Navigation : Yönetim |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
=> Daha kayıt olmadın mı?
******** SIMA XÊR AMÊ KURŞİYE WERENAYİŞİ ********
***** DERSİM ZAZA PLATFORMUNA HOŞ GELDİNİZ *****
PLATFORUM (şifreli) - Devlete Dersim çağrısı Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | | Alıntı: | AP de DERSİM-38 KONFERANSI ve YANKILARI |
Devlete Dersim çağrısı
15 Kasim 2008
Dersim Konferansı’nın sonuç bilgirgesinde, “Türkiye kendi tarihiyle yüzleşmeli, jenosid mağdurlarına karşı uluslararası hukuktan doğan sorumluluklarını yerine getirmelidir” denildi.
“Dersim ‘38 - 70 Yıl Sonra” konferansında, katliamın gelişimi ve sonuçları tarihi belge ve tanıklarıyla anlatıldı, tartışıldı. Konferans katılımcıları, yayınladıkları sonuç bildirgesinde, Türk devleti ve uluslararası güçlere taleplerini duyurdu. Buna göre, Türk devleti jenosidi kabullenip, hukuki karşılığını üstlenmeli; uluslararası güçler hem arşivlerini açmalı hem de Türk devleti nezdinde girişimlerde bulunmalı. Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan Avrupa Parlamentosu’nda (AP) önceki gün saat 15:00 ile 18:30 saatleri arasında gerçekleşen konferansa; AP Milletvekili Feleknas Uca, Dersim Yeniden İnşaa Derneği Başkanı Haydar Işık, AB Türkiye Yurttaşlık Komisyonu Sözcüsü Hans Brandscheidt, Adalet ve Demokrasi için Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Hilda Tchoboian, Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, Yazar Ragıp Zarakolu, Prof. Dr. Ronald Mönch, AP Milletvekili Erik Maiers ve Amed Milletvekili Aysel Tuğluk konuşmacı olarak katıldı.
‘Hala o acılar yaşanıyor’
Konferansın açılış konuşmasını yapan AP Milletvekili Feleknas Uca, “Türk tarihinin aydınlanması ve hazmedilmesi çok önemlidir. Ne yazık ki Türk Dışişleri Bakanı ve Türk medyası günlerdir bu konferansı engellemeye çalışıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda iki hedefi vardır. Birincisi kendi tarihini aydınlatmamak, ikincisi Kürtleri susturmaktır” dedi. “25 bin askerin katıldığı ve onbinlerce sivil halkın katledildiği 1937-1938 katliam yıllarının travmalarını, söze vurulmamış hatıraları ve acılarını insanlarımız halen yaşıyorlar” diyen Uca, “Burada Türkiye tarihinde gerçekleşen sadece Dersim Katliamı’nı, sadece Ermeni soykırımını değil, Koçgiri, Zilan, Ararat, Şeyh Said, Maraş, Qamişlo, Mahabad, Enfal, Halebçe ve Şengal gibi yaşanan birçok katliamı kınıyor ve katledilenleri anıyoruz” diye konuştu.
‘Jenosidin ardından Etnosid uygulandı’
Ardından söz alan Dersim Yeniden İnşaa Derneği Başkanı ve Yazar Haydar Işık, “Dersim Katliamı’nın ardından 70 yıl geçmiştir ve halen Türkiye’de halkımız ´Kürdüm` dediğinde, kendi dilini ve kültürünü yaşamak ve yaşatmak istediğinde ´bölücülük` yapmakla ve `terörist` olarak suçlanıyor” hatırlatmasında bulundu. Dersim Katliamı’nın sadece 1937-1938 yılları arasında gerçekleşmediğine dikkat çeken Işık, şöyle devam etti: “1935’li yıllarda resmi kararlarla başlatılan Dersim trajedisi 37-38 katliamı ardından Dersim bölgesinden Türkiye`nin her bir köşesine sürgün ve halen içinde bulunduğumuz beyaz katliam dediğimiz, okullarda, dairelerde ve hatta evimize kadar giren asimilasyon politikaları açıkça uygulanmaktadır. Türklüğün kutsandığı ve kahramanlaştırıldığı Türkiye okullarında halen ısrar ile uygulanan bu asimilasyon politikalarıyla yaşanan jenosidin ardından Dersim halkı üzerinde bir Etnosid uygulanmıştır.”
Işık, katliam, sürgün ve asimilasyon politikalarına karşın Avrupa Birliği’ne Türkiye politikası üzerinden yetkililere dayatması gerekenler konusunda şu çağrıda bulundu: “Türkiye üzerine okullarda Kürt öğrencilerine anadillerinde öğrenme imkanının tanınması, Kürt sorunun barışcıl bir şekilde çözülmesi, Dersim ve tüm diğer illerde Kürt isimlerinin geri verilmesi/tanınması.“
‘Türkiye diplomasi masasına oturmalıdır’
Işık’tan sonra bir konuşma yapan AB Türkiye Yurttaşlık Komisyonu Sözcüsü Hans Brandscheidt ise “ ‘Ermeniler sürgün edilmeseydi, Kürtler katledilmeseydi bugünki Türkiye var olmazdı` mantığı, halen Türkiye’nin temel hareket faktörü olan Lozan bugün Ankara’dadır“ dedi. Brandscheidt, yaşanan gerçeklerin bir katliam temelinde ele alınmasını ve Avrupa Birliği platformunda sorgulanmasının önemine dikkat çekerek, “Türkiye kendi tarihinde gerçekleşen ve gerçekleştirdiği birçok katliamdan sorumlu ve suçludur. Bu sorumluluğu ve suçluluğu gün ışığına çıkarmak sadece Kürtlerin, Ermenilerin ve Türkiye’de yaşayan birçok azınlıkların ve demokrat insanların görevi değildir. Temel görev ve sorumluluk Türk devletine düşüyor” tespitlerini yaptı. “Türkiye bugün inkar ve imha politikasından vazgeçip, diplomasi masasına oturmalıdır” diyen Brandscheidt, “Avrupa Birliği’ne aday olan bir Türkiye bugün kendi ülkesinde varolan insan hakları temelindeki aykırı, olumsuz standartları çözmelidir. Avrupa`nın ve dünyanın gözü önünde gerçekleştirilen bu gibi konferansların bu konudaki önemi büyüktür“ değerlendirmesini yaptı.
Adalet ve Demokrasi İçin Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Hilda Tchoboian ise Ermeni soykırımı ve Dersim Katliamı’na değinerek, “Bugünkü Türkiye toprakları üzerinde birçok katliamlar gerçekleşti, birçok kıyım yaşandı. Uygarlığın gözbebeği olan Avrupa`nın gözü önünde halen katliamlar yaşanmaktadır. Bir daha yaşanmaması için, varolan sürgün ve asimilasyon politikalarının son bulması, Ermeni ve Kürt halkının barış içinde yaşaması için önemli olan bu gibi acıları ve dramları uluslararası platformlara taşımak ve hesabını sormaktır.”
‘Sis perdesi kaldırılmadı’
Konferansın ‘vatana ihanet’ vurgusu ile engellemeye çalışılmasını eleştiren Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, fakat başarılı olunmadığını hatırlattı. Halis, “Aradan 70 yıl geçmesine rağmen yaşanan acıların üzerinden sis perdesi kaldırılmadı, arşivler ve belgeler sunulmadı ve Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar bu konuda bir adım atmadı” dedi. Dersim trajedisini anlatmak için uygulanan dört aşamayı açıklamak gerektiğini dile getiren Halis, şu açıklamada bulundu:
- Birinci aşaması ´Sel Hareketi` dediğimiz askeri seferdir.
- İkinci aşama 1938 kıyım ve katliam yılıdır. Bu yılda, ana rahminde erkek midir, kız mıdır diye sigara karşılığında bahse giren askerlerin, süngüler ile hamile kadınlarımızın karınlarını deştikleri yıldır.
- Üçüncü aşama sürgün aşamasıdır.
- Dördüncü aşama ise ´beyaz katliam` dediğimiz asimilasyondur. 1938 sonrası Dersim manzarası olarak kışla, karakol, okul ve cami manzarasını görebiliyoruz. Bir yandan kontrol, diğer yandan eğitim ve dini temelde asimilasyon. Ki Dersimliler bu kadar yoğun bir etki altında ´Kürt müyüz -Türk müyüz?` sorusunu sorma derecesine gelmişlerdir.” Halis konuşmasını şu çağrıyla bitirdi: “Sis ve karanlık perdesi kaldırılmalıdır, herkes gerçekleri öğrenme hakkına sahip olmalıdır, arşivler artık açılmalıdır, Seyid Rıza gibi birçok ölülerimizin mezarlarının yeri açıklanmalıdır.”
‘Kaderini tayin hakkı engellendi’
Halis’ten sonra söz alan Yazar Ragıp Zarakolu da konuşmasında şunları belirtti: “1914 yılında bir Ermeni reformu vardı. Şimdi de bir AB reformu vardır. Bu korkutuyor. İsyanın kuralları temelinde halkların kendi kaderini tayin hakkından korkuluyor. Ermeni soykırımıyla kaderini tayin hakkı engellenmiştir. Bu proje Ermenilerle başladı, Kürtler ile devam etti. Dersim’in yıkılmaması, tarihle kaynaklı bir direnişin sembolü haline gelmesindendir. Dersim kalesini düşürmek, şuan R.T Erdoğan’ın dilinden düşmüyor. Amed ve Dersim kalelerini düşürmek şu an TC. zihniyetinin temel amacıdır. Önemli olan buna karşı demokratik ve diplomasi yolundan mücadele etmektir. Yıllardır Kürt halkı bu konuda birçok ağir bedel ödeyerek direndi ve direnecektir.” Konuşmanın ardından “İnkar edilen bir katliamın anıları- Türk askerinin Dersim’de Kürt halkı üzerine uyguladığı yok etme politikası” konulu bir sinevizyon gösterisi yapıldı.
Mönch: Üç aşamada katliam
Ardından söz alan Bremen Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ronald Mönch, katliam trajedisinin üç aşamadan geçtiğini vurguladı:
- Birinci aşaması ön hikayesi dediğimiz aşamadır. Birçok katliam ve sürgün yaşamış Dersim toprakları ve halkının, diplomasi masası üzerinden fermanı okunmuştur. ‘İnsanlığa karşı suç’ temelinde uygulanan Anadolu’nun homojen bir ulus yapısına ulaşması amaçlı 1915-1917 Ermenilerin katliamı ve Dersim bölgesinde dil, inanç ve etnik temelde baskılar yapılmıştır.
- İkinci aşama 1936-1938 yılları arasında yaşanan ve 70 bin insanın katledildiği jenosidin kendisidir.
- Üçüncü aşama 1938 sonrası günümüze kadar ulaşan inkar, sürgün ve asimilasyon politikaları. Prof. Mönch, Dersim Katliamı’nın bu üç aşama ile ele alınması ve sürece uygun bir diplomasiyle masaya yatırılması gerektiğini söyledi. Konferansta konuşan AP Milletvekili Erik Maiers ise Türkiye’ye Kopenhag Kriterleri’ni hatırlattı: “Avrupa Birliği’ne girmek isteyen bir Türkiye bu yazılı teorileri pratikte uygulamalıdır. Türkiye ve şu anki hükümet politikası bunu ne yazık ki göstermemektedir.”
‘Munzur kızıl kan akıyordu’
Konferansta Dersim ‘38 katliamı tanığı Gülizar Ana’ya da söz hakkı verildi. Gülizar Ana, Zazaki yaptığı konuşmada tanıklıklarını anlattı: “Bütün ailemi Kemerece’ye yakın bir yerde katlettiler, Munzur sadece kızıl kan akıyordu. Ağızlarında insan ayağı ve eli ile dolaşan köpekleri gördüm. Bizi ikişer ikişer ağaçlara bağladılar, doğum sancısı olan iki hamile kadın vardı- uçurumdan attılar ve parçalanan kadınların karnındaki bebeler taşlara yapıştılar. Söyleyin, Avrupa bu katliama göz yummasın. Biz yaşamak istiyoruz, biz savaş değil barış istiyoruz! Almanya diyor ki Türkiye’de barış vardır. Ama naa, gidin bakın insanlar işkence görüyor, ağızları, gözleri şişiriliyor. Avrupa’ya söyleyin buna çare bulsun.”
‘Güzelim coğrafyada öfke dinmiyor’
Konferansın ikinci bölümünde ise katılımcılar görüşlerini dile getirdikten sonra DTP Amed Milletvekili Aysel Tuğluk söz aldı. Tuğluk, şunları kaydetti: “Kürtlerin hayatı hep çok ucuz oldu. O güzelim cennet coğrafyasında dillere, inançlara, kadına, doğaya yöneltilen öfke dinmiyor. Hayat kutsanmıyor, ölüm durmadan yüceltildiği için. Farklılıklara karşı hoşgörüsüzlük halen ülkemin en korkunç kabusu gibi yeni bir güne uyanmamızı engelliyor. Sürgünden bahsediliyor, beğenmeyen gitsin deniliyor. Soruyorum şimdi; Sahi Dersim’in ne kadar ötesindeyiz?” Tuğluk, konuşmasını şu çağrılarla noktaladı: “Kardeşlik hakkımızı istiyoruz, eşit ve özgür hukukumuzu, kültürel varlığımıza saygı, dilimizi, kimliğimizi istiyoruz. Ne azı ne fazlası; bir toplum, bir halk onuruyla nasıl yaşayacaksa, sadece onu istiyoruz. İsyanımız tarihimizin yok edilmesine, kimliğimizin-dilimizin-kültürümüzün aşağılanmasınadır. Seyid Rıza`nın çocukları olarak, onun idam sehpasında söylediğini 70 yıl sonra, öldürmelere, tutuklamalara, boynumuzdaki urgana aldırmadan, onurlu barışını arayan Kürtler olarak bir kez daha söylüyoruz: Günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir!” Konferans Tuğluk’un konuşmasıyla noktalandı.
NİHAL BAYRAM/ BRÜKSEL
Sonuç bildirgesi
Konferansın sonunda bir sonuç bildirgesi yayınlandı. Sonuç bildirgesinde yer alan maddeler şöyle:
- Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi tarihiyle yüzleşmeli, jenosid mağdurlarına karşı uluslararası hukuktan doğan sorumluluklarını yerine getirmelidir.
- 17 Kasım 1937’de Elazığ’da idam edilen Seyid Rıza, oğlu ve diğer Dersimliler başta olmak üzere, mezar yerleri bilinmeyen kimselerin cesetlerine ne yapıldığı açıklığa kavuşturulmalı, ailelerine bilgi verilmelidir.
- Jenosid sırasında askerler tarafından kaçırılan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan çocukların akıbetleri açıklığa kavuşturulmalıdır.
- Türkiye, AB ülkeleri, ABD ve Rusya Federasyonu’nun elinde bulunan Dersim Jenosidi’ne ilişkin tüm arşivler kamuoyuna açılmalıdır.
- Dil, kültür, inanç ve kimlik alanında yapılmış tahribatın etkisini azaltabilmek amacıyla özel bir rehabilitasyon programı uygulanmalıdır.
- Bölgeyi insansızlaştırma ve yaşanmaz bir hale getirmeyi amaçlayan barajların yapımı derhal durdurulmalı, doğaya zehir saçan siyanürlü altın işletmesi kapatılmalı, doğanın korunmasına dönük önlemler alınmalıdır.
- Dersim Jenosidi’nin unutulmaması, gerçeklerin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkması için başta AB olmak üzere ilgili tüm kurumlar Türkiye nezdinde girişimlerde bulunmalıdır.
Yeni Özgur Politika: http://www.yeniozgurpolitika.org/?bolum=haber&hid=40206
_______________________________________________________________________
| | | | Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | |
Boyun eğmedim, bu da size dert olsun
Türkiye'nin, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyet'e geçişle birlikte, Osmanlı toplumunun çoğulcu-heterojen (Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Ermeni, Rum, Gürcü, Boşnak vs) toplum yapısını aynen devraldığı sosyolojik ve tarihi bir gerçekliktir. Kürtler Osmanlı anayasa sistemi içinde feodalite temelinde kendi özyönetimine sahipti. 1921 Anayasası'yla da çokkültürlü yurttaşlık 'Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı' biçiminde formüle edilmişti. Ancak 1924 Anayasası ile başlayan ve 1961 Anayasası ile devam edip 1982 Anayasası ile dil yasağına dek varan toplumsal çoğulculuğu ve kültürel çeşitliliği yadsıyan türdeş ulus-devlet ideolojisini amaç edinen devlet yapılanmasının esas alınması ile birlikte Kürt isyanları da başlamış oldu. Tarihe 'Dersim İsyanı' olarak geçen 28. Kürt isyanı da işte böylesi bir tek tipleştirmeye tepki olarak doğdu.
1 Kasım 1936 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi açılış konuşmasında Mustafa Kemal, 'Cumhuriyeti birlikte kurduk' dediği Kürt halkına yönelik bir katliam fermanı okudu ve hedef Dersim'di. Kürsüye çıkan Mustafa Kemal, 'Dahili islerimizden en mühim bir safra varsa o da Dersim meselesidir' diyerek, 'Ezilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır' diyordu. Ve nitekim 1934 yılında çıkarılan İskan Yasası'nı Dersim'de uygulayamayan devlet, 1935'te Tunceli Kanunu çıkardı. Bu kanunla birlikte vali ve komutan, belediye başkanını atama dahil, sınırsız yetkilerle donatıldı. Özel Tunceli Mahkemeleri kuruldu. [/b]Dersim'de, Bingöl, Elazığ ve Erzincan illerini içine alan Dördüncü Umumi Müfettişlik bölgesi oluşturuldu ve başına Korgeneral Abdullah Alpdoğan tayin edildi. Dersim ilinde hızlı bir inşaat faaliyeti başladı. Yollar açıldı, köprüler ve karakollar kuruldu.
Dersim kuşatıldı
Bu durum karşısında Seyit Rıza, diğer aşiretleri toplantıya çağırdı. Ve Demirci Kawa'nın Zalim Dehak'a karşı isyan bayrağını çektiği gün olan 21 Mart günü Dersimliler de bu yeni 'katliam planına' karşı ilk isyan ateşini yaktılar. 1937 yılının 21 Martı'nda, Newroz gecesi, Harçik Çayı üzerindeki köprünün yıkılmasıyla isyan başlamış oldu.
Öldürmek için geniş yetkilerle donatılmış Korgeneral Alpdoğan, bir duyuru ile Dersim, Elazığ ve Çapakçur illerinin sıkıyönetim bölgesi olduğunu bildiriyor ve bütün halkı yakmak, tecavüz ve ölümle tehdit ediyordu. Teftişlerin sonunda Dersim adının aynı zamanda yapılan askeri operasyonun adı olan 'Tunç Eli' şeklinde değiştirildiğini bildiriyordu.
Korkunç gelecek beliriyordu. Dersimli aşiret reisleri ardı ardına toplantılar ve görüşmeler yapıyorlardı. Ama anlaşma oluşamıyordu. Nedeni ise aşiretler arasındaki eski sürtüşmelerdi. Ancak 'dost' olan aşiretler kısmen, bölge bölge anlaşmalar yapabiliyorlardı. Başta Seyit Rıza olduğu halde Yukarı Abbasan, Ferhadan, Kara-balyan aşiretleriyle Bahtiyar, Yusufan, Demenan, Haydaran ve kısmen de Kalan aşiretleri kuvvetli ve sıkı bir birlik kurabilmişlerdi. Ovacık, Kocan, Semkan, Mazgirt, Pülümür ve Nazimiye bölgelerinin aşiretleri tamamen tarafsız ve sadece gözlemci durumda kalmaya, Hozat aşiretleri ise hükümete teslim olmaya karar vermişlerdi. Bu aşiret reisleri Elazığ'a gelmiş, Alpdoğan'a katılmış, hükümetin her türlü önerilerini kabul edeceklerini bildirmişlerdi.
Halkın taleplerini aktarmak ve Dersim'e ilişkin alınan kararların geri alınması için Seyit Rıza, General Abdullah Alpdoğan'la Kürtlerin temsilcisi olarak görüştü. General görüşmenin hemen ardından bir genelge yayınlayarak bütün Kürt aşiretlerinden 200 bin silah toplamalarını istedi. Yeni garnizon yapımına başlanması üzerine bölge halkı bazı şantiyeleri basarak nöbetçilerin silahlarına el koydu. Seyit Rıza, General Alpdoğan'dan genelgesini iptal etmesini ve ulusal haklarını güvence altına alan yeni bir bölgesel yönetimin oluşturulmasını istedi. Hükümetin bu talebe cevabı bölgeye hemen çok sayıda askeri birlik göndermek oldu. Keşif uçuşu yapan uçakların eşliğinde başlatılan askeri operasyonlar kış bastırdığından kesildiyse de Dersim kuşatma altında tutulmaya devam etti.
Bir süre sonra Alpdoğan, kurmay bin başı ve istihbarat reisi olan Şevket'i Dersim'e göndermişti. Bu kişi aşiretlere konukluğa gitmek bahanesiyle ilk önce Hozat ve daha sonra da Ovacık merkezine giderek oradan yanına aldığı bir-iki aşiret reisi ile birlikte Seyit Rıza'nın bölgesine gitmek istemişse de, Seyit Rıza buna razı olmamıştı. Şevket almış olduğu bilgilere dayanarak, Seyid Rıza'nın öteden beri hasmı ve arazi sorunundan aralarında ciddi kavgalar olan kardeşinin oğlu Rayber'e konuk olmak üzere Haçili köyüne gideceğini bildirmiş ve Rayberin gönderdiği korumayla Haçili'ye giderken karşısında Alişer'i bulmuştu. Alişer, Şevket'in Rayber'in yanına gideceğini daha önceden sezerek, acele Rayber'in yanına giderek Şevket'i kabul etmemesini istemişti. Alişer aynı zamanda Seyit Rıza'yı da konu ile ilgili uyarmıştı. Ama Şevket, Rayber'i kandırmayı başarmış ve Rayber'i de yanına alarak Elazığ'a, generalin yanına götürmüştü. Ve Rayber Seyit Rıza'ya karşı cephe alması için çeşitli vaatlerle kandırılmıştı. Kurmay Binbaşı Şevket, Hozat aşiretlerinin arasında sürtüşmeler çıkarmaya çalışmaktaydı. Hükümetin bütün önlemlerinin Dersim'in yola getirilmesi için alındığını, yola getirileceklerin Seyit Rıza ve tarafları olan aşiretler olduğunu, diğer aşiretler de silahsızlandırıldıktan sonra serbest bırakılacaklarını söylüyordu. Ama askerler teslim olan fakir ve silahsızları da tamamen imha ediyordu. Plan gereği af dileyip tekrar Seyit Rıza'nın yanına gelen Rayber, bu sefer de Alişer ve Zarife'yi katletmiş ve kellelerini de Elazığ'a, General Alpdoğan'a götürmüştü. Dersim dağlarında savaş giderek şiddetlenir ve yüzbini aşkın insan katledildi. Evler talan edildi.
'Ayıptır zulümdür'
Seyit Rıza uzun ve yoğun süren bir çatışmadan sonra, barış görüşmeleri yapmak için çağrıldığı Erzincan'da 5 Eylül 1937'de tutuklanır ve Elazığ'a getirilir. Seyit Rıza ve 71 kişi Elazığ'da yargılandı. Mahkeme heyeti 11 kişi hakkında idam kararı verdi ama çok yaşlı oldukları gerekçesiyle 4'ünün cezası 30 yıla indirildi. Seyit Rıza, Seyit Rıza'nın oğlu Resık Hüseyin, Şeyhan Aşireti reisi Seyit Husên, Yusufan Aşireti reisi Kamer'in oğlu Fındık, Demenan Aşireti reisi Cebrail'in oğlu Hasan, Kureyşan Aşireti'nden Ulkiye oğlu Hasan, Mirza Ali'nin oğlu Ali hakkında verilen idam kararları 15 Kasım'da apar topar infaz edildi. Seyit Rıza ile isyanın önderi konumundaki 11 kişi 18 Kasım 1937'de Elazığ'ın Buğday Meydanı'nda asıldılar. Seyit Rıza'nın cesedi sonradan bir ziyaret yeri olmasını önlemek için yakılarak, külleri de bilinmeyen bir yere gömüldü. Seyit Rıza'nın idam anı şöyle anlatılır: 'Meydana çıkarıldığında meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti: 'Evlad-ı Kerbelayız, bir hatayız. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir' dedi ve sehpaya yürüdü çingeneyi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu ve infazını gerçekleştirdi.'
Binlerce insanın katledildiği ve binlercesinin de sürgün edildiği Dersim Katliamı'nın üzerinden yıllar geçti ama aradan geçen bunca zamana rağmen hala Seyit Rıza'nın mezarının nerede olduğu bilinmiyor. Seyit Rıza'nın mezarının bulunması için torunları 2005 yılından itibaren hukuksal mücadele başlattı. Fakat bunlara rağmen hiçbir sonuç elde edilemedi. Konuya ilişkin DTP Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, 25 Aralık 1935 tarihinde çıkarılan 'Tunceli Kanunu' esas alınarak 4 Mayıs 1937 yılında başlatılan 'Tedip ve Tenkil'i sormuştu. Halis, Seyit Rıza ve henüz 18 yaşını doldurmamış oğlu ve 5 arkadaşı ile birlikte idam edildiklerini ve gizlice defnedildiklerini belirterek, mezarlarının yerlerini sormuştu. Soru önergesine yanıt veren Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, olaya ilişkin herhangi bir arşiv bulunmadığını iddia etti.
Dersim tarihten ders çıkarabilecek mi?
Yani aradan geçen zamana rağmen aslında devletin Dersim politikası hiç değişmedi. Dersim'de hala insanlar öldürülüyor, dağlar bombalanıyor, insanlar sürgün ediliyor ve tutuklanıyor. Özelde Dersimliler ve genelde de bir bütünen Kürtlerin kendilerini kendi dili ve kültürleriyle ifade etmesi hala engelleniyor. Ama inatla Kürtler AP'de 13 Kasım'da 'Dersim 38' konferansı düzenlendi. Tc. Devleti konferansın iptali için yaptığı tüm diplomatik çalışmaya rağmen engelleyemedi. Bu bir başlangıç oldu. Dersim, katliamı unutmadığı gibi unutturmadı. Devlet bu yeni isyana karşı şimdi de Dersim'de yeni Rayberler yaratma peşinde. Dersimliler birbirine kırdırtılmaya çalışılıyor. Bakalım Dersimliler kendi yakın tarihinden ders çıkarıp buna göre tavır belirleyecek mi?
Dersim'de jenosid uygulandı
Türkiye'nin engellemelerine rağmen 13 Kasım'da AP'de yapılan '70 yıl sonra Dersim 1938' konferansının Türkiye'nin, tarihiyle yüzleşmesi gerektiğinin altı çizilerek, 'Dünya barışına hizmet etme iddiasında olan Türkiye'nin öncelikle kendi iç barışını sağlaması, demokratik, çoğulcu ve insan haklarına saygıyı esas alan bir politika izlemesi gerekir' denildi. Sonuç bildirgesinde, 'Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı jenosidi 1937-38'de Dersim'de uygulandı. 1935'te çıkarılan 37 maddelik 'Tunceli Kanunuî, on yıllar sonra kimsen açılan Genelkurmay belgeleri, Meclis konuşma tutanakları, 4 Mayıs 1937'de Bakanlar Kurulu'nun aldığı karar ve döneme ait çeşitli resmi belgeler, tanık ve mağdurların anlatımları bu jenosidi kanıtlamaktadır' ifadeleri kullanıldı. Bildirgede şu talepler yer aldı: 'TC Devleti kendi tarihiyle yüzleşmeli, jenosit mağdurlarına karşı uluslararası hukuktan doğan sorumluluklarını yerine getirmelidir. İdam edilen Seyit Rıza, oğlu ve diğer Derimliler basta olmak üzere, mezar yerleri bilinmeyen kimsilerin cesetlerine ne yapıldığı açıklığa kavuşturulmalı.Jenosit sırasında askerler tarafından kaçırılan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan çocukların akıbetleri açıklığa kavuşturulmalıdır.Türkiye, AB ülkeleri, ABD ve Rusya Federasyonu'nun elinde bulunan Dersim Jenosidine ilişkin tüm arşivler kamuoyuna açılmalıdır. Dil, kültür, inanç ve kimlik alanında yapılmış tahribatın etkisini azaltabilmek amacıyla özel bir rehabilitasyon programı uygulanmalıdır. Bölgeyi insansızlaştırma ve yasanmaz bir hale getirmeyi amaçlayan barajların yapımı derhal durdurulmalı, doğaya zehir saçan siyanürlü altın isletmesi kapatılmalı, doğanın korunmasına dşnük önlemler alınmalıdır. Dersim Jenosidinin unutulmaması, gerçeklerin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkması için basta AB olmak üzere ilgili tüm kurumlar Türkiye nezdinde girişimlerde bulunmalıdır. Konferansa DTP Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, Dersim Belediye Başkanı Songül Abdil Erol, Dersim Yeniden İnşa Derneği Başkanı Süleyman Ateş ve Die Linke (Sol Parti) Avrupa Parlamentosu Milletvekili Feleknas Uca katıldı.
DENİZ IRMAK
Gündem, 15 Kasım 2008
http://www.gundem-online.com/haber.asp?haberid=64138
| | | | Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | |
Dersim'in ne kadar ötesindeyiz?
Ağıdı halen yakılan, bedeli halen ödenen bir isyanın, bir kıyımın o çok acılı sızısını dindirebilirdik belki, eğer zulüm sürmeseydi sevgili dostlar...
Memlekette yaşayanlar bilir, yada memleketi yaşayanlar; Kürtlerin hayatı hep çok ucuz oldu o güzelim cennet coğrafyada. Hem sadece Kürtlerin mi? Alevi olmak da mesele, Ermeni olmak da, kadın olmak ya da; çocuk olmak. Kendi hayatınıza dair bir söz, bir duruş hakkına sahip olmayı istemek memleketi yangın yerine çevirebilir pekâlâ. Bu yüzden işte, bizim memlekette hayat hiç yeşermez 38'den beri...
Memleket hala cennet değil sevgili dostlar;
Dünyanın bize bahşedilmiş bu kültürler coğrafyasında nefesimiz daralıyor, hayatın nabzı düşüyor. Dillere, inançlara, kadına, doğaya yöneltilen öfke dinmiyor çünkü. Hayat kutsanamıyor, ölüm durmadan yüceltildiği için. Farklılıklara yöneltilen hoşgörüsüzlük halen ülkemin en korkunç kâbusu gibi yeni bir güne uyanmamızı engelliyor. Dersimde 70 yıl önce yaşananları konuşuyoruz diye bizlere öfkelenenler hadi diyelim geçmişiyle yüzleşmekten korkuyorlar. Ya bugün? Ya şimdi? Ya şu an?..
Munzurun o muhteşem doğasını yok edecek, Hasenkeyf gibi bir tarihi boğacak-yutacak barajlara ne demeli öyleyse? Cezaevinde Kürtçe konuşmayı, dışarı da Kürtçe gazeteyi yasaklamayı da konuşmayalım. İnançlara ve düşüncelere özgürlüğü de sorun etmeyelim. Demokratik haklar ve toplumsal barıştan da söz etmeyelim!. Ormanların yakılmasından, köylerin yeniden boşaltılmaya kalkışılmasından, işkencede ölümlerden, DTP'nin kapatılmasından, operasyonlardan da habersiz yaşayalım. İyi de, geriye bir hayat kalır mı sevgili dostlar?
Geçmişimizle yüzleşemezsek, bugünle hesaplaşmazsak, geleceğimizi güven ve mutluluk, özgürlük ve eşitlik içinde nasıl yaratabiliriz? İsyanları, bastırmaları, yine isyanları yine bastırmaları konuşmazsak, şimdinin hak aramasına nasıl doğru bakacağız?
Kürtler isyan edip haklarını arasa 'terörist' oluyorlar. Aramasa, o lanetli kaderine buyun eğse, çok daha acı sonuçlar oluşuyor. Tarihin bu en eski, en emekçi halkına dayatılan ve hiçbir ahlaki, felsefi, insani kriterle bağdaşmayan bu acımasız statüyü, bu kapana kısılmışlık halini nasıl izah edeceğiz? Üzülerek belirtmeliyim ki, Kürt olgusu en ileri medeniyeti kurmuş Avrupalılar tarafından bile layıkıyla değerlendirilememektedir. En basit haklardan yoksun olduğumuz halde, en demokratik mücadelemiz bile ideolojik-politik önyargılarla değerlendirilmekten kendini kurtaramamıştır. Kürt sorunu etrafında yaşanan büyük acılar ve trajedilerin bu inkârcı yaklaşımla ilişkisi görmezden gelinemez. Onyıllarca yok sayıldık, binlerce kez öldük, toprağımızdan sürgün edildik; yetmedi dilimiz yasaklandı, isimlerimiz değiştirildi, hiçbir hak ve hukuka reva görülmedik. Kültürel ve kimliksel haklarımızı isteyince de, üzerimizden ordular geçti.. dersim, bu kızılca kıyametin son cehennemidir.
Zamanın cumhurbaşkanı ve isyanın bastırılması emrini veren İsmet İnönü de demişti 8 yıl evvelden, 'Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur'
Ağrı isyanından sonra edilmiş bu sözleri Adalet Bakanı Mahmut Eesat Bozkurt tamamlamıştı �'Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!'
Ve ne yazık ki sevgili dostlar; 70 yıldan sonra birileri hâlâ farklılıklara hayat hakkı tanımayan o tekçil, o faşizan zihniyetin sürdürülmesi gerektiğine inanıyor. 'ya sev ya terk et' diyen bir dayatmanın baskısı altında farklılığımızı, kimliğimizi korumanın mücadelesini sürdürüyoruz ve inanın bana ülkemizde geleceğe dair, birlikte eşit-özgür yurttaşlık hukuku içinde yaşamaya dair kaygılarımız gittikçe çoğalıyor. Çünkü politik, sosyal ve kültürel hayatımızın ana eksenindeki Kürt sorununu ancak kanla, savaşla, ölme ve öldürmeyle çözülebileceğine dair o kıyıcı inanç, o devletçi tutum, o iktidarcı ideoloji varlığını koruyor ve topluma hükmediyor. Sakarya'da, Altınova da Kürtlere yönelik geliştirilen linçin, ülkenin her karış toprağında yapılan ayrımcılığın, yasağın ve baskının zemini ve nedeni de bundan başkası değildir.
Dersim isyanı ve sonrasında yaşanan o büyük kıyımı bugün burada tartışıyor olmak kimseleri, özellikle de Türkiye devletini telaşlandırmamalıydı. Acıların sömürüsünü yapmak gibi affedilmez bir etik suç işlemiyoruz. Teşhir etmiyoruz, hesap sormuyoruz. Hatta öfkemizi kabartıp suçlamıyoruz da! Tarih hükmünü çoktan vermiştir zaten! Ama bugün de isyan halinde olan Kürtlerin belleğinde halen dipdiri yaşayan bu olayın çağrıştırdığı ezilmişliğin, uğramış oldukları zulmün sorumluluğunu bir özeleştiriyle, bir özürle vermek sizce de yüceltici, saygın bir davranış olmayacak mıdır?
Kürt realitesini tanıyoruz dediler. Devlet geçmişte hata yaptı dediler. Ne oldu peki sevgili dostlar?
Dikkatle dinleyin lütfen: Kürt realitesine karşı aynı hataları işlemeyi sürdürdüler. Zulüm sürüyor. Herkes seyrediyor. Yok edici karakter değişmedi.
Yıl 2008''in sonları; halen Kürtçe isimler yasak, anadilde eğitim uygulanmıyor, Kürt kimliği kabul edilmiyor, bir TV'miz bile yok. Kürt kültürünün yaşatılmasına imkân tanınmıyor. Linç kültürü tahrik ve teşvik ediliyor. Soruyorum şimdi; Dersim'in ne kadar ötesindeyiz?
Ve cevaplıyorum: Kürtlere, bunca kırıma-kıyıma rağmen hayatta kalmış olmanın bedeli ödetiliyor!
Sevgili dostlar, değerli katılımcılar;
Toplum olarak nasıl bu hale geldiğimizi-getirildiğimizi anlayabilmek için geçmişimizin hatalarıyla yüzleşmek zorundayız. Binlerce ölü ve yağmalanmış coğrafya üstüne aydınlık ve çağdaş, halklara ait bir ülkeyi, demokratik bir Türkiye'yi kurmak mümkün mü? Biz ne kadar kulaklarımızı tıkayıp, gözlerimizi kapasak ta geçmişteki o büyük acılar kâbusumuz olup kalbimizin ve belleğimizin derininde sızlayacaklar.
Kendimizle, kendimizden olmayanla, ötekiyle, farklı olanımızla barışmak zorundayız. Geçmişimizle yüzleşmek, geleceği kurmak adına özeleştirilerde bulunmak durumundayız. Tarihi meseleleri bugünü anlamak için konuşuyorsak eğer, ülkemizin bir kürt meselesi olduğunu kabül etmek ve demokratik çözümünü bulmak zorundayız. İsyan ve inkar dönemini bitirip Cumhuriyeti birlikte kuran halklarımızın demokrasisini, yani demokratik cumhuriyeti kurmak zorundayız!
Kardeşlik hakkımızı istiyoruz sevgili dostlar; eşit ve özgür hukukumuzu, kültürel varlığımıza saygıyı, dilimizi, kimliğimizi istiyoruz. Ne azı ne fazlası; bir toplum, bir halk onuruyla nasıl yaşayacaksa, sadece onu istiyoruz. İsyanımız tarihimizin yok edilmesine, kimliğimizin-dilimizin-kültürümüzün aşağılanmasınadır. Seyit rıza'nın çocukları olarak, onun idam sehpasında söylediğini 70 yıl sonra öldürmelere, tutuklamalara, boynumuzdaki urgana aldırmadan, onurlu barışını arayan Kürtler olarak bir kez daha söylüyoruz:
'günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir!'
Hepinizi saygıyla selamlıyorum...
Aysel TUĞLUK
DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk'un AP'de düzenlenen Dersim konferansında yaptığı konuşmadır.
Güncellenme zamanı: 17 Kasım 2008
http://www.gundem-online.com/haber.asp?haberid=64206
| | | | Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | |
DTP'li Halis, Dersim'de uygulanan 'Tedip ve Tenkil' olaylarının arşivlerini sordu
DTP'li Halis, Dersim'de uygulanan 'Tedip ve Tenkil' olaylarının arşivlerini sordu
DTP Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, 1937 yılında 'Tunceli Kanunu' çerçevesinde uygulanan 'Tedip ve Tenkil' sonucunda binlerce insanın öldürüldüğü ve sürgüne gönderildiğini belirterek, o yıllara ait arşivlerin açılıp açılmayacağını sordu.
DTP Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis, Dersim bölgesine özel 'Tunceli Kanunu' esas alınarak, 4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla, önceki adı Dersim olan Dersim bölgesine 'Tedip ve Tenkil' gerçekleştirildiğini belirterek, bu kavramlara denk düşecek şekilde on binlerce insanın 'katledildiğini', yine on binlercesinin yerinden edildiğini belirtti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yazılı yanıtlaması istemiyle parlamentoya yazılı soru önergesi veren Halis, hükümetin devlet arşivlerini açmayı düşünüp düşünmediğini sordu. Halis verdiği önergede şu ifadelere yer verdi: 'Yine Tedip ve Tenkil'in yaşandığı bu süreçte 17 Kasım 1937 yılında Seyit Rıza ve 6 arkadaşı idam edilmiş, aradan 71 yıl geçmiş olmasına rağmen mezar yerleri bilinmemektedir. Daha önce vermiş olduğum soru önergesine, Adalet Bakanı M. Ali Şahin imzalı cevapta 'mezar yerleri bilinmemektedir' denilmektedir. Özcesi aradan 71 yıl geçmiş olmasına rağmen Dersim'de (Tunceli) yaşananlar üzerindeki sis ve karanlık perdesi kalkmamıştır.'
Demokratik ülkelerde bilgi edinilmenin bir hak olmasının ötesinde, 50 yılını doldurmuş devlet arşivlerinin açılması gerektiğini belirten Halis, Başbakan Erdoğan'a şu soruları sordu:
'Tedip ve Tenkil'in içeriği ve hedefleri itibarı ile, Evrensel Hukuk ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin imza koymuş olduğu uluslararası sözleşmelere göre 'insanlık suçu' olarak kabul görmesi gerekmez mi?
Bir devletin yasalara dayanarak idam ettiği insanların mezar yerlerini bilmemesi ya da gizlemesi suç değil mi?
Cumhuriyetten günümüze, 50 yılını doldurmuş devlet arşivlerinin açılmamış olması başta 1937-38 yıllarında Dersim'de (Tunceli) uygulanan 'Tedip ve Tenkil' olmak üzere, ülkemizde yaşanan bir yığın olayın karanlıkta kalmasına neden olmuştur. Hükümet olarak devlet arşivlerini açmayı düşünüyor musunuz? Ne zaman açacaksınız?'
ANKARA (DİHA)
http://www.gundem-online.com/haber.asp?haberid=63730
| | | | Z.Dersim (şimdiye kadar 148 posta) | |
Türkiye karanlığıyla yüzleşmeli
17 Kasim 2008
Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda geçtiğimiz günlerde gerçekleşen “Dersim ‘38 Katliamı - 70 Yıl Sonra“ isimli konferans katılımcıları, bu gibi konferansların Türkiye’de barışın ve demokrasinin gelişimine katkı sunacağını söyledi.
Songül Erol Abdil (Dersim Belediye Başkanı : Bu gibi konferanslar, bu süreçte gerçekleşen tartışmalar Türkiye`nin önünü açacak tartışmalardır. Dersim ‘38 Katliamı gibi yaşanan ve yaşatılan birçok katliamlar bakımından Türkiye´nin karanlık tarihi ile yüzleşmesi gerekiyor. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye’de barış ve demokrasi sağlanır.
Ahmet Dere (Yazar, KNK Üyesi): Türk devleti tarafından tehlikeli görünen bir konferanstı. Bu açıdan bu konferansın önemi daha da arttı. Türkiye tam bir ay öncesinden bu konferansın iptal edilmesi için uğraştı ve basına bu konferansla ilgili olumsuz bilgiler yansıttı. Buna rağmen birçok yabancı aydın ve basının da hazır bulunduğu yoğun bir katılım içinde gerçekleşen bu konferans Dersim için olumlu bir ilk adımdır. Önümüzdeki yakın süreçte bunun devamı olması gerekiyor. Avrupa’da çok dağınık faaliyet yürüten bir Dersim kitlesi vardır. Bu kitle en kısa zamanda birleşip, örgütlenip, ortak bir çalışma programı ile güç haline gelmeli. Eğer bu yapılır ise hem Avrupa Parlamentosu nezdinde hem de Avrupa Birliği’nin diğer kurumları nezdinde bu gibi önemli konular, toplantılar ve konferanslar daha da sıklaştırılır. Avrupa’nın Dersim ‘38 Katliamı ile ilgili atması gereken ilk ve tek adım Türkiye üzerinden Kürt sorununu çözümleme noktasında baskı oluşturmasıdır. Dersim Katliamı Kürt sorununun bir parçasıdır.
Yayla Mönch-Bucak (Eğitmen): Bu konferans bir ilk adımdır. Daha yapılacak çok şey vardır. Dersimlilerin kendi geçmişlerine sahip çıkmaları çok önemlidir. Bunun bilimsel araştırmalarının yapılması, belgelerin sunulması, kamuoyuna açıklanması çok önemlidir. Hiç unutmam, çocukluğumuzda babamız tarafından bize anlatılan hikayelerde her bir tahribat sonrası bir genç kız veyahut bir genç erkek evine toprağına geri döner, onu tekrardan toparlar, onarırdı, evine toprağına sahip çıkardı. Bu konferansta bunu gördüm, yaşadım. İnsanlarımız kendi geçmiş tarihlerine sahip çıkıyorlar. İnsanlarımız artık yetkililerden hesap soruyor, karanlığın aydınlanması için adım atıyor. Bu benim için çok önemli, çok olumlu bir ilk adımdır.
Mehmet Bayrak (Araştırmacı Yazar): Gönül isterki Aleviler, Kürtler, Asuriler, Çerkezler, Ermeniler; ezilen ve yok sayılan bütün kimlikler, katliama maruz kalan bütün kimlikler biraraya gelerek bunu çok daha genişletilmiş bir biçimde uluslararası platforma getirsinler. Eğer Türk devleti bunu istiyor ise bu konuyu onlarla da, yani Türkiye devleti yetkilileri ile de tartışsınlar. Hiçbir şey üstünü örterek ortadan kalkmıyor. Bu nedenle tarihle yüzleşmek çok önemlidir. Fakat öyle görünüyor ki, ‘90’ların mirasını da üstlenen Türkiye Cumhuriyeti devleti, o kadar çok sorun ve konu var ki, bunları ele almaktan çekiniyor. Özellikle Cumhuriyet dönemini mutlaka sorgulamak gerekiyor. İnanıyorum Avrupa Parlamentosu ve benzeri uluslararası platformlarda bu gibi insanlık tarihini etkileyecek önemli konular ele alınacaktır.
Fetiye Kahraman: Bu gibi konferanslar ile Türk devletinin inkar ve imha politikaları bir kez daha ortaya çıkıyor. İnsanlarımız artık korkusuzca onuru ile ayaklandı ve susmuyor. Bu gibi katliamların açığa çıkması, tartışılması, zulüme hesap sorulması çok önemlidir.
NİHAL BAYRAM/ BRÜKSEL
----------------------------------------------
Konferans her yıl gerçekleştirilecek
Avrupa Parlamentosu’nda 13 Kasım 2008 tarihinde gerçekleştirilen “Dersim Katliamı ‘38-70 Yıl Sonra” isimli konferans organizatörlerinden Dersim’i Yeniden İnşaa Cemiyeti, konferansın her yıl gerçekleştirileceğini duyurdu. Cemiyet tarafından Seyid Rıza’nın katledilişinin yıldönümü dolayısıyla yapılan yazılı açıklamada, “Seyid Rıza’yı unutmayacağız, unutturmayacağız” denildi. Açıklamada devamla şunlar hatırlatıldı: “Dersim direnişinin önderi Seyid Rıza, oğlu ve arkadaşlarıyla beraber 15 Kasım 1937 tarihinde, ırkçı Türk rejimi tarafından Pazar günü yaşı küçültülerek, Elazığ’da darağacına çekildiler. Seyid Rıza ve arkadaşlarına, çıkarıldıkları sözde mahkemede savunma olanakları verilmeden idam edilmeleri, takip eden yılların daha kanlı geçeceğine işaretti. Türk devleti, “Seyid Rıza ve avenesi” dediği Dersimlileri astıktan sonra, başsız bıraktığı Dersim’de büyük katliam geliştirdi. 1938 yılında onbinler katledildi, onbinler sürgüne gönderildi.”
Dersim’i Yeniden İnşaa Cemiyeti olarak, 13 Kasım 2008 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda, katliamın 70. yıldönümü nedeniyle düzenledikleri konferansla bir ilke imza attıkları belirtilen açıklamada, “Bu konferansı her sene sürdüreceğimizi ilan ediyoruz. Unutmak, yeni katliamlara çağrıdır. Dersim katliamı unutulamaz, unutturmayacağız” denildi. Açıklamada Dersimlilere de şu çağrıda bulunuldu: “Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerini araştırmak, anadilimizde eğitim ve öğretim olanaklarına kavuşmak, Türkçeleştirilen tarihi ve coğrafi Kürtçe isimleri geri almak, Kürt sorununun barışcıl ve politik çözümüne yardımcı olmak, Aleviliğin eşit ve özgür inanç olması için çaba harcamak, hakları gasp edilen çocuk, genç ve kadınlara yardımcı olmak istiyorsanız, Dersim’i Yeniden İnşaa Cemiyeti’nin; çalışmalarına katılınız. Dersim Soykırımının gün yüzüne çıkarılması sizin maddi ve manevi çabanıza bağlıdır. Sesinizi bizimle birleştiriniz. Dersim’i sahipsiz bırakmayınız.”
Yeni Özgür Politika
http://www.yeniozgurpolitika.org/yazdir.php?hid=40219
|
Cevapla:
Bütün konular: 301 Bütün postalar: 672 Bütün kullanıcılar: 736 Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse 
|
|
|
|
|
|
|
Bütün hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
|
|
|
|
|
|
|
|