, emanetlerinin aile yakınlarına teslim edilmesini talep edeceğiz. Mezar yerlerinin açıklanması Elazığ’daki 3 yargıçtan öte devleti yönetenlerin sorumluluğundadır. Hükümete çağrımız mezar yerlerinin bir an evvel kamuoyuna açıklanmasıdır. Ankara sağır olursa, Ankara kör olursa, Ankara inkarcı olursa biz de sesimizi Berlin’e, Paris’e, Londra’ya, Viyana’ya ve nihayetinde Brüksel’e Avrupa Parlamentosu’na, Strasbourg’a, AİHM’e taşıyacağız.

Mezarlar nerede?

Türk devleti kendi tarihi ile yüzleşmekten korkmamalıdır. Bu karanlık ve kanlı kesitin aydınlatılması için Genel Kurmay’ın arşivi mutlaka açılmalıdır. Dersim Seyitlerinin mezarlarının yeri açıklanmalıdır. Mezarlar, Kutsal Dersim toprağına, taşınarak Dersim Seyitleri de huzura kavuşacaklardır. 70 yıldır kanayan bu yara daha ne kadar vijdanları sızlatmaya devam edecek?

14 Kasım 2008

Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG)

Tunceli Dernekleri Federasyonu (TUDEF)




http://www.fdg-dersim.com/index.php?section=news&cmd=details&newsid=70


Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 301
Bütün postalar: 672
Bütün kullanıcılar: 736
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden