Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono.
   
  SIMA XÊR AMÊ! DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ!
  PLATFORUM (şifreli)
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ******** ***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****

PLATFORUM (şifreli) - Taner Akçam'la "soykırım" üzerine

Burdasın:
PLATFORUM (şifreli) => PLATFORUM_GENEL => Taner Akçam'la "soykırım" üzerine

<-Geri

 1 

Devam->


Z.Dersim
(şimdiye kadar 148 posta)
26.11.2009 00:28 (UTC)[alıntı yap]


Taner Akçam'la "soykırım" üzerine


Ertan Gün
TORONTO

ertangun@hotmail.com



Taner Akçam

Taner Akçam'la yaptığımız söyleşide sorularımızı şöyle yanıtladı:

- Konferanslar verirken, akademik tarihçi kimliğiniz dışında, herhangi bir vakıf, parti veya derneğin sözcülüğünü üstleniyor musunuz?

- Ben aktif siyaseti 1986 yılında bıraktım. 80'li yıllarda, PKK ile çok maceralı bir dönemim oldu. Solun içinde demokratik bir yapının oluşması için çalışıyor, sorunların şiddet temelinde çözülmesine ve siyasette şiddete karşı çıkıyordum. PKK'nin hedefi oldum. Siyasal hareketim içerisinde, çok sevdiğim birkaç arkadaşım PKK tarafından öldürüldü. Ve ben doğrudan siyasetle ilişkimi bıraktım. Şüphesiz, siyasi konularda da bir şeyler yazdım ve hâlâ da yazıyorum, ama doğrudan siyasetle ilgim yok. 1988'den beri akademik olarak çalışmalarımı sürdürüyorum.

- Seminerlere genellikle sizi Ermeni kökenli kurumlar çağırıyorlar, öyle mi?

- Amerika'da öyle.

- Avrupa'da?

- Öyle değil.

- Türk tarihçilerinden ya da derneklerinden bu tür talepler geliyor mu?

- Almanya'da Türk derneklerinden geliyordu. Bunun dışında üniversitelerden seminer talepleri sürekli geliyor.

- Toplantılarınızda Türkiye'ye de bir mesaj vermeye çalışıyor musunuz?

- Hayır, hayır. Herhangi bir mesajım yok. Yani öyle çok amaçlanmış bir hedefe yönelik yaptığım bir şey yok. Son dönemde toplantı serilerinin yapılmasının nedeni, yeni çıkan kitabım içindi. İngilizce ilk kitabım yayınlandı. Kitabımın basılmasında Zoryan Enstitüsü'nün önemli katkıları oldu. Onların yardımı olmasaydı, ben bu kitabı yayımlayamazdım. Sonra da kitabın tanıtımı için toplantılar düzenlendi, adet böyle. Yayınevi kitabını tanıtmak için yazarını gezdirerek, kitabını tanıtıyor. Ben de kitabı tanıtma toplantıları yaptım, hepsi bu kadar.

- Kanada'daki Toplantılarınızın, 21 Nisan'da Kanada Parlamentosu'nda tanınan "Ermeni soykırımı Yasa"sından 1 ay sonrasına denk gelmesi tesadüf mü?

- Şüphesiz ki, tesadüf. Haberim bile yok. Yani o tür politik olaylardan dolaylı olarak haber alıyorum. İşin o yönüyle ilgilenmiyorum. Ayrıca şöyle bir şeye de dikkat ediyorum; Ermeni örgütlerinin muhtemel kendi programları ve politik takvimleri var. Bu tür toplantılara davet edildiğim zaman, konuya, içeriğe ve gündeme bakarım. Ancak kesinlikle ve kesinlikle, bazı Ermeni örgütlerinin politik takvimlerinin içinde veya bir kenarında değilim. Olmak da istemem. Davet aldığım zamanlar, öncelikle bu konuyu hatırlatırım kendilerine.

- Siz tarih bilimiyle ilkin ilgilendiğinizde, doğrudan Ermeni tarihini mi araştırdınız, yoksa karşınıza Ermeni konusu çıktığı için mi ayrıntıya döktünüz ?

- Öncelikle benim ilk çalışmam 1988 yılında, Osmanlılarda ve Türkiye'de işkence tarihi idi. Bu çalışmanın bir ürünü olarak, 'Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence' diye kitabım çıktı. Bu çalışma kapsamında 19. yüzyılda Osmanlı toplumunda işkence ve şiddet konusunu araştırırken Abdülhamit dönemi üzerinde durdum. O dönemi okurken 1894-1896 yıllarındaki katliamlarla karşılaştım. Bu 2 yıl içerisinde, 12-13 vilayette, Abdülhamit'in organize etmesiyle 100 binin üzerinde Ermeni öldürülmüş. Ondan sonra da ilgim arttı tabi ki. Zaten her Türk'ün, entelektüelin bu konuda merakı var… Herkes bu konuya "karışık ve karanlık konular" olarak bakıyor. "Galiba bir şeyler olmuş", "Bir şeyler olmuş ama her iki tarafın da suçu var galiba", "Ermeniler de az yapmamış" falan gibi, ortalama kanaat sahiplerinden birisi de bendim. Konuya ilgimin artması, başkaca tesadüf şeylerle de birleşince 1991'den beri çalışıyorum.

- Etnik kökeninizi tanımlar mısınız? Etnik kökeninizin çalışmalarınızda yanlı davranmasına ne derece izin veriyorsunuz?

- Bu da çok ilginç, yeni moda oldu zaten. Eskiden yoktu böyle şeyler. Son 10-15 yıldır, Sovyetlerin çökmesinden sonra etnik köken modası oldu. (Gülerek) Herkes etnik kökenine bakıyor. Vallahi ben çok safkan bir Türküm. Ahıska Türkleri derler bize Kars'ta. Ve, bizim sülalemizden birilerinin Ermeni çeteleri tarafından öldürülmüş olabileceği ihtimali de oldukça kuvvetli. Ama bu tür şeyler benim için hiç önemli değil. Ben sonuçta bir akademisyenim ve bilim adamı olarak konuyu araştırıyorum.

- "Anadolu'da Ermeni soykırımı olmuştur" diyen ilk Türk tarihçisi siz misiniz?

- Bildiğim kadarıyla benim. Ama dikkatli olmak lazım; birisi çıkar "falan yerde, feşmekan kişi, daha önce akademik bir çalışma yapmıştır" diyebilir. Ama şu kesin ki, bu konuda ilk Türkçe kitabı yayınlayan benim. Bu konuda, ilk Türkçe konuşan da benim.

- Tarihle siyaset birbirine bağlı konular, pek ayrılmıyor, Türkiye'nin "soykırım"ı kabul etmesi durumunda, ne gibi kazançları ve kayıpları olur sizce?

- Herhangi bir kaybı olabileceğini zannetmiyorum. Kazancı olur. Yani uluslararası platformda prestiji artar. Örneğin, Almanya kendi tarihi üzerine konuşuyor diye, kimse Almanya'yı suçlamıyor. Aksine Almanya örnek olarak gösteriliyor. Almanya örneğinin diğer ülkeler tarafından devam ettirilmesi isteniyor. Türkiye'nin "soykırım"ı kabul etmesi, Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından çok çok önemli. Çünkü, demokratik bir kimlik; hoşgörüye, kardeşliğe, eşitliğe dayanan bir kültürdür. Bu da ancak tarihteki bu tür haksızlıkların üzerini açıp konuşmayla başarılır. Sen yediğin haltların üstünü örterek, iyi bir insan olmayı beceremezsin. Ancak ve ancak yediğin haltları toplum olarak konuşmayı başarırsan, bir daha aynı haltları yemezsin. Toplumlar, tarihte işlemiş oldukları kötü davranışları konuşmadıkları ve bunu dillendirmedikleri sürece, aynı şeylerin yeniden ortaya çıkma şansları artar… Türkiye'de yeniden bir 'Susurluk Olayı' zor olur. Çünkü, 'Susurluk' üzerine Türkiye çok konuştu. Eğer Ermeni ve Kürt meselesi üzerine vaktiyle Türkiye'de daha rahat konuşulabilseydi; bir Susurluk olmazdı, Kürt meselesi bu boyutlara gelmezdi. Yani toplumların sorunlarını demokratik kanallarla çözebilmesi, tarihte yaşanmış olayların açıkça konuşabilmesiyle doğru orantılıdır. Demokratikleşme sürecinde Türkiye'nin 1. kazancı bu olacaktır. 2. kazancı ise, Türkiye bu konuda çok para kazanır. Anadolu'da bugün hâlâ Ermeni kültürünün izleri var, Ani şehri var örneğin. Kars'ta çok büyük ve muhteşem bir abide. Giderseniz oraya girmek yasak. Jandarmadan özel izin alıyorsunuz, gidip gezdiğiniz zaman, bu antik şehrin içerisinde tek bir Ermeni kelimesi göremiyorsunuz. Yani en basiti, bırak Ermeni "soykırım"ını kabul etmeyi, aradaki ilişkilerin düzelmesi açısından, Ani şehrini restore edip, turizme açtığı zaman yılda milyonlarca dolar gelir elde eder. Ermenistan'la ilişkilerin geliştirilmesinde olumlu adımlar atılır. Uluslararası planda, özellikle Amerika'da son derece güçlü bir Ermeni lobisine sahip olursunuz, bunların büyük kısmı orijin olarak zaten Türkiye'den gelen insanlar. Örnekleri çoğaltmak mümkün, sonuçta kazancınız olur, başka bir kaybınız olmaz.

[Kars'ın 44 kilometre doğusundaki Ani Harabeleri'nin çevresindeki yasak bölge, Bakanlar Kurulu kararı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın onayı ile kaldırıldı. Harabeleri görmek isteyen yerli ve yabancı turistler artık izin almadan ve kimlik bildirimi yapmadan tarihi eserleri gezebilecek. Şimdiye kadar yasak olan fotoğraf ve kamera çekimi de yapılabilecek. 5 kilometrelik bir alanı kapsayan Ani kentinde on kilise, bir saray, iki cami, bir köprü ve bir de kervansaray bulunuyor. Kuruluşu milattan önce 130'lu yıllara dayanan Ani kenti, uzun yıllar Ermenilere başkentlik yapmış. Kaynak: 31 Nisan 2004 tarihli http://www.ntvmsnbc.com - Ertan Gün]

- Peki Ermeni Toplumu açısından ele alalım; bilinçli veya bilinçsiz "Ermeni soykırımı olmuştur" diyen Ermeniler ne kazanıyorlar ?

- Herhangi bir şey kazanmak için söylemiyorlar ki… Çok basit bir sorunları var. Sonuçta bunlar, çoğunlukla amcasız, dayısız, teyzesiz büyümüşler. Annelerinin ve hayatta kalmış akrabalarının, gizli köşelerde belli tarihlerde ağladıklarını görerek büyümüşler. Dolayısıyla onların hikâyelerini dinlerseniz, meseleyi daha rahat anlarsınız. Elbette, bir takım politik örgütler, bu meseleyi politika aracı olarak kullanıyor olabilirler; ama sonuçta hiç bir topluluk "vay bana tarihte böyle bir şey yapılmış, ben bunu nasıl kullanırım" diye oturup kalkıp hesap yapmaz. Şu andaki en büyük problem, esas olarak kendilerine yapılmış olan bu tarihi haksızlığın kabul edilmiyor olmasıdır. Cinsel taciz ve ırza geçme konusunda yapılan çalışmalardan biliyoruz, bu tür saldırılara maruz kalan kadınlar da benzeri sorunlarla karşılaşırlar. Bu tür saldırıya uğrayan kadınlar açısından en büyük sorun, kendilerine yapılan kötülüğün, başkaları tarafından kabul edilmiyor olmasıdır. Kadının suçlanması çok yaygındır: "Senin de kabahatin yok mu" diye. Toplum psikolojisi de bunun gibi… Dolayısıyla, en önemli adım; aynen bir saldırıya uğramış kadının iyileştirilmesinde olduğu gibi, ilk önce bu topluluğun böylesi bir haksızlığa uğradığını kabul etmemiz gerekir. Bu bağlamda, şu andaki Türk Ermeni ilişkileri açısından en önemli problem, Ermeni topluluklarının başına gelenlerin Türkler tarafından bilinmiyor olmasıdır. Bizim, onların bu hikâyelerini "bilir" hale gelmemiz ve kendilerini dinlemeye hazır olduğumuzu göstermemiz gerekiyor. Daha sonra, Ermeni intikam eylemleri vb. gibi diğer sorunları, daha rahatlıkla konuşabiliriz.

- Tarihçileri okurken, "soykırım" için bazen 1915-1917, bazen de 1915-1923 tarihleri kullanıldığını görüyorum. Hangisinin doğru olduğunu öğrenebilir miyim?

- Öğrenemezsin. Çünkü bu konuda herkes sana değişik cevap verir.

- Size soruyorum.

- Ben 1915-1917'yi kullanıyorum. 1918-1922 yılları arası Kafkaslarda yaşananların "soykırım"ın devamı olarak tanımlanması, bana pek doğru gelmiyor. Genel olarak popüler düzeyde ve Ermeni örgütlerin propagandalarında daima 1915-1923 diye yazılır. İşin propaganda yönü beni pek ilgilendirmiyor. O yönü çok önemli değil. Önemli olan, bu konuda ciddi bir tartışma yapıldığı zaman soru şu olur: "1918-1922 döneminde Kafkaslarda yaşananlar, 1915-1917'nin devamı sayılabilir mi, sayılamaz mı?" Sovyet kayıtlarına göre, Kafkaslarda 2-3 yıl içinde öldürülen Ermeni sayısı 200 binin üzerindedir. O da inanılmaz derecedeki bir katliamdır. Fakat aynı dönemde, oralarda Müslüman katliamları da vardır. Kişi olarak ben, onların sadece intikam eylemleri olarak açıklanması taraftarı değilim. Şu anda bu konu üzerinde bir şeyler okuyup, yazıyorum. Gerçi bu konu üzerinde çok ciddi bir çalışma yok. Bu konuda en büyük problemimiz; hâlâ bu konu üzerinde çalışan insanlarımızın "tencere dibin kara, seninki benden kara" gibi bakıyor olmalarıdır. Yani hiç kimse, belli bir mesafede durarak sakin ve rahat konuşma taraftarı değil. Onun için de, çok ciddi verilerimiz ve çok ciddi rakamlarımız yok elimizde. 1915-1923 tarihleri arasında olanları düzenlilik ve süreklilik olarak görüp, onun "soykırım"ın 2. veya 3. aşaması olarak açıklayan tarihçiler var. Bunu, 1918 sonrası bölgede görev yapan Türk subaylarının bile, 1915 temizliğini yapanlarla aynı olmasına da dayandırıyorlar. Gerçekten ortada böyle bir süreklilik var, ama bana göre 1918-1922 arası daha çok karşılıklı etnik temizlemeye uyuyor. Yani özellikle 1919 sonrası, Ermeni birliklerinin, yenilen Osmanlı ordularının yerini almaya başlaması ile birlikte, her iki taraf da, kendisi için devlet sınırı diye seçtiği alanın içerisindeki Ermeni ve Müslüman'ı karşılıklı olarak yok etmek ve sürmek istedi. Tabi ki Türkler çok kuvvetli olduklarından, çok daha fazla Ermeni'yi yok etti.

- Bir de "soykırım"ın sayıları üzerinde çok tartışma var: 1,5 milyon deniyor, 800 bin deniyor, 1 milyon 100 bin deniyor.

- Bu da çok önemli değil. Çok anlamsız bir tartışmadır. Akademisyenlerin çok güldüğü konuların başında, rakamlar üzerine tartışma yapanlar gelir. Yani 1 milyon değil de, 800 bin olsa, "soykırım" olmamış mı olacak?! 600 bin olsa yok mu sayılacak?! 600 bin insan bu!... Havuçtan, salatadan, hıyardan bahsetmiyorsunuz. Ali Sami Yen stadyumu 20 bin kişi alıyor, bu stadı 30 defa doldur, boşalt. Doldur, boşalt ve her seferinde öldür bu adamları, öyle düşün. Yani sonuçta; kabak, kavun, patlıcan, salata kesmiyorsun, insanlar üzerine konuşuyorsun. 1948'de Birleşmiş Milletler, "soykırım"ın tanımını yaparken "şu kadar olacak" diye bir sayı vermez ki! Yugoslavya'da bile 7 bin Boşnak Müslüman öldürüldü diye, bir Sırp generali "soykırım" suçundan ceza aldı. Dolayısıyla rakamlar çok önemli değil. Hangi rakam var? Vallahi bir tane resmi rakam var ortada. O da Osmanlı resmi rakamıdır; 1919'da Osmanlı Dahiliye Nezareti'nin (İçişleri Bakanlığı resmi açıklamasıdır. O dönem bir komisyon kurmuşlar ve komisyon 3 ay araştırma sonucunda karar vermiş: "Bizim 1. Cihan Harbi'nde öldürülen Ermeni sayısı 800 bindir" demiş. Bu Mustafa Kemal'in kullandığı sayı, bu Damat Ferit'in kullandığı sayı. Yine 1927 yılında Genel Kurmay Başkanlığı'nın çıkarmış olduğu '1. Cihan Harbi'nde Kayıplar' adlı bir kitabı var, bu kitapta da 800 bin sayısı verilmiş. Ayrıca Türk Tarihçisi Yusuf Hikmet Bayur, kendi eserinde "bu sayılar doğrudur" diye yazar ve bir de dip not düşer, "elimizdeki bilgilere göre" diye.

- Birleşmiş Milletlerin yaptığı "soykırım" tanımında, 1948'den sonraki olaylara mı "soykırım" deniyor, yoksa önceki olaylar da bu konunun kapsamına giriyor mu?

- Bu konunun 2 boyutu var. Tanım olarak kullanabilirsiniz. Nitekim, TARC (Türk Ermeni Barış Komisyonu) geçen aylarda uluslararası bir hukuk enstitüsüne başvurmuştu. Aslında başvuruyu Ermeni tarafı istemiyor, karşı çıkıyordu. Türk tarafının dayatması ile başvuru yapıldı. Gündüz Aktan, "soykırım"ın hukuki bir tanım olduğu ve 1948 öncesine uygulanmayacağı argümanını kullanıyordu. Ona göre 1915 yılında olanlara, hukuken "soykırım" denmezdi. Çünkü "1948'de yapılmış bir kanunun, o tarihten önceki olaylara uygulanması hukuk kuralı olarak mümkün değildir. Sonuçta, Uluslararası Hukuk Enstitüsü'ne başvurdular. Aldıkları cevap çok net oldu: "Elbette ki, "soykırım" tanımını 1948 öncesi olaylar için kullanabilirsiniz. 1915'de yaşananlar da "soykırım" tanımına uygundur, kullanılabilir". Buradaki mantık çok basit: Kanser hastalığının adı bugün kondu diye, bundan 5-10 yıl önce kanserden ölmüş adama "kanser hastasıydı" diyemeyecek miyiz? Diyeceğiz tabi ki… Hastalığın adı sonradan kondu diye, daha öncekine aynı ad verilmeyecek diye bir şey yok.

- Uluslararası hukuk ilkelerine göre 'yasadan önceki suçlar geleceği bağlamaz' gibi bir savunma söz konusu olamaz mı?

- Doğrudur. Bu önemli ve ciddi bir argümandır. Pozitif hukukun genel kuralı der ki: "Yasa geçmişe dönük kullanılmaz." Dolayısıyla, 1948'deki "soykırım" tanımının ve bunun getirdiği diğer yasal düzenlemelerin, 1915'e ilişkin olarak hukuken uygulanamayacağı, ciddi bir argüman olarak ileri sürülebilir. Fakat, bu da hukuken tartışmalı bir konu olarak ortada durur. Bu konuda karşı argümanlar da kuvvetlidir. Örneğin, Nuremberg Yargılamalarında, Naziler mahkeme edildiği zamanki hukuki zemin, Yahudilerin öldürülmelerinden sonra inşa edilmişti. Yani, geriye dönük kullanıldı hukuk kuralı. Tartışmaya açık bir konu bu. Bana sorarsan "hukuken, Türkiye ne kadar mesuldür veya değildir" sorusundan çok daha önemli olan, konunun moral ve politik boyutudur. Bence konunun en kolay çözülebilecek yanı hukuki tarafıdır.

- Tartışma zeminlerinde; "soykırım", 'iç savaş', 'tehcir', 'isyan bastırma' sözcükleri birbiriyle çok yer değiştiriyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu kavramlar birbirinden çok farklı. 'İç savaş' tezi yeni uyduruldu ve hemen bırakıldı. İç savaş, bildiğim kadarıyla, Justin McCarthy'nin uydurduğu bir şeydi. İşe bilimsel bir kılıf bulmak, bilimsel bir hava vermek için yapıldı. Türk tarafı da, "bu işte bir hikmet var" deyip hemen bu tezin üstüne atladı ve bir çok kişi " iç savaş oldu " demeye başladı. Fakat şimdi 'iç savaş' tezinden resmi olarak Türk tarafı da vazgeçti. Kişisel olarak kullananlar varsa bile, bu, resmi Türk tezi değil. Türk Tarih Kurumu'nun başkanı Yusuf Halaçoğlu, son yazdığı kitaplarda, hiç bir biçimde iç savaş olmadığını bildirir. Haklı da. Ortada iç savaş yok ki, "iç savaş" desin. İç savaş 2 karşıt tarafın, karşılıklı cenk etmesi demektir, değil mi?

- Evet savaşın tanımı öyle.

- E, şimdi kardeşim, 1 milyon Ermeni'yi, Anadolu'nun her bir tarafından alıp sürüyorsun Suriye'ye. Ve ortada bir iç savaş var diyelim. E, be Allahın kulu, bu savaşan Ermeniler nerede yahu?! Bir tanesi de çıksın, sizin sürdüğünüz Ermeni konvoylarına saldırsın… Eğer iç savaş varsa, iç savaşın öteki tarafı olan Ermeniler: "Ulan, bu Türkler bizim çocukları sürüyorlar" diye, konvoylara saldırıp, en azından 1-2 yerde, Ermeni sürgünleri kurtarması veya çatışma olması gerekmez mi? Bu konuda koca Osmanlı arşivinde, "efendim, şu bölgeden geçerken konvoya, savaştığımız Ermeniler saldırdı" diyen bir tek belge, tek bir kelime yok. Dönemin aktörlerinden hiç birisi, olayları aktarırken, "biz Ermenilerle iç savaş yaşıyorduk, zorluklarla sürdük adamları savaş bölgesinden" gibi tek bir kelime, bir tek şey söylemiyorlar. Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu da, haklı olarak "konvoyların gittikleri hattın üzerinde herhangi bir vak'a-i hayriye yok. Son yüzyılın en sorunsuz, en başarılı göç olayı gerçekleşmiştir" diye yazıyor. Hakikaten de öyle. Çünkü öldürmeler, bu konvoyların geçtiği özel yerlerde yerleştirilmiş Teşkilat-ı Mahsusa birliklerince yapılmış. Dolayısıyla 'iç savaş' diye bir şey yok.

- Ermenilerin göçe zorlandıkları sırada, açlıktan ve susuzluktan öldüklerini ve buna "soykırım" denilemeyeceği, görüşünü ileri süren tarihçiler de var.

- Çok önemli ve teknik bir konuya değindiniz. Uluslararası "soykırım" tanımı "soykırım"ın olabilmesi için, kasıt faktörü olmalıdır" der. Yani, "insanların başka bir yere sürülmesi halinde birileri ölüyorsa, ama bu işin içinde öldürme kastı yoksa, buna 'soykırım' denilemez" diyor tanım.

- Peki kasıtı nasıl anlayabileceğiz?

- "Benim kastım Ermenileri öldürmektir, aslında sürmek değildir" diye bir belge bulmak lazım.

- Var mı öyle bir belge?

- E, hangi geri zekâlı böyle bir belge bırakır?! Hiç kimse bırakmaz… Hitler bile "benim kastım Yahudileri toptan imha etmektir" diye bir belge bırakmamış. Dolayısıyla, uluslararası hukuk; "eğer kasıtı ispat eden bir belge yoksa bile, eylem söz konusu grubun imhasına yol açabilecek sonuçlar doğuruyorsa, kasıt unsuru tamamlanmıştır ve bu bir 'soykırım' sayılır" der. Bizim örneğimizde öldürme amaçlı sürgünler, 1915'in mayıs başında başlıyor ve varsayalım ki, Türk tarafının hiç bir öldürme kastı yok. Mayıs ayı geçiyor, haziran, temmuz geçiyor. Kasım, aralık, aylar geçiyor… Yahu, insanlar ölüyor! Durmadan telgraflar geliyor İstanbul'a… Sonuçta İstanbul Hükümeti, kasti olarak Ermenileri sistemli olarak öldürmeyi amaçlamıyor olsa bile, insanların düzenli olarak öldürüldüğünden, imha edildiğinden sürekli haberdar oluyor. Buna rağmen durdurmuyor ve devam ediyor, 1917'ye kadar iki yıl boyunca ses çıkartmıyor. Yani olay "benim hiç istemediğim bir şey oldu" gibi değil. En önemlisi, tek bir yerden değil, tüm Anadolu'dan sürüyorlar Ermenileri. Eskiden sadece, "savaş bölgesindeki Ermeniler sürüldü" diye uyduruyorlardı. Osmanlı belgelerinde çıktı ki: "Edirne'den Ardahan'a, Muğla'dan Trabzon'a, Bolu'dan Kastamonu'ya kadar, ne kadar Ermeni yaşıyorsa, hepsini bulundukları yerden sürün".

Ayrıca, zaten İstanbul'da 1919-1922 arasında yapılan ittihat ve terakki yargılanmalarında, sürgünden kastedilen şeyin imha olduğuna dair çok sayıda bilgi ve belge ortaya çıktı. Bunlar ya bölgelere yollanan telgraflardı ya da şahit ifadeleriydi. Bu şahitler de, ordu komutanı generaller, bakanlar ve valilerdi. Yani Osmanlı bürokrasisinin elemanları. Bu konuda daha fazla bilgi isterseniz, benim 'İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu' adlı kitabıma bakabilirsiniz.

HAZİRAN 2004

http://www.bizimanadolu.com/haber/haber357.htm
-------------------------------------------------------------------

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 301
Bütün postalar: 672
Bütün kullanıcılar: 736
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
  Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.  
 
Serê na dinade theyr u thur zonê xo de waneno. Qılancıke qiştnena, hes lımeno, kutık laweno, verg zurreno, ga qorreno, bıze qırrena, phepug waneno. Vas hencê xo sere rewino. Kam ke aslê xo inkar keno, wele erzeno rêça xo sono. Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden