Navigation : Yönetim |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
=> Daha kayıt olmadın mı?
******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ********
***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****
PLATFORUM (şifreli) - BEŞİKÇİ’Yİ TEHDİT ETMEK İNSANLIK DEĞİL Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | |
Beşikçi’yi Tehdit Etmek İnsanlık Değil
Cumartesi, 10 Ocak 2009 17:09
Beşikçi’yi tehdit etmek Kürt yurtseverliği, insani, vicdani bir olay değildir…
İsmail Beşikçi, Kürt sorunu ve Kürt toplumu hakkındaki çalışmalarıyla tanınan bir şahsiyettir. Kuzey Kürdistan’da ve dünyada bütün Kürtler tarafından sevilir ve hürmet edilir. Güney Kürdistan’da sanatkârların ve aydınların idolüdür. Kitapları ve yazıları çokça okunur. O, Kürtlerin Hocası ve Öğretmeni; Profesörü ve Seydası’dır.
Beşikçi, Türk’tür ve bir akademisyendir. Çorum’un İskilip kazasındandır ve yoksul bir aile çocuğudur. Kendisi de çok zor ve yoksulluk koşullarında çalışmalarını sürdürmektedir.
O Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi 3. Sınıf öğrencisi iken staj ve tecrübe edinmek için Kürdistan’a gitti. O zaman Kürt sorunu ve Kürt dili ile yüz-yüze geldi. Fakülteyi bitirdikten sonra, Hakkari’de asker olduğu zaman da Kürt sorununu ve Kürt toplumunu izledi ve gözledi. 1967 yılında Kürt sorunu ve toplumu üzerine akademik araştırma ve inceleme çalışmalarına başladı.
İlk zamanlarda, Kürt aşiretleri hakkında araştırma ve incelemeler yaptı; bu araştırma ve incelemelerini kitap haline getirdi.
Kürt hareketi 1967 ve 1969 yılında taleplerini kitlesel bir şekilde, toplumsal düzeyde mitinglerle ifade etti. Beşikçi, Kürdistan’daki ve metropoldeki Kürtlerin mitinglerini izledi, “Doğu Mitingleri” hakkında bir araştırma yaptı ve bu araştırmasını kitap haline getirdi. Bundan sonra ya da aynı zamanda, Kürt sorunu ve toplumu üzerindeki araştırma ve görüşlerini Akşam Gazetesi ve Forum Dergisinde yazmaya devam etti. 1968-69 yılında ünlü kitabı “Doğu Anadolu’nun Düzeni” kitabını yazdı.
Onun Kürtler üzerindeki çalışmaları, Kürtler üzerinde önemli bir etki ve ağırlık oluşturdu; Kürt gençlerinin bilinçlenmesinde önemli bir öğretmen ve yol gösterici oldu. Elbette bunun yanında Beşikçi’nin çalışmaları devletin de olumsuz bir şekilde dikkatini çekmeye başladı. Devlet, o tarihlerden itibaren Beşikçi’yi izlemeye başladı.
Kürt sorunu ve toplumu hakkındaki çalışmalarından dolayı Erzurum Üniversitesi’nden uzaklaştırıldı. Aynı zamanda, 1971 Askeri Darbesi’nden sonra Diyarbakır Askeri Hapishanesine hapsedildi, mahkeme edildi, 13 yıl 4 ay cezaya çarptırıldı.
1974’te Genel Af sonrası O da serbest bırakıldı. O hapisten çıktıktan sonra da, Kürt sorunu ve toplumu hakkındaki çalışmalardan vazgeçmedi. Rizgarî Dergisi’nde yazar oldu. Kürt sorunu, Kürt ulusu, devletin resmi ideolojisi Kemalizm, Türkiye’nin sömürgeci ve Kürdistan’ın sömürge statüsü hakkında kitaplar yazdı ve kitaplarını Komal Yayınevinde yayınladı.
O entelektüel çalışmalarından dolayı, 1979’da hapse girdi. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra da, birçok hapishane Beşikçi’nin evi haline geldi.
Beşikçi, hem 1971’de ve hem de ondan sonra Askeri ve Sivil Mahkemelere içerikli, Kürt sorununu ve toplumunu anlatan, Kürtlerin hak ve özgürlüklerini dile getiren savunmalar sundu.
Savcılar, 12 Mart 1971 Askeri Darbe yargılamaları döneminde Beşikçi’nin Kürtleri yarattığını, Türkiye’nin bölünmesini ve Kürdistan’ı kurmak istediğini iddianamelerinde ileri sürdüler.
Beşikçi, PKK silahlı mücadeleyi başlattığı zaman, PKK’yi destekledi. PKK için birçok Kürt aydın ve siyasetçinin düşüncelerine karşı çıktı, onları eleştirdi, onlarla polemiklere girdi. PKK adına Beşikçi’yi tehdit eden kişi de, yazısından bunu ifade ediyor: Beşikçi’ye övgüler diziyor, PKK Gerillalarının Beşikçi’den çok şey öğrendiklerini dile getiriyor.
* * *
Beşikçi, herkesin, Kürt halkının ve Türk Devleti’nin bildiği gibi, çalışmalarını kararlılıkla sürdürmektedir. Birçok insan da, Onu bir Kürt Dava Adamı olarak tanımaktadır.
O yaşamının en verimli ve gençlik yıllarını hapishanelerde geçirdi. Hiçbir Kürt düşüncelerinden dolayı 18 yıl hapis yatmadığı halde, O Kürtlere dair düşüncelerinden dolayı 18 yıl hapis yattı.
* * *
Geçmişte devletin Beşikçi üzerindeki tehdit ve saldırıları bilinmekte ve bunlar oldukça da doğaldı. Ama bu aşamada Devletin Beşikçi üzerindeki somut bir tehdidi görülmemekte. Kötü ve en olumsuz olan şey kendisini Kürt olarak tanımlayan ve Kürtlerin hakları için mücadele ettiğini iddia eden bir örgütün ona saldırması ve tehdit etmesidir. Bu tutum kabul edilemez olduğu gibi ve anlaşılamaz bir konudur da.
Bundan bir süre önce PKK lideri Öcalan, Beşikçi’nin onu ve PKK’yi eleştirmesinden dolayı, Onu Ziya Gökalp olarak nitelendirdi. Öcalan’ın bu yaklaşımına karşı, Beşikçi de eleştirilerini ifade etti. Aynı zamanda bir grup Kürt aydını da Öcalan’ın bu tutum ve yaklaşımına karşı büyük bir reaksiyon ve tepki gösterdiler. Bu konuda yazılar yazdılar.
Kasım ENGİN, Halk Savunma Güçleri-HPG Online denilen PKK sitesinde, 31. 12. 2008’de PKK adına bir yazı yazdı. Bu yazısında Beşikçi’yi tehdit etti. Beşikçi’nin sesini kesmesini, Beşikçi’nin PKK’yi ve Öcalan’ı eleştirmemesini söyledi. Devletin Beşikçi’ye cesaret edip söyleyemeyeceğini, o Beşikçi’ye söyledi. Görünen o ki, Kasım ENGİN Öcalan’dan açıkça referans ve cesaret almış durumda.
PKK adına yapılan bu tehdidin, Kürt yurtseverliği, vicdan ve insanlıkla bir alakası yoktur. Şunun çok iyi bilinmesi gerekir ki, Beşikçi Kürt sorunu ve toplumu, Kürdistan üzerinde çalışmalar yürüttüğü, Üniversiteden bu nedenle uzaklaştırıldığı, hapishanelerde yattığı zaman, PKK örgüt olarak yoktu ve Öcalan da Kürt Hareketi içinde değildi.
* * *
Bilindiği gibi PKK bugüne dek, sadece Beşikçi’yi değil, Kuzey Kürdistan ve diğer Kürdistan parçalarında yüzlerce Kürt aydınını ve siyasetçisini tehdit etmiştir. Yüzlerce kendi içindeki muhalifi ve diğer Kürdistan örgütlerinde çalışmalar yürüten yurtseveri öldürmüştür. Günümüzde de bu tutumunu devam ettirmektedir.
PKK’nin bu tutumu otoriter, totaliter, Baasçı, Kemalist bir tutumdur. PKK’nın bu tutumu, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine karşıdır. Yüzde yüz Kürt ulusal çıkarlarına da aykırıdır.
PKK, Kürt ve Kürdistan Davası’na hizmet etmek istiyorsa; demokrasi, insan hak ve özgürlükleri konusunda inanılır ve inandırıcı bir örgüt olmak istiyorsa, PKK’nin bu tutumundan kesinlikle vazgeçmesi gerekir. PKK’nın kendisini değiştirmesi, eski deyimle yapısal bir intihardan geçmesi ve kendisini yeniden yapılandırması gerekir.
Beşikçi’ye yönelik bu tehdit ve saldırı kabul edilemez. Bu tehdidin yok edilmesi, PKK’nın değişmesi için: Kürt ve Kürdistani örgütler ve aydınlar, PKK’yi eleştirmeli ve teşhir etmelidir. PKK’nın bu tutumu karşısında tutum takınarak, mücadele etmelidirler.
İbrahim GUÇLU
(ibrahimguclu21@ gmail.com)
Amed, 09. 01. 2009
http://turkce.kurdistan-aktuel.org/index.php?option=com_content&view=article&id=838:beikciyi-tehdit-etmek-nsanlk-deil&catid=1:kurdistan&Itemid=30
| | | | Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | |
Kamuoyuna açıklama
Çarşamba, 04 Şubat 2009
Dr. İsmail Beşikçi’ye yönelik tehditle ilgili sosyalist kamuoyuna duyuru
Entellektüelin Misyonu Her Koşulda Doğruyu Söylemektir..Adil Kurtay ve Kasım Engin imzasıyla yayınlanan iki yazıda, Dr. İsmail Beşikçi’ye ağır hakaretler yapılmakta, utanç verici, aşağılayıcı ifadeler kullanılmakta, imalarda bulunulmakta, daha da ötede, “ancak hoca’nın yaklaşımları giderek çizmeyi aşıyor” denilerekDr. Beşikçi açıkça tehdit edilmektedir.
Hiçbir etik ve entellektüel kaygı kırıntısı taşımayan ve eleştiri uslûbuyla da asla bağdaşmayan bu yazıları yazanlar ve gerisindekiler kimden bahsettiklerini biliyorlar mı? Birincisi, eleştiriyle uzaktan-yakından ilgisi olmayan söz konusu metinleri yazanlar, tehditleri savuranlar belki daha bu dünya’da yokken, Dr. İsmail Beşikçi bu coğrafyada eşine pek rastlanmayan bir cesaret, basiret, kararlılık ve inatla, Kürt halkını yok sayan, inkâr eden, aşağılayan resmi ideolojinin, resmi tarihin, resmi doğruların ve onun gerisindeki TC’nin karşısına yiğitçe dikilmiş saygıdeğer bir entellektüeldir. Dr. Beşikçi erdemli yaşamayı ilke edinmiş, fikir namusunun, entellektüel dürüstlüğün timsâli bir şahsiyettir. İkincisi, Beşikçi’nin Kürt sorununa ilgilisi PKK ile başlamış da değildir. Onun Kürt sorununa ilgisi, entellektüel dürüstlüğün ve bilim namusunun, adalet, eşitlik ve özgürlük bilincinin bir gereği ve tezahürüdür. Zira entellektüel genel kabul görmüş ‘doğruları’ sorguluyorsa, yalanı ve ikiyüzlülüğü teşhir ediyorsa, konuşmayan/konuşamayan adına konuşabiliyorsa, söylenmeyeni/söylenemeyeni söyleyebiliyorsa, velhasıl herkesin sustuğu yerde ve zamanda konuşabiliyorsa entellektüeldir. Bu yüzden Julien Benda: “Entellektüelin misyonu, dünyanın efendisi haline gelmiş haksız ve yanlış karşısında cümle âlem diz çökerken bile, ayakta kalıp, ona insanlık bilinciyle karşı çıkmaktır.” derken, İsmail Beşikçi ve onun gibileri kastediyor... Entellektüeli Türkiye’de “aydın” denilen diplomalılar taifesinden ayıran, egemenliğin her türlüsüne, hertürlü resmi ve egemen ideolojiye, resmi doğrulara, yalana, tahrifata, yok saymaya, tabuya, puta, hurafeye, vb. kararlılık ve inatla karşı çıkışıdır. İsmail Beşikçi devletin Kürt halkına yönelik baskıcı, yok sayıcı, inkârcı yaklaşımlarını ve uygulamalarını eleştirdiği için hayatının 15 yıldan fazlasını hapishanelerde geçirdi, sayısız baskı ve zulme maruz kaldı. Neden? Zira TC’nin onun karşısında söyleyecek sözü yoktu. Eleştiriye cevap veremediği için onu cezalandırma yoluna gitti. Üniversiteden kovdu, hapse attı... Şimdilerde Kürt halkı adına Beşikçi’yi tehdit edenlerin de karşı eleştiri yapacak güçleri yok ki, onu tehdit etme yoluna gidiyorlar... Unutulmasın ki, eleştiriye tahammülsüzlüğün başladığı yerde, özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi kavramların artık bir kıymet-i harbiyesi ve inandırıcılığı kalmamıştır...
Buradaki amacımız, eleştiri adabı ve uslûbuyla bağdaşmayan söz konusu yazılara cevap vermek değil. Biz, aşağıda imzası bulunanlar bu toprakların, bu coğrafyanın, tüm ezilen halkların, sömürülen sınıfların onuru, entellektüel olmanın, entellektüel dürüstlüğün, bilim namusunun, özgür düşüncenin, eleştirinin timsali değerli hocamız/dostumuz sosyolog Dr. İsmail Beşikçi’nin yalnız olmadığını, ona yönelik çirkin saldırıyı şiddetle kınadığımızı ilân etmektir.
Saygılarımızla...
................................................
Fikret BAŞKAYA
Suavi AYDIN
Sibel ÖZBUDUN
Yüksel AKKAYA
Yücel DEMİRER
Tolga ERSOY
İsmet ERDOĞAN
Aydın ÖRDEK
Sait ÇETİNOĞLU
Temel DEMİRER
Levent KANAT
Babür PINAR
Fatime AKALIN
Haydar ÇETİNBAŞ
Serpil KÖKSAL
Engin BAYRAMOĞLU
İbrahim AKYOL
Merdan ÖZÜDOĞRU
Eren KIRMIZIALTIN
Mustafa KARABUDAK
Fettah KARAGÖZ
Ayhan ÇINAR
Mahmut KONUK
Metin AYHAN
Ahmet ÖNAL
Özgür BAŞKAYA
Mehmet HORUŞ
http://turkce.kurdistan-aktuel.org/index.php?option=com_content&view=article&id=1056:kamuoyuna-acklama&catid=3:turkiye&Itemid=54
| | | | Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | |
Kasım Engin
İsmail Hoca'ya Açık Mektup
İsmail Hoca'ya karşı biz hep saygı duyduk. Biz Kürtler birisi bize iyilik etmişse onu kolay kolay unutmayız. Bu bir toplumsal psikolojidir, ruhsal durumdur. Belki de hep ezilmişliğin, horlanmanın, sömürülmenin, dıştalanmışlığın yarattığı ilgi bekleme halidir. 20 yıl önce İsmail Hoca'nın kitaplarını partimiz basıma verdiğinde yüzlercesini bizzat kendim dağıtmışımdır. Uluslararası Sömürge: Kürdistan kitabında da tutunduğu resmi ideoloji, aydınlara ilişkin olan kitabına kadar, hocanın çok sayıda kitabını kapı kapı dolaşarak topluma yaydık. İsmail Hoca'nın sosyolojik tahlilleri Önderliğimizin toplumsal çözümlemelerine yakındı. Bir toplumu yeniden yaratmak isteyen PKK'nin çözümlemelerini güçlendiren yazılardı. Özelde ilk kurşun teorisini biz İsmail Hoca'dan öğrendik. Elbette Franz Fanon'un teorisiydi. Ancak biz İsmail Hoca'dan öğrendik. Zihinlerdeki karakolların öncelikle yıkılması gerektiğini de ondan öğrendik. Parti Önderliğimiz İsmail Hoca'nın söylediklerinin kat be kat fazlasını en basit dile indirgeyerek bize benlik kazandırdı. Ancak İsmail Hoca'nın bir aydın olarak, hem de bir Türk aydını olarak yazması bize moral vermiştir.
İsmail Hoca'nın her şeyine o zaman katıldığımızı söylemek de bir o kadar yanlış olur. Partinin uzun vadeli halk savaşı stratejisine göre hedef bir Kürdistan devletini kurmaktı. Bağımsız demokratik birleşik bir Kürdistan devletini.
Hedef Türkiye devletinden ayrılmayı esas alsa bile biz Türkiye halklarıyla o zaman ve her zaman birlikteliği ve kardeşliği dillendirmekten geri durmuyorduk. Ve İsmail Hoca'nın 1989 yılında "Kürt gerillası toplantısını Türkçe yapıyormuş, konuşmaları Türkçeymiş, halbuki gerilla tüm konuşmalarını Kürtçe yapmalıdır" biçiminde değerlendirme ve eleştirileri olmuştu.
Elbette bir halkın gerillalarının kendi anadillerinde konuşmaları doğruydu. Ancak Kürtçenin o kadar farklı lehçelerinin, özelde Kuzey'de ortak noktası Türkçe diliydi. Yine katılan birçok genç üniversitelerden gelmişti. Ve ağırlıkta da Türkçe biliyorlardı. Yine araştırma materyalleri çoğunlukla değil, tümden Türkçeydi. Kürdün özgün kültürel kuralları yaratılmamışlardı. Bir halk yaratılmayı bekliyordu. Bir de İsmail Hoca'nın deyimiyle beyinlerde oluşturulan karakollar çok sayıda vardı. Özellikle karakolların yıkılması gerekiyordu. Öncelik devrimi yazmaktı, geliştirmekti. İşte bunun için neden gerilla Kürtçe konuşmuyor tespitini o zaman epey eleştirmiştik. Ne de olsa devrim olup bitse de biz kırk yıl Türkiye halklarıyla birlikte yaşayacaktık. Ve Türkçeyi bunun için uzun yıllar daha konuşacaktık. Bir de bizim Türkiye halklarına zırnık kadar bir düşmanlığımız yoktu ki. Biz ezilmişliğe, horlanmışlığa, işgale, sömürüye karşı bir başkaldırış içerisindeydik. Egemenlere karşı bir haykırış, bir isyan içerisindeydik. Devletli çözümlerin eni sonunda yine bir kesimin hizmetine girdiğini biz en bariz olarak Sovyet deneyiminden gördük. Önderliğimiz "'90'lı yıllarda insanlığın durumu" başlıklı yazısıyla o zaman parçayı bütüne feda etmeyi kolektiflik adına bireyin hiçleştirilmesini çok sert eleştirilere tabi tutarak iktidar hastalıklarına işaret etmiştir. Daha kapsamlı çözümlemeleri ise içimizde 1993 yılından sonra gelişen erken iktidar hastalıklarına karşı yapmıştır. Hatırlıyorum önderlik o zaman, "böyle bir devlet kurulacaksa kurulmasın daha iyidir, kurulursa da ben yerin dibine batırırım" diyecektir. Çünkü erken iktidar hastalığı özelde devletçi bir hastalıktır. Ve bireylerin iktidarları için nasıl kavga ettiklerini pratiklerimizde yaşadık. Devletlerin hiçbir topluma fayda vermediğini biz sözde kurulan sosyalist devletlerden gördük. Etiyopya sosyalist devrimi yaptığında beklentimiz Eritre halkına özgülüğünü vermesiydi. Ancak olan bu olmadı. Olan Eritre devrimcilerine karşı uçaklarla saldırı olmuştu. Özcesi devletçi çözümlerin insanlığa hayrı olmamıştır. Biz bunu hem yaşayarak öğrendik, hem de görerek okuyarak bilince çıkarttık. Ve biz şunu da öğrendik: Her türden milliyetçilik, kırıntı düzeyinde de olsa, sonuçta yapacağı felakettir. Ulusalcılık ise bir dönemler ilerici olarak ele aldığımız gerçeklik olsa da esasta halkların başına musallat olmuş bir kapitalist yaratık olduğunu da gördük. Dediğimiz gibi biz yaşayarak öğrendik. Ve insanlığa hizmeti olmayacak bir bakışta ısrar etmek, olsa olsa bir sığlıktır. İlkeler adına tarihin gerisinde çakılıp kalmakdır. Kapitalist ideolojiye hizmet etmektir.
İsmail Hoca tarihin hep aktığını bizden daha iyi biliyor. Lakin bunu bilmesine rağmen adeta durmuş bir tarihe bakıyor. Bize insanlık tecrübesi, yeni kuantumik felsefik bakış, reel sosyalizmin iflası, yeni tarihsel komünal bilinç, gelişen bilişim ve teknik gösterdi ki devletçi, milliyetçi çözümler insanlığa hizmet etmemekte.
Kaldı ki değişen siyasal değişim de cabası. O zaman eskide ısrarın ne faydası olacaktır. Eğer biz devletçi çözümle yaşamamızı ortaya koyup, reddettiğimiz sistemleri yeniden yaratacaksak ya da böylesine sistemlerin yedeğine düşeceksek neden bizi ideallerimize ters düşürecek olan yöntemlerde ısrar edelim ki…
Sonuçta insan düşünen bir yaratık toplumsal bir varlıktır. Toplumların çıkarlarına olmayacak çözümlerde neden ısrar edelim ki… Bir de yanı başımızda halen bir kangren gibi varlığını sürdüren Filistin-İsrail çatışması yaşanmışken neden kan akıtmasına davet eden çözümlere evet diyelim ki… Yine yanı başımızda, Irak'ta, Afganistan'da, Hindistan'da ve isimlerini verebileceğimiz onlarca örnekte görüldüğü gibi neden kan doğuracak ve sorunları çözmeyecek yöntemlerde ısrar edelim ki…
Çağdaş olmak, komünal olmak, demokratik sosyalist olmak, halkların kardeşliğini insanlığın ortaklaşması gerektirmez mi? Herhalde gerektirir.
O zaman İsmail Hoca'ya neden ısrarla devletçi, milliyetçi hatta mikro milliyetçi çözümleri dayattığını sormamız yerinde olmaz mı? Hatta bugünlerde halkların boğazlaşmasına yol açabilecek çözüm önerisi sunanların yanında yer alması bir talihsizlik değil midir? Ve daha da sorularımızı sormaya devam edebiliriz: Neden ısrarla PKK'nin stratejisini ve değişimini bir türlü hazmedemiyor? Neden milliyetçilik anlamına gelecek olan dayatmalarda bulunuyor? Anlamakta zorlanıyoruz. Bir aydın bir sosyolog neden toplumsal değişimin doğrultusunu göremiyor? Görmenin de ötesinde neden çatışkılara yol açabilecek düşünce kalıplarında takılı kalıyor?
Haklı olarak halkların kardeşliğini bulandıran ve bozan zihniyet yapılarının bu topraklarda Ziya Gökalplere benzetebileceğimiz kaçınılmazdır. İsmail Hoca 20. Yüzyılın başında bir nevi Pantürkizmi savunan Ziya Gökalp'e giderek benziyor. Ziya Gökalp'i anlayabiliriz; diyebiliriz ki dönemin zihniyet yapısı pozitivizmdi, determinizmdi. Türkiye'de bu çağda pozitivizmin eleştirilmemiş bir yanı kalmamıştır. Hala bu düşünce yapısında neden ısrar etmesi ne anlama geliyor diye İsmail Hoca'ya sormak gerekmez mi? Tüm bunları hem sorduğumuzda hem değerlendirdiğimizde İsmail Hoca'nın ayıp ettiğini düşünüyoruz. İsmail Hoca bu yaklaşımlarıyla gerillada olan saygınlığını giderek yitiriyor. Eğer bu güne kadar bir gerilla ona dönük eleştiri geliştirmemişse, ona karşı beslenen saygıdandır. Ancak Hoca'nın yaklaşımları giderek çizmeyi aşıyor. İsmail Hoca gerillada geçmişte oluşan kredisini yitiriyor. Bunu yapmakla da dediğim gibi İsmail Hoca ayıp ediyor.
Konuyla bağlantılı olmasa da başka bir hususa vurgu yapmak zorundayım: Gerilla demokratik uygarlık stratejisi için Kürdistan dağlarında halen bugün en sert mücadeleyi veriyor, savaşın en sert olanını yürütüyor. PKK sınırlara dokunmadan demokratik özerkliği savunurken, devlet en amansız saldırılarda bulunuyor. Kürdistan için sözde federalizmi savunanlar yine sözde PKK'nin Kürdistan'dan vazgeçtiğini söyleyenler hatta Önder APO'nun Kemalizme kaydığını söyleyenler devletle kol kola dolaşıyorlar. Devletin çeşitli platformlarında sözde bu görüşleri savunanlar kabul görüyor. Bu paradoks, bu muammalı durum İsmail Hoca'yı hiç mi hiç düşündürtmüyor mu?
http://www.ateshirsizi.net/besikci-8217-ye-yoeneltilen-elestiri-t6745.html
|
Cevapla:
Bütün konular: 301 Bütün postalar: 672 Bütün kullanıcılar: 736 Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse 
|
|
|
|
|
|
|
Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
|
|
|
|
|
|
|
|