Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - ÖCALAN-BEŞİKÇİ TARTIŞMASI ÜZERİNE

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => PLATFORUM_GENEL => ÖCALAN-BEŞİKÇİ TARTIŞMASI ÜZERİNE

<-Geri

 1 

Devam->


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
05.02.2009 00:04 (UTC)[alıntı yap]
ÖCALAN-BEŞİKÇİ TARTIŞMASI ÜZERİNE


Yener ORKUNOĞLU

yorkunoglu@mgx.net

Bilindiği gibi PKK önderi Öcalan ile Beşikçi arasında bir tartışma var. Öcalan’ Beşikçi Kürtlerin Ziya Gökalp’idir’ diyor. Öcalan’a karşı Beşikçi,’Beşikçi Eleştirilerine Karşı Cevap’ başlıklı bir yazı yazdı.

Bu tartışmanın arkasında Kürt sorunu konusunda iki farklı çözüm anlayışı yatmaktadır. Bu nedenle Öcalan ve Beşikçi tarafından dile getirilen düşüncelerin özgür bir şekilde tartışılmasında yarar var. Çünkü böylesi tartışma her iki bakış açısının dayanak noktalarının açığa çıkarılmasında önemli rol oynar. Bu satırların yazarı bu iki bakış açısının ortaya sergilenmesini çok gerekli görmektedir.

Bilindiği gibi PKK önderi Öcalan uzun zamandır avukatlarıyla görüşmelerinde ulus-devlet, milliyetçilik ve devlet gibi konularda görüşlerini dile getiriyor. ’Devleti hedefleyen ilkel milliyetçiliğin çözüm olmadığını’ savunuyor. ’Az devlet fazla demokrasi’ gibi sözlerle devletten çok demokrasiye vurgu yapıyor. Devlet istemediğini dile getiriyor. Öcalan yeni bir strateji savunduklarını, bu yeni stratejide ayrı bir devlet kurmaktan vazgeçtiğini ifade etti. Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Konfedaralizm gibi düşünceler ileri sürdü. Bu satırların yazarı, Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet vb. gibi düşüncelerine, eleştiri hakkını saklı tutmak koşuluyla destek verdi.

İsmail Beşikçi, PKK önderi Öcalan’a yönelik eleştiriler yapıyor. Öcalan’ın İmralı sonrası duruşunun sağlam olmadığını dile getiriyor. 2004 yılı 6 Ağustos tarihli görüşme notlarında Öcalan şöyle cevap vermişti.

’Sanırım Beşikçi'nin yazıları varmış benimle ilgili. Benim duruşumum sağlam olmadığını söylüyormuş. Beşikçi'nin benim İmralı'daki duruşumu bilmesi gerekir. Duruşumu bilmeden konuşuyor. Ziya Gökalp Türk milliyetçisiydi. Beşikçi de Kürt milliyetçisi olmaya çalışıyor. Beşikçi Kürtlerin Ziya Gökalp'ı olmak istiyor. Kürtlerin Ziya Gökalp'e ihtiyacı yok, demokrasi öğretisine, demokratizme ihtiyacı var. Benim durumumu daha iyi değerlendirmesi gerekir. Milliyetçilik değil, demokrasi temelinde beni değerlendirsin. Benim düşünce gücümün hangi yönde geliştiğini bildiklerini sanmıyorum.’

Öcalan ’devlet gericiliktir’ diyerek Kürtlerin devlet kurmaktan uzak durmasını öneriyor: 'Benim devlet kurmakla işim yok. Ben özgür yaşamı, özgürlüğü, özgür bireyi savunuyorum. Bana devleti verseler de istemem. Hatta bana dünya imparatorluğunu verseler istemem, işim olmaz. Ben özgür yaşamdan yanayım. Benim Kürtlüğüm öyle ucuz Kürtlük değildir. Derindir. Benim amacım dogmatik Ortadoğu kültürüne demokrasiyi yedirmektir. Benim devletle işim olmaz.’

İsmail Beşikçi, 11 Kasım 2008 tarihinde Hasan Bildirici ile yaptığı ve ’Öcalan neden devlet istemiyor’ başlıklı röportajda şöyle diyor:

’Abdullah Öcalan ise, devlet kurumuna karşı olduğunu sık sık dile getiriyor ama, somut devlete, Kürtlere her gün her an baskı yapan devlete karşı olduğuna dair bir sözü yok. 24 Ekim 2008 tarihli görüşme notlarında, Öcalan, “Ben savunmalarımda Cumhuriyet ve Türkiye aleyhinde bir şey söylemedim” diyor. Aslında yukarıda kısaca belirtilen sistematik baskılardan dolayı devleti eleştirmesi gerekmez mi? Öte andan Öcalan’ın Türk, Arap ve Fars devletleriyle bir sorunu yok. O sadece Kürtlerin bir devlete sahip olmasını istemiyor. Bu da zaten, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, İran, Irak, Suriye devletlerinin görüşüdür.’

Beşikçi’nin bu eleştirisi ağır bir eleştiridir. Öcalan’ı bu devletlerin görüşünü savunmakla eleştirmektedir. Bu eleştiri, bizzat PKK’nın varlığını ve neye karşı mücadele ettiğini görmezlikten gelen bir eleştiridir. Bu eleştiri Öcalan’a ulaşmış olmalı ki, Öcalan İsmail Beşikçiye yönelttiği eleştiriyi 21 Kasım 2008 tarihli Görüşme Notlarında tekrarladı.

’İsmail Beşikçi, benim devlete karşı görüşlerimi bilmiyor mu? Neden böyle konuşuyor? İsmail Beşikçi Kürtlerin Ziya Gökalp'idir. Ziya Gökalp Türkler için neyse İsmail Beşikçi de Kürtler için öyledir. Beşikçi Durkheim sosyolojisinden, Marksizmin en katı halinden ve Ziya Gökalp'ten etkilenmiştir. Kendisi katı bir pozitivisttir. Bunlar hiç değişmiyorlar. Şimdi Güney'de Kürt devleti kurulmakla Kürtler özgürleşecek mi? Hayır. Amerika her şeye hâkim. Bunlara göre Kürt mücadelesi eşittir Kürt milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliği eşittir Kürt devleti. Her şeyi böyle görüyorlar.’

Bazı tanıdıklarım Beşikçi’nin Ziya Gökalp’a benzetilmesinin hiç hoş olmadığını belirttiler. Kişisel olarak böylesi bir benzetme hem uygun değil hem de hoş değil. Öcalan da Gökalp ve Beşikçi’nin konumları arasındaki farkı elbette biliyordur. Bence Öcalan böylesi bir benzetmeyle kişilikleri değil, düşünceleri karşılaştırmak istemiştir. Gökalp ve Beşikçi arasındaki ideolojik paralelliklere iki açıdan dikkat çekmeyi amaçlamıştır: Birincisi, Öcalan’a göre Ziya Gökalp, bir Kürt olarak Türk milliyetçiliğini savunurken; Beşikçi, bir Türk olarak Kürt Milliyetçiliğini savunmaktadır. İkincisi, Öcalan’a göre Ziya Gökalp ve İsmail Beşikçi arasında, ulus-devleti ve milliyetçiliği savunma konusunda belirli bir paralellik vardır.

Burada yeri gelmişken, Ziya Gökalp ve Beşikçinin konumlarının çok farklı olduğuna dikkat çekelim. Gökalp, devlet hizmetinde olan bir Osmanlı aydını. Beşikçi ise, yaşamını resmi ideolojinin Kürt politikasına karşı durarak geçiren cesur, dürüst, namuslu saygın bir bilim adamı. Beşikçi, Resmi İdeolojiye karşı duruşun bedelini uzun yıllar hapiste yatarak geçirdi. İsmail Beşikçi, uzun yıllar bedel ödediği için saygın bir konuma gelmiştir.

Öcalan, milliyetçiliği eleştirirken, Beşikçi, ’Ben Kürt milliyetçisi değilim demenin bir zaaf olduğunu’ dile getiriyor. Şöyle diyor Beşikçi: ‘Kürtlerin önemli bir kısmı, özellikle de okur-yazar olanlar, “ben milliyetçi değilim, devrimciyim, enternasyonalistim” demektedir. Bir satır Kürtçe konuşamayan, ülkesinin adını bile söyleyemeyen bu insanların, “ben milliyetçi değilim, devrimciyim, enternasyonalistim” demeleri insani bir zaaf olmalı…Kendisi olmayan, kendinden kaçan, egemen ulusun dilini ve kültürünü yaşayanların devrimciliğinin, enternasyonalizminin kime hayrı dokunur? Kendisine hayrı olmayanların, devrimciliğe, enternasyonalizme nasıl bir hayrı, yararı dokunabilir? Ama, bu sözlerin, bu tutumun, Kürtleri müştereken baskı altında tutan devletlere yararı çok büyüktür.’

Bu ilk yazıda Öcalan ve Beşikçi’nin bakış açılarına (alıntılar yaparak) ışık tutmak istedik. Gelecek yazıda Öcalan’ın ve Beşikçi’nin görüşlerinin dayandığı öncülleri inceleyeceğiz.

-------------------------------
Not. A. Kadir Konuk yazılarını yayınladığı sitede tutsaklara özgürlük için bir kampanya başlattı. Ben de bu kampanyaya katılıyor, „Zindanlar boşalsın! Siyasi genel af“ diyorum.

http://ortaklikicin.blogspot.com/2008/12/calan-beiki-tartimasi-zerine.html

------------------------2--------------------


İSMAİL BEŞİKÇİ’nin GÖRÜŞLERİNİN ELEŞTİRİSİ


Yener ORKUNOĞLU

‘Yanlış bir argümanın ilacı, daha iyi bir argümandır. Fikirlerin bastırılması değil."

Carl Sagan


İsmail Beşikçi, geçmişte ’Kürdistan bir Sömürgedir’ diyerek ezen ulusun bir aydını olarak Türkiye’deki ‘Resmi İdeoloji’ye karşı çok kararlı bir çıkış yaptı. Bu çıkış çok cesurca bir çıkıştı. Düşüncesini savunma uğruna yıllarca bedel ödedi. Kararlılığı, cesareti ve mücadelesi sayesinde Kürt halkının saygınlığını kazandı.

Önce önemli bir şeyi saptayalım. Bu yazıdaki Beşikçiye yönelik eleştiri, onun saptamlarına karşı değildir. Sorun Beşikçi’nin saptamasında değil, ileri sürdüğü çözüm önerilerindedir. Bu satırların yazarı Kürdistan’ın bir ‘iç sömürge’ olduğunu düşünen ve savunan biridir. Ama çözüm önerileri farklıdır. Bu satırların yazarı, İsmail Beşikçi’yi bir panele çağırarak, İsmail Beşikçi’nin görüşlerini açıklama olanağı yaratmak istedi. Beşikçi, ilke olarak yurtdışına çıkmak istemediğinden, böylesi bir panele katılamayacağını belirtti.

İsmail Beşikçi’nin kişiliğine karşı saygım var. Kendisini Kürt davasına adamış bir kişi. Saygınlığı nedeniyle İsmail Beşikçi’ye eleştiriler yöneltmek, çok hassas bir şeydi. Uzun dönem bu konuda eleştirilerimi erteledim. Ama son dönemlerde Beşikçi, daha çok konuşur hale geldi.


Düşüncelerini daha sıkça ifade etmeye başladı. İşin bir diğer yanı da şu: Beşikçi, Resmi ideolojiye karşı dururken, onun cesareti, dürüstlüğü ön plana kaydı. Görüşlerinin içeriği biraz gölgede kaldı. Ne var ki son dönemlerde Öcalan’a yönelik eleştirileri nedeniyle görüşlerinin içeriği de daha belirgin bir hale geldi. Beşikçi karşısında kişisel saygımı koruyarak, onun bazı görüşlerinin eleştirisini yapmaya çalışacağım. PKK önderi Öcalan’ın görüşlerinin eleştirisini yer darlığı nedeniyle daha sonraki yazılarıma bırakacağım.

İlkin bir belirleme yapalım: Öcalan-Beşikçi tartışmasının nedeni kişisel değil ideolojiktir. Daha önceleri ideolojik bir farklılık yok gibiydi. Şimdi şöyle sorulabilir: Öcalan ve Beşikçi arasındaki farklılıklar nasıl ve neden ortaya çıktı?

Bilindiği gibi, Öcalan bir komplo ile yakalanıp Türkiye’ye teslim edildikten sonra, yeni bir strateji ve süreç içinde de yeni bir paradigma değişikliğine gitti. Bu paradigma değişikliğinin özü yeni bir ulus (demokratik ulus) anlayışının ortaya konulmasıdır. Bu anlayışa göre, var olan ulus-devletler, esas olarak belirli bir etnik-kimliği temel almaktadır ve etnik-kimliği temel alan milliyetçilik, ulus-devletin ideolojik harcıdır. Yeni paradigma temelinde, Öcalan ayrı bir ulus-devlet kurma projesinden vazgeçerek, demokratik bir ulusun yaratılmasını savunmaktadır. Bu çerçevede, demokratik cumhuriyet, demokratik konfederalizm gibi düşünceler ortaya atar.

Öcalan’ın düşüncelerindeki değişim nedeniyle Beşikçi-Öcalan tartışması ortaya çıkar. Öcalan, Kürtlerin milliyetçilikten uzak durmaları gerektiğini söylerken, Beşikçi, Kürtlerin milliyetçi olması ve devlet kurmaları gerektiğini savunuyor. Ayrılıp Kürt devleti kurmaktan vazgeçmeyi eleştirerek şöyle diyor: ‘PKK büyük bir harekettir. PKK’nin çok büyük bir hareket olduğu da söylenebilir. Ama istemleri çok küçüktür. Çok çok küçüktür.’

Beşikçi’nin anlayışına göre PKK, Öcalan’ın yeni stratejisini (demokratik cumhuriyet vb.) kabul ederek, büyük bir hareket olmasına rağmen taleplerini küçültmüştür. Beşikçi, şu varsayımdan hareket etmektedir: Ayrı bir Kürt devleti kurmaktan vazgeçerek, tüm ulusların eşitliğine dayanan bir Demokratik Cumhuriyet istemek talepleri küçültmek demektir. Burada gizli bir varsayım daha vardır. Demokratik olmayan, ama ayrı olarak kurulmuş bir Kürt devleti, ulusların eşitliğini ve özgürce ifade edilmelerini mümkün kılan bir demokratik devletten daha üstündür.

Beşikçi, ayrı bir ulus-devlete sahip olmanın, milliyetçilikten arınmış demokratik cumhuriyetten daha üstün olduğu varsayımından hareket etmektedir. Ama görüşleri bu varsayımı ispatlamaktan uzaktır. Beşikçi, milliyetçi bir ideolojiye dayanan bir ulus-devletin, milliyetçilikten arınmış bir demokratik cumhuriyetten neden daha üstün olduğunu ortaya koymalıdır. Bu konuda gerekçelerini ileri sürmelidir. Yoksa görüşlerinin bilimsel bir değeri olmaz.

Şimdi şöyle bir durumu düşünelim. Diyelim ki, Türkiye’de yeni bir gelişme ortaya çıktı. Türk ve Kürt emekçileri, mücadele sonucu, ulusal kimlikten ayrılmış bir demokratik cumhuriyet kuruyor. Yani devletin ulusal kimlik ve dil üzerindeki tekeline son veriliyor. Resmi dil ve resmi kimlik ortadan kalkıyor. İsmail Beşikçi, böylesi bir cumhuriyeti hala, ayrı iki devletten daha geri mi buluyor? Bu noktada İsmail Beşikçi bir şey söylemiyor, susuyor

Lenin, tarımsal alanda feodalizmden kapitalizme geçişin iki yolu olduğunu söylüyordu. Bu iki yolu Prusya ve Amerikan tarzı olarak adlandırmıştı. Prusya tarzında, toprak ağaları iç başkalaşım yoluyla süreç içerisinde tarım kapitalistleri haline gelir. Bu nedenle Prusya tarzı ‚tepeden inme’ bir toprak devrimi olarak da adlandırılır. Amerikan tarzında ise, köylüler, devrim yoluyla toprak ağalarının elindeki topraklara el koyarak., bağımsız çiftçiler haline gelirler. Amerikan tipi devrim de ’aşağıdan yukarı’ bir devrim olarak adlandırılır

Ulus sorununda iki çözüm yolu vardır. Beşikçi-Öcalan tartışması farklı iki çözüm yolunun tartışılmasıdır. Beşikçi’nin önerisi elbette bir çözümdür. . Bu satırların yazarı, Kürtlerin ayrı bir devlet kurma hakkını reddetmiyor. Soru şudur: Türkiye ve Kürdistan’da ezilenlerin çıkarına en yakın olan çözüm nedir?

Bilindiği gibi, Almanya’nın ulusal birliğini Bismark gerçekleştirdi. Marks, Bismarck’ın gerçekleştirdiği işin ilerici bir iş olduğunu söyledi. Ama Bismark’ın yaptığını desteklemedi. Neden? Çünkü Bismark, ulusal birliği ‘aşağıdan’ değil ‘yukarıdan’ yapmıştı, yani demokratik değildi. Marks, Bismark’ı destekleyen sosyalistleri de ‘kraliyet sosyalisti’ olarak eleştirmişti. Bu örnek umarım hep vurgu yapmak istediğim ince ayrımı anlaşılır kılmıştır. Bu bakış açısından bakıldığında, bir Kürt devletinin kurulması Türkiye Cumhuriyeti’nde şu andaki mevcut koşullara göre ilerici bir adım olabilir. Ama bu onun her koşulda desteklenmesi anlamına gelmez, ayrıca birçok Türk şovenistinin yaptığı gibi, ona karşı olmayı da gerektirmez.

Marx’ın bize verdiği mesaj şudur: Tarihsel bakımdan her ilerici hareket desteklenilmek zorunda değil. Çünkü aynı zamanda bunun nasıl gerçekleştiğine, yani aşağıdan bir çözüm mü, yukarıdan bir çözüm mü olduğuna da bakmak gerekir..

Bu satırların yazarı, ulusal sorunun çözümünde iki yolun olduğunu düşünüyor. Biri eski paradigmaya dayanan, ulus-devlet anlayışından hareket eden, 20. yüzyılda ileri sürülen çözüm; ikincisi, ulusal kimliği temel almayan, ulusal kimlikten ayrılmış demokratik bir ulus anlayışına dayanan çözüm. Bizce İsmail Beşikçi’nin önerisi ‘aşağıdan’ çözüm yolundan ziyade, ‘yukarıdan’ çözüm yoluna yakındır. İsmail Beşikçi, 20. yüzyılın eskimiş ulus-anlayışıyla Kürt sorununa yaklaşırken, Öcalan yeni bir demokratik ulus anlayışıyla Kürt sorununa yaklaşmaktadır. Ortada birbirine zıt olan iki paradigma vardır.

Beşikçi, 1920’li yılların düşüncelerinden sıyrılamamıştır. Bunun nedeni İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerin arkasındaki pozitivizmdir. Bunu gelecek yazıda ele alacağız.


http://ortaklikicin.blogspot.com/2008/12/ismail-beikinin-grlerinin-eletirisi.html

--------------------3-----------------------

BEŞİKÇİ ve SOSYOLOJİ


Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

“Mutluluk doğru ve güzel düşüncelerle düşünebilmeyi bilmektir.“ ARISTOTALES

Bir önceki yazımda, Beşikçi’nin sosyal olaylara burjuva sosyolojisinin yöntemiyle, yaklaştığını ortaya koymuştuk. İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerinin arka planının anlaşılması sosyolojinin ve pozitivizmin ortaya çıkışına göz atmak gerekir.

Sosyoloji ve pozitivizm deyince neyi anlıyoruz? Bu iki kavramı açıklamaya çalışalım. 18. yüzyılda bugünkü anlamı ile bir sosyoloji yoktur. Çünkü ‘burjuva sivil toplumun’ ortaya çıkması burjuva devriminden sonra belirginleşir. Sosyoloji sözcüğü ile defa August Comte (1798-1857) tarafından kullanılır.

Sosyolojinin Avrupa’da ilk öncüsü Saint-Simon’dur. Gerçi, o sosyoloji kavramını kullanmaz; ‘sosyal fizyoloji’ , ‘sosyal fizik’ veya ‘toplumu inceleyen bilim’ kavramlarını kullanır. Günümüzde burjuva düşünürlerinin büyük bir çoğunluğu, Saint-Simon değil de, Aguste Comte’nin sosyolojinin ilk kurucusu olduğunu ileri sürerler. Neden Saint-Simon görmezlikten gelinir? Bu konuda Dr. Hikmet Kıvılcımlı Metafizik Sosyolojiler adlı eserinde şöyle diyor:

‘Saint-Simon sosyalisttir. Onun için, sosyalizme düşman olan cephe, sosyolojiye hep başka kaynaklar aramıştır. Anti-sosyalist sosyologlar kendilerine Auguste Compte'u müjdeci saydılar. Gerçekte A. Labriola'nın pek doğru olarak söylediği gibi: "Dahi Saint-Simon'un soysuz ve gerici öğrencisi" olan Compte, Saint-Simon'u salt çalmış ve tahrif etmiştir. Burjuva cephesince pek olumlu ve makbul tutulmasına neden bu iki kalpazanlığıdır.’

Aslında modern dünyada ilk toplum bilimi (sosyoloji), Fransız Devrimi’nin yarattığı hayal kırıklığının sonucunda ortaya çıkar. Fransız Devrimden önce Aydınlanmacılar, akılcılığın egemen olacağı bir toplum vaat etmişlerdi. Böylesi bir akılcı topumda da ebedi barışın mümkün olacağını ileri sürmüşlerdi. Fransız Aydınlanmacılarına göre, ‘akılcı bir devlet, akılcı bir toplum kurulmalıydı; akla karşı olan her şey, amansızca ortadan kaldırılmalıydı.’Aydınlanmacılar, tüm insanlığı kurtarmak istiyorlardı. Oysa Fransız Devrimi sonrası yaşanan gelişmeler aydınlanmacıların vaatlerine hiç de uymuyordu.

Fransız Devrimi sonucu ortaya çıkan burjuva toplumu Saint-Simon’u hayal kırıklığına uğratır. Ona göre Aydınlanma filozofları ‘akılcı’ ve ‘ebedi barış’ içeren bir burjuva toplumu vaat etmişlerdi. Fakat toplumun istenilen düzeyde akılcı ve barışçı olmadığı ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla hayal kırıklığına uğrayan bazı düşünürler daha akılcı, barışçı ve özgürlükçü bir toplum kurmayı hayal ederler. Fransız Devriminin sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı, çok geçmeden bu hayal kırıklıklarını saptayan düşünürleri de ortaya çıkarır. ‘Bir bu düş kırıklığını saptayacak adamlar eksikti. Nihayet onlar da yüzyılın dönümü ile geldiler’(Engels). İşte Saint-Simon bu düşünürlerden biridir.

Saint-Simon, Fransız Devrimi’nin yeni bir çığır açtığını ve yeni bir toplumsal düzen getirdiğini belirtir. Ona göre, devrimin yarattığı burjuva toplumu insanlık tarihinde özel bir öneme sahiptir. Modern burjuva toplumunun iki temel karakteristik özelliği vardır: Birincisi, modern burjuva toplumunda üretim ve ekonomik ilişkiler gelişmektedir, ki bu durum ifadesini sanayileşmekte bulmakta; ikincisi, üretim ve ekonomik ilişkilerin gelişmesi eski soyut ve skolastik felsefeden, toplumsal teorilere geçişi sağlamaktadır. Bu toplumsal teoriler yeni bir bilimin (Ekonomi Politiğin) doğmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, sosyoloji, ekonomik politik ve sosyalizm aynı zamanda doğmuşlardır. ‘Sosyal’ sözcüğü sosyalizmin öncülüdür. Sosyalist düşüncenin doğmasına yol açan şey, sosyal sorunlardır. Sosyoloji sosyalizme açılan bilim olarak doğdu.

1789 Fransız Devrimi sonrası bir sanayi devrimi yaşanır. Sanayi devrimi, sosyal sorunları da birlikte getirir. Sanayi devriminden kaynaklanan sosyal sorunların analizi ve çözümü için yeni düşünceler ortaya çıkar. Bir toplum bilimi olarak sosyoloji, toplumsal sorunları inceleyen bilim olarak gündeme gelir. Sosyalizm düşüncesi ise, kapitalizmin doğurduğu toplumsal sorunlara cevap olarak doğar. Sosyalizm, kapitalizme karşı bir alternatif olarak geliştirilir.

Oysa İsmail Beşikçi’nin görüşlerinde kapitalizmin yarattığı tüm sorunlara cevap arama yoktur. Beşikçi, kendini Resmi İdelojinin eleştirisi ve Kürt ve Alevi sorunlarıyla sınırlamaktadır. Bir başka deyişle, Beşikçi’nin sosyolojisi kapitalist düzenin temellerine (üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete vb.) dokunmaz, sadece onun aksaklıklarını (ulusal sorun, yetersiz laiklik vb.) gidermeye yöneliktir.

Kapitalizmin sorunlarına karşı geliştirilmiş olarak doğan bu ilk toplum bilimi, daha sonraki gelişim süreci içinde iki farklı anlayışı, iki farklı toplum bilimini doğurdu: Birincisi, Marx’ın geliştirmiş olduğu tarihsel materyalizm anlayışı. Tarihsel materyalizm düşüncesinde, tarih, ekonomik ve toplum bu üçü tek bir bilim içinde ele alınır; İkinci anlayış olarak burjuva sosyolojisi ortaya çıkar. Tarihsel materyalizm, ezilenlerin çıkar ve eğilimlerini dile getiren bir toplum bilimi iken, burjuva sosyolojisi esas olarak burjuvazinin çıkar ve eğilimlerini ifade eder.

Tarihsel materyalizm, kapitalizmin aşılması gerektiğini ortaya koyarken, burjuva sosyolojisi, burjuva düzenini koruyan, burjuva düzeni sınırları içerisinde ilerlemeyi savunur. Burjuva sosyoloji, esas olarak ‚pozitif felsefe’ olarak doğdu. Comte’nin ileri sürdüğü pozitivizm felsefesi bugünkü burjuva sosyolojisinin temellerini atmıştır. Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerinin daha anlaşılır olması için, Comte ve onun pozitivizmine kısa göz atmak gerekir.

–devam edecek-

http://ortaklikicin.blogspot.com/2008/12/beiki-ve-sosyoloji.html

--------------------4-----------------------

POZİTİVİZMİN ETKİSİNDEKİ BEŞİKÇİ




Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

Bilimsel analizin iki temel özelliği var: 1) Tanrıyı işe katmamak; 2) Mutlak olandan kaçınmak. Burjuva sosyolojisinin bir versiyonunu savunan Beşikçi, ‘mutlak’ olandan hareket eder. Örneğin o, ulusları, değişmez ve mutlak bir olgu olarak ele almaktadır. Beşikçi’nin bu görüşünü tekrar etmekte yarar var. Şöyle diyordu: “Doğada örneğin bir kaya nasıl “kaya” olarak algılanıyorsa, toprak olarak algılanmıyorsa, sosyal bilimlerde de örneğin Alevi, “Alevi” olarak, Müslüman, “Müslüman” olarak, Kürt ise “Kürt” olarak algılanmalıdır.’

Burjuva sosyolojisi olarak pozitivizm, topluma doğaya yaklaşır gibi yaklaşır. Bu şu demektir: Nasıl ki, doğanın yasaları değiştirilemezse, toplumun yasaları da değiştirilemez. Dolayısıyla pozitivizm, toplumu, toplumu ve toplumsal yaşamdaki olgu ve ilişkileri tasvir etmekle sınırlar kendini. Bu nedenle burjuva sosyolojisi, olguların tasviri ile yetinir. Pozitivizm, ’olgu’ları temel alır. Olguların nasıl ortaya çıktığını incelemez. Sadece ’olgu’ üzerine yoğunlaştığı için, olguların tarihi ve geleceği onu ilgilendirmez. Bir başka deyişle, Toplumsal değişim, bir toplumdan diğerine geçiş, değişim ve bu geçişin yasaları burjuva sosyolojisinin ilgi alanın dışındadır.

İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşleri burjuva sosyolojisine (pozitivizme) dayanmaktadır. Beşikçi’nin düşüncelerini daha anlaşılır kılabilmek için, bu yazımızda pozitivizm konusunu ele almak durumundayız.

Pozitivizm Nedir?

Pozitivizm kavramından önce ‘pozitif felsefe’ kavramı vardı. Pozitif felsefe, esas olarak 19. yüzyıldaki negatif felsefeye karşıt olarak doğdu. ‘Pozitif felsefe’ kavramını terminolojiye kazandıran Fransız düşünür August Comte’dir. (Pozitivim hakkında daha geniş bilgi için August Comte Kimdir ve Pozitivizm Nedir başlıklı incelememe bakılabilir. Bu inceleme BİLİM ve GELECEK dergisinin Ağustos 2008 tarihinde yayınlandığı gibi, iki sitede da yayınlandı.)

Dolayısıyla Comte’nin pozitivizm anlayışını burada bütün yönleri ile ele almayacağız. Comte pozitivizminin bir kaç önemli noktasına dikkat çekmeye çalışacağım.

1. Pozitivizm, burjuva düzeni içinde ilerlemeyi savunur.

2. Pozitivizm, eleştirel akla savaş açar.

3. Pozitivizm, din ile uzlaşma yolları arar.

4. Pozitivizm, iktidarı burjuvaziye bırakırken, proletaryaya ahlaklı davranışı öğretir.

Şimdi bu noktaları açalım:

1. Comte, düzen içinde ilerlemeden yanadır.

Comte’ye göre, muhafazakarlar, düzeni korumak isterken ilerlemeye karşıdırlar. Negatif felsefeden etkilenen düşünceler de ilerlemeden yana iken düzene karşıdırlar. Oysa burjuva toplumunda yaşanan anarşiye karşı bir cevap bulunabilir. Comte’ye göre, burjuva düzenini rahatsız eden düşüncelerden kurtulmadan, burjuva düzeni korunamaz. Comte, ‘restorasyon konseptlerine, reçetelerine başvurmadan, modern burjuva düzeni sürdürmek’ için nelerin gerekli olduğunu araştırır, burjuva toplumundaki anarşi sorununa kendisi açısından bir cevap verir: Düzen ve İlerlemeyi uzlaştırmak. Bir başka deyişle, devrime son vermek, ama devrimin kazanımlarına sahip çıkmak. Comte’nin düzen-ilerleme konusundaki görüşü toplumsal yaşamda statik-dinamik ilişkisi içinde incelendiğinde şu açığa çıkar: Comte, toplumdaki ilerlemeden bahseder, ama onun için esas olan, düzendir, toplumun statiğidir. Comte, düzen sınırları içinde ilerlemeden yanadır. Bir başka deyişle, ilerleme düzene bağlıdır, ilerlemenin yönü düzen tarafından belirlenir. Comte, devrime ve devrimci döneme son vermek ister. Comte’nin ‘İlerleme’ konusundaki görüşü, devrimi reddeden, ama reformları savunan sosyal demokrasiye zemin hazırlamıştır.

İsmail Beşikçi’de kapitalist düzen sınırları içinde, değişim ve reformdan yanadır.

2. Pozitivizm, eleştirel akla karşıdır.

Pozitivizm, aydınlanma’nın eleştirel düşüncelerine ve felsefelerine karşı bir düşünce akımı olarak doğdu. Pozitivizmin toplumsal temeli konusunda şu söylenebilir: İktidara yerleşmiş burjuvazinin artık eleştirel düşünceye ihtiyacı yoktu. I. Napolyon, kendine yönelen eleştirileri etkisiz hale getirmek için, eleştiri yöneltenleri ‘ideolog’ olarak küçümser. Napolyon, ideolog sözcüğüne, boş konuşan, geveze anlamında olumsuz bir anlam yükler.

Pozitivizm, eleştirel aklın sorgulayıcı ve eleştirel gücünü bir kenara bırakır. Aklımızı, verili gerçeklikleri kabul etmeye zorlar. Aklımızın, verili olgulara ve gerçekliklere boyun eğmesini ister. Verili gerçekleri sorgulayan akılcılığa karşı tavır alır.
İsmail Beşikçi, Türkiye Cumhuriyetinin Resmi İdeojisini eleştirmekte ve sorgulamaktadır. Türk milliyetçiliğini eleştirmektedir. ’Türklerin milliyetçiliği ve devleti varsa, Kürtlerin de milliyetçiliği ve devleti olmadır’ biçiminde bir mantık yürütmektedir. Ama milliyetçiliğin kendisine karşı değildir. Milliyetçiliği ve ulus devleti verili bir olgu olarak görmektedir. Aklımızı, milliyetçilik ve ulus devlet vb. olgularını kabul etmeye zorlamaktadır. Aklımızın, milliyetçilik ve ulus devlet vb gibi verili olgulara ve gerçekliklere boyun eğmesini istemektedir.

3. Pozitivizm, din ile uzlaşma yolları arar.

Pozitivizmin kurucusu Comte, ömrünün sonuna doğru dine yönelir. ‘İnsanlık Dini’ yaratmaya çalışır. ‘İnsan ilişkilerinin ilahi bir Tanrı tarafından yönetildiğini’ ileri süren Katolik din adamı Bossuet’i ‘büyük Bossuet’ olarak över. Dinle uzlaşma yollarını arar, toplumsal düzenin oturabilmesi için dine sığınır. Comte’ye göre ‘toplum biliminden’, ‘toplumsal düzene’ geçmek için, kilise örgütleri, şölenler, kutsama ayinleri göreve çağrılmalıdır. Ona göre yalnızca dinsel pozitivizm olmadan, pozitiv siyaset ahlâka bağlanamaz. Dolayısıyla, pozitivizmin siyasal anlayışı, dinsel pozitivizm olmadan gerçekleşemez. Comte’nin düşüncesinin özü şematik olarak şöyle ifade edilebilir: ‘ilke olarak dinsel kaynaklı sevgi, temel olarak düzen ve amaç olarak da ilerleme’

İsmail Beşikçi ‚’Aleviliğin İslam’la hiçbir ilişkisi yoktur’ başlıklı yazısında, Aleviliğin, İslam’dan ayrı bir din olduğunu göstermeye çalışıyor. Aleviliğin, İslam’dan ayrı bir din olduğunu savunmayan Alevileri de kafa karışıklığı içinde olmakla suçlamaktadır. (Bu konuda Demir Küçükaydın’ın İsmail Beşikçi’ye yönelik eleştirilerini dile getirdiği kitabına gönderme yapmakla yetineceğim.) Bilim adamı olarak, Beşikçi, dinin kendisine karşı tavır alacağına, Alevi dininin ayrı bir din olduğunu ispatlamaya çalışır. Pozitivizmin, din ile uyuştuğunu yukarıda ifade etmiştim.

4. Pozitivizm, iktidarı burjuvaziye bırakırken, proletaryaya ahlaklı davranışı öğretir.

Comte ve okulu, ‘Sermayecilerin ebedi bir gereklilik olduğunu’ ispat etmeye çalışmıştı. Öte yandan Comte ve onun zamanındaki düşünürlerin karşılaştığı bir sorun vardı: Modern toplumda ahlaki ve düşünsel bir anarşi ve karmaşa vardır. Bu karmaşa farklı fikirlerin doğmasına neden olur. Comte’ye göre politik ve ekonomik iktidar burjuvazinin elinde olmalı. Proletarya politik güç olmak için uğraşmamalı, toplumda manevi bir güç olmalı. ‘Burjuvaziye iktidar, proletaryaya ahlak! İşte Comte’nin tüm düşüncesi bu sözlerde yansır.

Fransız düşünür Sarte ve arkadaşlarının Camus’a yönelik bir eleştirisi vardı: Camus, 'Efendinin önünde, hep başkaldıran bir esir olarak kalmak istiyor.’ Bu düşünce Comte için geçerlidir. Comte, burjuvaziye diklenen, ama onun önünde hep esir olmak isteyen bir düşünürdür.

Şimdi şöyle bir soru sorulabilir. Tüm bu anlatılanların İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşleri ile ne ilgisi var?

İsmail Beşikçi’nin burjuva düzeni karşısındaki tutumunun açıklığa kavuşması gerektiğine inanıyorum. Beşikçi’nin kapitalist düzene itirazı var mıdır? O Kürt burjuvazisi için ayrı ulusal devlet altından iktidara kavuşmasını savunurken, emekçiler için ne düşünüyor?

Comte-Durkheimer okulunun görüşlerini Türkiye’ye ilk sokmaya başlayan düşünürlerden biri, Ziya Gökalp’dir. Ziya Gökalp’in sosyolojinde milliyetçilik ve din iki temel unsurdur. İsmail Beşikçi’nin sosyolojisinde de milliyetçilik ve din önemli rol oynamaktadır. İsmail Beşikçi’ye bu eleştirilerimiz, kimileri tarafından haksız ve insafsız bir eleştiri olarak algılanabilir. İsmail Beşikçi son dönemde yazdıkları (Alevilik, Milliyetçilik vb.) ve röportajları gerçekten son derece düşündürücüdür.

İsmail Beşikçi, kapitalizmin sonuçlarına değil de, temellerine itirazı var mıdır? Kişi ve konumları açısından Ziya Gökalp ve İsmail Beşikçi birbirlerine zıt iki kişiliklerdir ve konumları birbirinden oldukça farklıdır. Örneğin Ziya Gökalp iktidara çok yakın olan bir kişi ve iktidarın hizmetinde olan bir kişiydi. Oysa Beşikçi, iktidarın gazabına uğramış bir insandır. Bu açıdan bu iki insan birbiri ile karşılaştırılamaz.

Ama sosyolojik görüşleri açısından Ziya Gökalp ve İsmail Beşikçi pekala birbiriyle karşılaştırılabilir. Örneğin Beşikçi, milliyetçilik ve din konusunda Ziya Gökalp’in görüşleri ile kendi görüşleri arasındaki farkları bize açıklayabilir. Beşikçinin sosyolojisi hangi noktalarda Ziya Gökalp’in sosyolojiyle farklılıklar içermektedir? Beşikçi bunları açıklayarak hem bazı kafa karışıklıklarının da önüne geçmiş olur, hem de eleştirilere cevap vermiş olur.

http://ortaklikicin.blogspot.com/2009/01/pozitivizmin-etkisindeki-beiki.html

-------------------5-----------------------

BEŞİKÇİ ve SOSYAL SORUNA YAKLAŞIM


Yener ORKUNOĞLU / y.orkunoglu@fbi.h-da.de

Daha önceki yazımda, İsmail Beşikçi’nin ‘Sömürge olarak Kürdistan’ saptamasının esas olarak doğru bir saptama olduğunu belirtmiştim. Ama çözüm önerisinin, eksik olduğunu ifade etmiştim. Her zaman, doğru saptamalar doğru çözümleri getirmeyebilir. Hele sorun toplumsal bir sorun ise, doğru bir saptamadan, birbirinde farklı olan çözüm yolları ortaya çıkabilir. Çünkü toplumsal sınıfların istemleri birbirinden farklıdır.

Beşikçi’nin 1920’li yılların düşüncesinden sıyrılamadığını belirtmiştim. Bunun nedeni ise, İsmail Beşikçi’nin sosyolojik görüşlerinin arkasındaki pozitivizmdir. Beşikçi, burjuva aydınlanmacıların teorilerinden ziyade, aydınlanma karşıtı olan burjuva sosyolojisinin etkisi altındadır. Bir sosyolog olarak Beşikçi, sosyal olaylara burjuva sosyolojisinin yöntemiyle yaklaşıyor. Beşikçi, sosyal olaylara ‘doğal’ bakış açısından bakan bir izlenim bırakmaktadır. Sosyal sorunu saptamaya çalışırken, pozitivist bir bakış açısından olaya yaklaşmaktadır. Beşikçi Eleştirilerine Cevap adlı yazısında şöyle diyor Beşikçi.

‘Sosyal sorun nedir? Sosyal yaşamda gelişmeler, doğallıktan saptığı zaman, olması gereken, olağan olan gerçekleşmediği zaman sosyal sorun ortaya çıkar. Kürt sorunu denildiği zaman ise, kanımca şu anlaşılır: Öbür halklar açısından, örneğin, Araplar, Farslar, Türkler, Ruslar, Almanlar, İngilizler, İspanyollar vs. doğal olan, olağan olan, olması gereken bir yaşam tarzına Kürtler sahip değildir. Bu haklar Kürtlere yasaklanmıştır. Kürtlerin bu doğal hakları gasp edilmiştir. Bu bir sorundur. Bu, sosyal ve siyasal, içerikleri olan bir sorundur. Sorunu inkar etmek, gizlemek için, devlet yalana dayalı çeşitli politikalar da üretmektedir. Bu politikalar, uygulamalar, yalanın başka bir yalanla gizlenmeye çalışılması, yalanın bir yönetme yöntemi olarak kullanılması, sorunu gittikçe ağırlaştırmıştır. Sosyal sorun budur. Sorun şüphesiz, Kürtlerin kendisi değildir. Devlet, Kürtlerdeki doğal gelişmenin, olağan gelişmenin, olması gerekenin önünü tıkadığı için, olağandan, doğal olandan bir sapma olduğu için, sorun ortaya çıkmaktadır.’ (Beşikçi İtalikler bana ait. Y.O)

Beşikçi’nin düşüncelerinden şu ortaya çıkmaktadır: Beşikçi’ye göre, ulus-devlet ve milliyetçilik ‘doğal’ ve ‘normal gelişmedir’. Beşikçi, ‘ulus’ kavramını tarihsel/toplumsal bir olgu olarak değil, değişmez doğal bir olgu olarak ele almaktadır. Doğal görünen ulus-devlete itirazı yoktur, sadece doğallıktan sapmış, yani ulus devletini kurmaya engel olan ulus-devlete itirazı vardır. Beşikçi’nin ulus-devlete ve kapitalizme karşı bir tavrı yoktur.

Beşikçi, Kürtlerin de bir ulus devlet kurmasını istiyor. Türk devletinin bunu engellemesini eleştiriyor. İsmail Beşikçi’nin ‘Kürt Devleti’ istemi yanlış mıdır? Hayır! Kürtlerin ayrı bir devlet kurmalarını istemek bir çözümdür. Ama bu çözüm ezilenlerden ziyade, egemenlerin çıkarına bir çözümdür. Beşikçi, milliyetçi ideolojiyi temel alan bir ulus-devlet çözümünün, milliyetçilikten arınmış, din, dil ve kültür işlerine karışmayan devlet biçiminden neden daha iyi ve üstün olduğunu ilişkin argümanlar ileri süremiyor.

Beşikçi, politik bakımdan Kemalizme karşı durmaktadır. Kürtler üzerinde baskıya karşı durarak, ‘Türk aydınının’ onurunu kurtarmaya çalışmıştır. Beşikçi, Kürtler üzerindeki baskının kaldırılması anlamında politik olarak ilerici bir konumdadır. Ama dayandığı ideolojik ve sosyolojik görüşleri, Beşikçinin ilericiliğini sınırlı kılmaktadır. Niçin ilerciliğinin sınırlı kaldığını onun sosyal sorunlara, kapitalizme ve ulus-devlete yaklaşımında görmek mümkün.

Beşikçi, doğaya ve topluma diyalektik değil, metafizik yöntemle yaklaşıyor.

“Doğada örneğin bir kaya nasıl “kaya” olarak algılanıyorsa, toprak olarak algılanmıyorsa, sosyal bilimlerde de örneğin Alevi, “Alevi” olarak, Müslüman, “Müslüman” olarak, Kürt ise “Kürt” olarak algılanmalıdır. İşte bu noktada söylemeye çalıştığım çok açıktır. Tarih, sosyoloji, siyaset bilimleri, antropoloji, iktisat gibi sosyal bilimler alanında; hukuk gibi normatif bilimler alanında; psikoloji gibi insan bilimleri alanında çalışan profesörlerdir. Profesörler veya profesörlerin çok büyük bir kısmı böyle yapmıyor. Hakikati araştırmak, duygusuyla, endişesiyle değil resmi görüşe hizmet etmek endişesiyle hareket ediyor. Örneğin Kürt’ü Türk olarak algılıyor, Kürt’e Türk muamelesi yapıyor. Alevi’yi Müslüman olarak algılıyor, Alevi’ye Müslüman muamelesi yapıyor. Böylece olgulardan değil resmi görüşün bilgilerinden hareket etmiş oluyor. Başka bir deyişle resmi görüşü, resmi ideolojiyi bir daha doğrulamak, bu bilgiye meşruiyet vermek, ciddi bir yönelme, ciddi bir hareket noktası oluyor. Kanımca sosyal bilimlerdeki tıkanmanın, sosyal bilimlerde gelişme sağlanamamasının temel nedeni budur.” (Alevlerdeki Kafa Karışıklığı(Beşikçi’nin Alevilik konusundaki görüşlerinin daha ayrıntısı için Demir Küçükaydın’ın Beşikçinin Eleştirisi adlı kitabına bakınız)

Beşikçi’ye göre toplumdaki olgular da, doğadaki olgular gibidir. Doğa’da ’taş’ ne ise, toplumda da ’Türk’,’Kürt’, ’Alevi’ olguları ’doğal’ olgu gibi algılanmalı. Beşikçi’nin ilericiliğinin sınırları işte bu noktada başlamaktadır. Bu görüşler, burjuva toplumunu ‚doğal’ ve ‚ebedi’ gören burjuva sosyolojisinin bakış açısıdır. Beşikçi’nin görüşleri, burjuva sosyolojisinin çerçevesini aşamıyor.

Önce şunu saptayalım. Bütün toplum bilimleri, toplumsal düşünceler, esas olarak sosyal sorunların çözümlenmesini amaç edinirler. Toplumsal düşünceler, sosyal sorunların çözülmesi amacıyla ortaya çıkmışlardır. Nerede bir sosyal sorun varsa, orada da sorunların çözümü için düşünceler ortaya çıkar. Burjuva sosyolojisi, burjuvazinin düzenini sarsmadan, toplumsal sorunları burjuvazinin lehine çözmeye çalışır. Dolayısıyla burjuva sosyolojisi, kapitalist toplumdaki düzeni korumayı amaç edinmiştir. Bu sosyoloji, Marx’ın teorisinin karşısına çıkarılmıştır.

Burjuva sosyolojisinin özünü ve geçirdiği aşamaları görmek için kapitalizm ile birlikte ortaya çıkan modern sosyolojinin kısa tarihçesine bir göz atmak gerekecektir. –devam edecek-

http://ortaklikicin.blogspot.com/2008/12/beiki-ve-sosyal-soruna-yaklaim.html


--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 301
Bütün postalar: 672
Bütün kullanıcılar: 736
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden